16 Mart 2014 06:46

\'Çoğul\' gerçeklikler...

Ayhan AKKAYA*

İçinde yaşadığımız coğrafyanın “çoğul” gerçekliğini görmezden gelmek mümkün değil. Her birimiz, doğduğumuz andan itibaren bu topraklarda yüzyıllarca bir arada yaşamış farklı kimlik ve kültürlerin arasında serpilip gelişiyoruz. Binalar, sokaklar, danslar, müzikler, masallar, deyimler, yemekler... hepsi aynı çoğul gerçekliğe işaret ediyor. Kendimizi Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çingene, Süryani, Arap, Çerkes, Rum... olarak tanımlarken, bir yandan da bu coğrafyada yaşayan bütün bu kültürlerin mirasını taşıdığımıza ve bugün bu ülkede yaşayanlar olarak farklı kültürlerin harmanıyla oluşmuş kimliklere sahip olduğumuza gündelik hayatın her anında şahit oluyoruz.
Gelin görün ki; içinde yaşadığımız “tekçi” sistem, halen bu gerçekliğin gereklerini yerine getirmekten epey uzak. Evet, 90’lı yıllardan bu yana coğrafyamızın çok kültürlülüğün kabulü adına önemli kazanımlar elde edildi; ama halen “Bu coğrafyada tek bir üst kültür vardır, diğerleri de alt kültürlerdir” bakışını kıramadık. Hal böyle olunca da çoğul ortamlarımızın bize sunduğu kültürel zenginliği yaşatıp geliştirecek demokratik bir kurumsallaşma ortaya çıkamıyor.
Bütün sanat dalları gibi müzik alanı da bu sıkıntıdan payını fazlasıyla alıyor. Bugün müzik alanında da her şey kendi yağında kavrulmaya çalışan alternatif girişimlere kalmış durumda. Kurumsal gelişmeler ise gereksinimlerin ya da olması gerekenin çok çok gerisinde.
1926 yılında, alaturka müzik eğitiminin yasaklanması sonucu tamamen Batı yönelimli bir eğitim sistemini temel alan konservatuarlardan böyle kültürel çoğulcu bir açılım beklenemezdi belki. Ancak, uzun mücadeleler sonrası 1970’li yılların sonlarında açılan “Türk Müziği Konservatuarı” da, tekçi anlayışların zorlama kuralları arasına sıkışıp kalmış durumda. Balkanların, Kafkasların, Mezopotamya’nın... bir parçası olmamızın getirdiği büyük zenginlik bu tekçi anlayış içinde eriyip gidiyor. Farklı diller, müzikal tavırlar, diziler, makamlar, ritimler, formlar... belli bir standardizasyon içinde dar kalıplara hapsolmuş. Tek tek bazı bireylerin kişisel girişimleri ya da bazı özel kurumların fedakar çabaları da olmasa, okullaşamadan çoğu yok olup gidecek.

ÇERKES DOSTLAR NEREDEYSE TEK ÇARE

Kültürel çoğulcu ve demokratik esaslar üzerine kurulu, kapsamlı ve sistematik bir kurumsal arşiv bulmak da neredeyse imkansız. Arşivler, genelde aile meclislerinde ya da yastık altlarında saklanıyor. Örneğin Çerkes müzikleri üzerine bir çalışma yapmak istiyorsanız konuyla alakalı, araştırmacı ve geçmişine sahip çıkan Çerkes dostlarınızın olması neredeyse tek çare. Böyle bir dostunuz yoksa da mahalle mahalle, dernek dernek ya da internet ortamında dolaşıp, sorup soruşturmaktan başka yapacak pek bir şeyiniz yok. Zira bu alanda başvurabilecek resmi ve köklü bir eğitim kurumu bulamazsınız. Aynı şekilde her fırsatta Çingene müzisyenlerin ne kadar yetenekli olduklarından bahsederiz; ama koca ülkede bir tane Çingene müzikleri enstitüsü bile yok. Enstitüyü bırakın, bugün Çingenece bir şarkının sözlerinin anlamını sorgulayabileceğiniz tek yazılı kaynak, İstanbullu bir Rum olan Aleksandr Paspati tarafından 1800’lü yıllarda hazırlanmış olan sözlük. O gün bugündür, yeni bir çalışma yapılmamış, koca bir dil kendi kaderine terkedilmiş.

KÜLTÜREL ÇOĞULCU MÜZİK EĞİTİMİ

Bu ülkede bir arada yaşayacaksak ve de çok kültürlülük bir zenginlik olarak kabul edilecekse, bunun kurumsal gerekliliklerinin de yerine getirilmesi gerekir. Sadece “Hepimiz kardeşiz” demekle ya da mevcut eğitim materyalini, içeriğini değiştirmeden aynen farklı dilere çevirmekle bu iş olmuyor. Örneğin müzik eğitimi almakta olan ortalama bir müzik öğrencisi piyano da çalsa, vokal de yapsa, bağlama da çalsa bu coğrafyanın çoğul kültürel yapısını temel alan bir formasyon edinebilmeli. Kendi müzikal yönelimlerini bu çoğul formasyon üzerinden belirleyebilmesine olanak tanınmalı. Kafkaslardaki çokseslilik, Mezopotamya’daki makamsal hatlar, Balkanlardaki ritmik yapılar, Toroslar’daki gırtlak nağmeleri, karşılaşılan farklı diller, şarkı sözü temaları, enstrümantasyonlar, tavırlar, ritimler, formlar... hepsi kültürel çoğulcu müzik eğitiminin birer konusu olabilmeli ve bir bütünün parçalarını oluşturabilmeli. Bunun için de bütün eğitim kurumlarının işleyiş ilkelerinin kültürel çoğulcu esaslara dayandırılarak yeniden tanımlanması, müzik kitaplarının yeniden yazılması gerekir. Bu yapılırken, dünyadaki farklı eğitim sistemleri (Kuzey Amerika, Orta Avrupa gelenekleri ya da Bulgaristan, Azerbaycan, İran gibi lokal örnekler gibi) tabii ki model alınabilir; ama öncelikle çoğul kültürel yapımızın geleneksel bileşenlerinin dinamikleri tek tek ortaya çıkarılmalı; bu dinamikler belli bir geçişkenlik ve etkileşim içerisinde ele alınmalı; karşılaşılan gerçeklikler de, malum “üst kültür – alt kültür” kaygılarıyla sansürlenmemelidir. Bu yapıldığında Üsküp’ten Diyarbakır’a, Kafkaslardan Ortadoğu’ya... karşımıza çıkacak olan ortaklıklar ve farklılıkları karşılaştırmaya çalışmak bile, eldeki kültürel zenginliğin ne kadar önemli olduğunu ve bugüne kadar ne kadar hoyrat bir şekilde yok sayıldığını bize çok açık bir şekilde gösterecektir.

*Müzisyen/Kardeş Türküler

Evrensel'i Takip Et