17 Kasım 2011 04:39

Neden Abdülmecid, neden şimdi?

Arif Koşar

Saltanatın ‘Millet üzerinde zora dayalı Osmanoğulları egemenliği’ olan resmi tanımı geride kaldı. Köprünün altından çok sular aktı. Osmanlıcılık nostaljisi ve ‘padişah sevgisi’, en azından ideolojik alanda zaten varlığını koruyordu. Ama belki de, ilk defa bu kadar güncel bir politika malzemesi haline geldi. Yeni-Osmanlıcılık yaklaşımı ve Osmanlı geleneği söyleminin bu kadar popüler hale geldiği bir dönemde Sultan I. Abdülmecid anması elbette bir yere oturuyor. Ama nereye? Ve neden Abdülmecid? Bu soruları Evrensel Kültür Genel Yayın Yönetmeni Aydın Çubukçu’yla konuştuk.

Neden Padişah I. Abdülmecid? Mesela İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, 'Muhteşem' Süleyman gibi padişahlar varken neden Abdülmecid?

AKP’nin özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ın neden Abdülmecid’e yakınlık duyduğunu, hatta ondan “dedem” diye söz ettiğini değerlendirmek lazım. Abdülmecid’in özelliklerine bakalım önce. Batılı değerlere yakın, Batı müziğinden hoşlanan, Batı sanatını, resmini takip eden bir padişah olduğunu görüyoruz. İçki içen, kadınlara düşkün olduğu söylenen bir padişah. Ayrıca, kravat takan ilk padişahtır. Onu temsil eden iki yapı, Dolmabahçe Sarayı ve Ortaköy Camisi. Geleneksel Osmanlı mimarisinden ziyade Batılı rokoko mimarisinin etkilerini yansıtır. Abartılı süslemelerle yalın Osmanlı mimarisinden ilk anda ayrılır. Göze batan bir şatafat… Ermeni usta ve mimarlar tarafından tasarlanıp yapılmıştır. Daha sonra yapılan saray ve camilerde de bu etki kendisini gösterecektir. Ama bu iki yapı Batılı süslemecilik anlayışlarına, özellikle de abartılı rokoko stillerine göre yapılmış binalardır. Bunlar Abdülmecid’in Osmanlı İmparatorluğunun devlet ve kültür gelenekleri içinde bir yenileşme çabasında olduğunun simgeleri gibi dururlar. Bu nedenle Abdülmecid, AKP’nin geleneksel değerler üzerinden yapacağı bir sıralamada ilk sırada yer alamaz. Bu özellikleriyle Tayyip Erdoğan’ın “Dedem Abdülmecid” demesi de biraz tuhaf duruyor.

Bunlara rağmen, neden böyle bir seçime konu olmuş olabilir?

Padişah Abdülmecid’in ideolojik ve siyasi özelliklerinde aranabilir bu sorunun cevabı.  Oradan bakınca, iki özellik öne çıkıyor. Birincisi, devleti reformlar aracılığıyla liberalize etme, ikincisi farklı uluslara, inançlara sahip halk kesimlerine o güne kadar sahip olmadıkları haklar tanıyarak  “Osmanlılık” şemsiyesi altında birleşik tutma. Ayrıca, Abdülmecid az çok bir “kalkınma-ilerleme” fikrine de sahip. Maliyeyi, eğitim sistemini, askerliği yeniden biçimlendirmeye, üniversite oluşturmaya çalışıyor. İlk kağıt para da onun zamanında çıkmıştır. Halkımızın “gayme” dediği “kaime”. Belki bu özelliklerde, Erdoğan’ın kendi dedeliğine onu seçmiş olmasının nedenlerini görebiliriz.

I. Abdülmecid 1838’de daha 17 yaşında padişah oluyor. Bir yıl sonra yani 1839 yılında Tanzimat fermanı ilan ediliyor. 18 yaşındaki bir padişah bu kadar öngörülü müdür? Nasıl oldu bu tanzimat fermanı?

O dönemde, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Mısır meselesi var. Düşünün ki, Abdülmecid’in babası, Kavalalı belasından kurtulmak için, İstanbul’a Rus donanmasının demir atmasına razı olmuş. Yani büyük bir bela. Fakat kendisinden çok, yol açtığı uluslararası ilişkiler önemli ve Abdülmecid, babasından bu sorunlu ilişkiler yumağını miras alıyor. İçinde İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bulunduğu, yani o dönem dünyasının süper devletlerinin birbirlerine ve Osmanlı’ya karşı bin bir hesap içinde hareket ettikleri bir sorunlar yumağı. Buna bir de İngiltere ile yapılan 1838 Balta Limanı Anlaşmasının sonuçlarını ekleyelim. Bu, emperyalistleşme sürecindeki büyük kapitalist devletlerin geniş Osmanlı pazarına girişlerinin en güçlü dayanak noktalarından biridir. Bu iki olay, Osmanlı İmparatorluğunun iç düzenine, siyasi ve ekonomik ilişkilerine Avrupa’nın müdahalesini “meşru ve zorunlu” göstermeye dayanak olmuştur. Tanzimat Fermanını bu iki olayın birleşik sonucu olarak görmek gerekir. Tabii bu arada, 1821 Mora ayaklanması ve bunun sonucunda Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla başlayan ulusal hareketleri de bu potaya koymalıyız. Çünkü buradan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Hıristiyan nüfusa mensup değişik halklar arasındaki milliyetçi-bağımsızlıkçı hareketler güçlenmeye başlamıştır.  Abdülmecid, yalnızca Batılıların bastırması yüzünden değil, ayrıca ülke içi istikrar ihtiyacı bakımından da köklü ve geniş kapsamlı reformlar yapmak zorundaydı.

Tanzimat fermanı ve dönemi başlı başına bir tartışma konusu. AKP, demokrasi mücadelesinin başlangıcını ve kendi tarihini bir bakıma buradan başlatıyor. Tanzimat dönemi bir demokratikleşme dönemi miydi?

Demokratikleşme denilen şeyin, Osmanlı’da Avrupa tarzında, aşağıdan yukarı, burjuva hayat tarzının bir ürünü olarak ortaya çıktığını söylemek mümkün değil. Batının burjuva, geniş köylü, esnaf kitleleri; yeni doğan işçi sınıfının da desteğiyle aşağıdan hareketlerle feodaliteyi yıkmışlardır ve demokratikleşme böyle birşeydir. Fakat Türkiye’de kapitalizmin özellikleri nedeniyle böyle bir demokratikleşme olmamış, devletin ağır bunalımlarını giderme adına yukarıdan yapılan bir takım reformlarla idare edilmeye çalışılmıştır. Demokratikleşme dediğimiz şey bir halk gücünün ortaya çıkması ve kendisini siyasal yapıda göstermesidir. Halkın doğrudan katıldığı bir reform sürecinden söz etmek mümkün değildir. Halk, devletin yaptığı reformları desteklemeye çağrılmıştır. Orada da bir direnç göstermiştir. Bu reformlardan zarar görecek kesimlerin kışkırtmasıyla ve halkın devletten gelecek her şeye şüpheyle bakması nedeniyle geniş bir destek bulması mümkün olmamıştır. Halk ne anlamıştır bundan: “Bundan sonra gavura gavur denmeyecektir.” Kardeş olacağız falan gibi bir şey. Bunun demokratikleşme olarak doğrudan doğruya halkın yaşamında, siyasal etkinliğinde, kendi yöneticilerini seçme ve sonrasında geri çağırma hakkı bakımından bir değişiklik var mıdır? Kesinlikle yoktur. Peki, yönetime en azından katılma, kendi taleplerini dile getirecek kurumlar yaratma yolunda bir kazancı var mıdır? Yoktur. Dolayısıyla Tanzimatı demokrasinin başlangıcı olarak görmek yanlıştır. Batılılaşma ve demokrasi kavramları arasında doğrudan doğruya bağlantı kuranlar açısından anlamlı olabilir ama bu doğru değildir.

Öyleyse neden ilan edilmiştir Tanzimat Fermanı?

Tanzimat fermanı, devletin otoriter, tek iktidar odağı olmasını bir nevi halkın rızasını da alarak genişletme girişimidir. Nasıl alınır bu rıza? Haklarda daha fazla genişleme sağlanarak. İki boyutu var. Önce, Müslüman olmayan halkların haklarında büyük bir genişleme görüyoruz. Gerek vergi sisteminde gerek askere almada Hıristiyan halkların haklarında önemli bir gelişme oluyor. Bunun iki sebebinden bahsedebiliriz. Birincisi, dış baskıdır. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın Kırım savaşından sonra Ruslarla yapılacak anlaşma öncesinde böyle bir reformlar paketinin yapılmasını zorunlu görmesi. İkincisi, Osmanlı, Abdülmecid döneminde bir tercih yapmak zorundadır: Ya eski normları sürdürerek çöküşü, yıkımı ve ortadan kalkmayı göze alacaktır, ya da ömrünü uzatmak adına ciddi bir yenilenme hamlesine girecektir. Bu ölüm kalım tercihi karşısında reform yolu seçilmiştir. Reform hem iç koşullar bakımından tercih sebebidir, hem de dış koşullar açısından dayatılmaktadır. Aynı zamanda, artık emperyalizm aşamasına doğru ilerleyen Batı kapitalizminin pazarlarını genişletmek adına, Türkiye’de de hem mali hem idari bakımdan böyle reformlara ihtiyacı vardır. Abdülmecid bu reformları kabul etmiştir. Bir yandan Batının emperyalizm yolunda ilerleyen kapitalizmiyle daha sıkı ilişkiler kurulmasını kolaylaştırmıştır, diğer yandan da devleti artık işlemez hale gelmiş kurallardan temizlemiştir.

Ya Jön Türkler ve İttihatçılar? Bir bakıma Tanzimatın ürünü sayılabilir mi?

Tanzimat bir model tartışması açmıştır. İlk defa devletin halkla ilişkilerinin farklı bir biçim alabileceği yolunda görüşler ortaya atmak, Tanzimatla mümkün olmuştur. “Bu yetmez daha fazlasını isteriz” diyenler vardır. Tamamen hayır diyenler vardır, bu iyidir, yeterli diyen vardır. İyi oldu ama hiç yetmez diyenlerin arasında en sivrileri Jön Türklerdir. Jön Türkler çoğu da Fransa’da eğitim görmüş oldukları için Fransa’da süreçleri az çok öğrenmiş ve bunu kafaya takmış adamlardır. Saltanatın ilgasını da isteyenler vardır aralarında, saltanatın içinde mümkün olduğu kadar Batılılaşmayı isteyenler de vardır. Zaten bunların en radikalleri bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyetini oluşturacaktır. Sonraki değişimler, farklılaşmalar, Alman etkisi, ordunun yenilenmesinde subayların öne çıkması şimdilik konumuzun dışında. Ama İttihatçılığın şartlarını Tanzimat hazırlamıştır.

Tekrardan Meclis anmasına dönelim. Padişah anmalarında sıra Abdülhamid’e gelir mi?

Zor gelir. İttihatçılık tam olarak temizlenmeden Abdülhamid kutusundan çıkartılamaz.

Padişah anması, Anayasa tartışmalarında Başbakanın gündeme getirdiği başkanlık sistemini çağrıştırır mı?

Bu siyasal geleneğin düşüncesine göre, Necmettin Erbakan döneminden beri  halk, siyasal tercihi güçlü yöneticiden yanadır.  Padişah olabilir, diktatör olabilir. Bu tespit, bu gelenekte var. Sultan, han, hakan ya da başkan, başbuğ. Böyle güçlü bir bireyin yönetiminin halkın iktidar tahayyülünde önemli bir yer tuttuğuna inanırlar. O figürü buldukları düşüncesindeler. Şimdi onlara göre Recep Tayyip Erdoğan güçlüdür, karizmatiktir, halkın arkasından gideceği lider özelliklerine sahiptir. Dolayısıyla bunun başkan olarak oynayacağı rol başbakan olarak oynayacağı rolden daha fazladır. Ama cumhurbaşkanı olarak değil. Yönetme yetkilerini elinde tutan bir devlet başkanı.

Yavaş yavaş toparlayabiliriz sanırım. Bu anma ile AKP ne yapmak istedi? Nostalji mi?

Nostaljik olmanın ötesinde sebepleri var. Bir; herhangi bir Osmanlı padişahını bir vesileyle anmak, AKP’nin ideolojik hegemonyasını güçlendirmeye hizmet edecektir.  İki; Abdülmecid gibi Batıya yakın bir padişahla bu işe başlamak, muhtemel tepkiler karşısında bir dayanak oluşturacaktır. Üçüncüsü de, Osmanlıcılığın, farklı unsurları Osmanlının bayrağı altında toplama politikası açısından önemli bir şahsiyet olması bakımından Abdülmecid’in güncel bir anlam kazanmaya yatkın olmasıdır. Galiba dördüncüsü de, Başbakan “dedemdir” dedikten sonra bir yalakanın buna bir güzellik düşünüp 150. ölüm yıldönümü gibi bir gerekçe yaratma çevikliğini göstermesidir!

Peki, bu demokratikleşme süreci olarak görülebilir mi?

Padişah zamanında bu politikalar ne kadar demokratikse, şimdi de o kadar demokratiktir. Unutulmaması gereken bir husus daha var: Abdülmecid, yıkılışa beş kala ortaya çıkmış bir padişahtı. (İstanbul/EVRENSEL)


NEDEN ŞİMDİ?

Abdülmecid bu kadar önemli bir kişilikse şimdiye kadar niye anılmadı ya da gündeme gelmedi?

Cumhuriyetin kurucu ideolojisi açısından bakarsak, TBMM himayesinde böyle bir anma programı, asla akla gelmeyecek bir şeydir. Bütün varlık gerekçesini Osmanlı'nın inkarı üzerinden kurmuş bir cumhuriyette önceki dönemlerde bir padişahın anılması düşünülemezdi. Bu AKP’nin önceli sayılabilecek Demokrat Partinin de aklına gelmezdi, Adalet Partisinin de aklına gelmezdi, hatta Özal bile bunu hiç düşünemezdi. Ne var ki, AKP böyle bir girişimi başlatmıştır. Cumhuriyet değerleri nasıl bir padişahı sindirebilir? Bize okutulan resmi tarih kitaplarında Fatih, Yavuz ve Kanuni’den başkasına saygı gösterilmez. Bunlar zafer kazanmış padişahlardır. “Devleti Âliye” bunların sayesinde imparatorluk olmuştur. Kimse inkar edemez ve bu yüzden dokunulmazlıkları da vardır. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi de bunları ayırarak Osmanlı Tarihine saldırmıştır. Ama bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin şu anda içinde bulunduğu ideolojik yönelim,  hiç de Osmanlıyla bağlarını ilk dönemdeki gibi koparıp atmayı gerektirmiyor. Bu tartışmalar geçmişte kaldı. Köprünün altından çok sular akmıştır. Devlet açısından da eskimiş bir tartışma halini almıştır.


ATATÜRK’Ü OSMANLI’NIN DEVAMI OLARAK TANIMLIYORLAR

Kemalizm tartışmaları da moda.  Bu anmanın Kemalizm tartışmalarıyla ilgisi nedir?

Bir ucundan o tarafa vurmanın da bir vesilesi. Yalnızca fikri planda, padişahlık mı cumhuriyet mi gibi dar alanda yapılacak bir tartışmanın ötesinde, bu tartışmanın sosyal güçlerini ayarlamak bakımından da bir girişimdir. Gazi Mustafa Kemal’i Atatürkleştirmek, Atatürk’ü Osmanlılığın bir devamı olarak tanımlamak, ucundan ucundan İslamcı çevrelerde görülen bir eğilim halinde son 10 Kasımda ortaya çıktı. Bir süreklilik vurgusu içinde yapılıyor bu. Osmanlılık ve Cumhuriyet birbirinin devamıdır gibi bir algıyı halkta yerleştirmek önemli bir başarı olacaktır AKP için. Yani Atatürk’ü de bu şekilde çerçevenin içine soktuktan sonra herhangi bir muhalefet nedeni kalmayacağını düşünüyorlar. Atatürkçülerin AKP’ye karşı en önemli argümanları nedir? Cumhuriyetin temel değerlerine düşmansınız, Atatürk’e karşısınız, mezarından kalksa sizi sopayla kovalar! AKP, öyle bir şey yok diyor. Kalksa bizim partiye üye olur! Biz beraberiz, öyle ayrı gayrı yoktur. Onu kendi sınırları içinde bir figür haline getirme çabası içindedir.


I. Abdülmecid 31. Osmanlı padişahı ve 110. İslam halifesidir. II.Mahmut’un Bezmialem Sultan’dan olan oğludur. Döneminde Tanzimat Fermanının ilan edilmesiyle meşhurdur. Osmanlı Devletinin son 4 padişahının babasıdır ve en çok sayıda oğlu padişahlık yapmış olan padişahtır. Henüz 17 yaşında iken Osmanlı tahtına oturdu. Saltanatının henüz dördüncü ayında ilan ettiği Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) sebebiyle Tanzimat Dönemi padişahı olarak şöhret bulmuştur. Tanzimat Fermanı; Topkapı Sarayı’nın Gülhane bahçesi’nde düzenlenen ve yabancı elçilerle, devlet adamlarının hazır bulunduğu bir toplantıda, Mustafa Reşit Paşa tarafından 3 Kasım 1839 tarihinde okundu. Tanzimat fermanı tarihte Tanzimat-ı Hayriye olarak da anılmaktadır. Abdülmecid 25 Haziran 1861 tarihinde 39 yaşında iken İstanbul’da veremden dolayı vefat etmiş, Yavuz Sultan Selim’in türbesi yanındaki mezarına defnedilmiştir.