'AKP’nin süreci seçime feda etmesine izin vermeyiz'
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, Kandil’de evrensel’in sorularını yanıtladı. Bayık, çözüm süreci, silah bırakma ve seçimlerle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Fatih POLAT-Hüseyin DENİZ
Kandil
Tarihi dönemlerinden birini yaşayan Kürt sorununa dair, Öcalan’ın çözüm taslağının KCK tarafından benimsendiği basına yansımıştı. Ancak belirtilen takvim içinde Hükümetten beklenen adımlar gelmezse Kandil’in tavrının ne olacağı merak edilen konulardan biriydi.
Ayrıca Kürt hareketinin yaklaşan seçimlere dair tutumundan, Ortadoğu’da gelişen yeni dengelere dair görüşlerine kadar birçok konu da siyaset gündeminin merak edilen soruları arasındaydı. Bunları ve benzer pek çok konunun yanıtını almak için Kandil’in yolunu tuttuk. Bu soruları bu konudaki en yetkili konumdaki KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’a yönelttik. Söyleşimiz iki ayrı bölümden oluşuyor. İlk günkü bölümü Türkiye’deki, ikinci günkü bölümü de Ortadoğu’daki gelişmelere dair. Bu arada, müzakere sürecine rağmen Kandil’in üzerinden TSK’ye bağlı keşif ve savaş uçaklarının eksik olmadığını da belirtmeliyiz. Buna burada bizzat tanıklık ettik.
Öncelikle gündemde olan Sayın Öcalan’ın hazırladığı taslakla başlasak. İmralı Heyeti’nde bulunan Sırrı Süreyya Önder, taslakta özerklik dahil birçok önemli başlık olduğunu söyledi. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise, özerkliğin konuşulmadığını belirterek, bu açıklamayı yalanladı. Bu taslak içerik olarak neleri kapsıyor?
Şimdi Önder Apo demokratik müzakere çözüm taslağını 4 madde biçiminde ele almış. Tabii her maddenin altında epeyce şıklar var. Bu taslağı bize de, hükümete de gönderdi. Biz taslağı inceledik ve taslağa katıldığımızı kamuoyuna da bir açıklama ile duyurduk. Önder Apo’ya da taslağı kabul ettiğimizi, bu taslak eğer Türkiye tarafından kabul edilirse bunun hem Kürt sorununun çözümüne, hem Türkiye’nin demokrasi sorunlarının çözümüne hizmet edeceğini belirttik. Türk devletinin en kısa sürede bu taslağı kabul edip etmediğini açıklamasını istedik. Türk Hükümeti şimdiye kadar bu taslağı kabul ettiğine veya etmediğine dair herhangi bir açıklamada bulunmadı.
Bu taslakta 1. madde yönteme ilişkindir. Yani nasıl bir yöntem izlenmesi gerekiyor müzakere yapıldığında. Müzakerenin verimli ve başarılı geçmesi açısından yöntem sorunu önemli. 2. madde ise müzakerelerin dayanacağı tarihsel, felsefi, teorik zemini ifade ediyor. Çünkü müzakere geliştirilecek ise bunun bir dayanağının olması gerekiyor. Bir temel olmadan, müzakerenin geliştirilmesi pek sağlıklı olmaz. Eğer kalıcı bir müzakere yapılacaksa mutlaka bunun dayanaklarının olması gerekiyor. 3. madde ise, nelerin müzakere yapılacağını ifade içeriyor. Eğer bunlar da müzakere edilirse, bunlar sonuçlandırılırsa ondan sonra 4. maddeye geçilecek. 4. madde de bu kabul edilecek maddelerin pratikte nasıl uygulanacağına dair. Bu uygulamada merdiven basamağı biçiminde olmayacak, karşılıklı paralel bir biçimde olacak. O zaten müzakerenin yaşama geçirilmesi ve tamamlanması oluyor.
Bununla sadece Kürt sorununun çözümü hedeflenmiyor. Türkiye’nin bütün demokrasi sorunlarının da çözümü hedefleniyor. Biz, hareketimizin yönetimi olarak, bütün bileşenlerimizle de tartıştık, bu taslağı olumlu gördük. Eğer Hükümet de kabul ederse, Türkiye’nin demokrasi sorunları bu taslakla rahatlıkla çözümlenebilir. Kürt sorunundan tutalım, Alevi sorununa kadar, çeşitli halkların, kültürlerin sorunları çözülebilir, demokratik bir toplum yaratılabilir.
Biz Türk devlet ve hükümetinin o müzakere taslağındaki tarihlere de uygun davranmasını isteriz. Kabul edecekse de, etmeyecekse de.
Biz 1., 2., 3. maddeler için bir tarih belirlemişiz, dördüncü madde için de bir tarih belirlemişiz. Yani müzakere taslağı kabul edilirse ve müzakereler olursa martın ortalarında bitmesini istiyoruz. Martı geçmemesi gerekiyor. Çünkü süreç çok önemli bir süreç. Türkiye seçime de gidiyor. 2015 parlamento seçimlerine. Bu seçimlerde önce müzakereler olacaksa da, olmayacaksa da bunun netleşmesi gerekiyor. Müzakere olacaksa da, bunun tamamlanması gerekiyor. Öyle müzakereye başlayıp, zaman yetmedi, seçimlere girdik, artık seçim ortamında müzakere yapılamaz, seçimlerden sonraya kalsın, biçimindeki bir yaklaşımı biz kabul etmiyoruz. Eğer müzakereyi kabul etmezlerse veya kabul ederler ama o takvimlere göre yürütmezlerse bir politik oyalama, bir aldatma olarak değerlendireceğiz ve bunu aynı zamanda bir savaş hazırlığı olarak değerlendireceğiz. Ona göre de tutumumuzu çok net kamuoyu ile paylaşacağız. Zaten biz eş başkanlık adına iki açıklama yaptık. Birincisinde bizim kabul ettiğimiz aynı şeyi Hükümetten de beklediğimiz ve oyalamaya başvurulmaması biçimindeydi. İkincisinde heyetin Önder Apo’nun yanına gitmesi gerekiyordu. Bunun için bir zaman tanınmıştı. Bu zaman aşındırılıyordu, biz bu konuda bir uyarıda bulunduk. "Kesinlikle zaman aşımı olmamalı. Belirlenen tarihe bağlı hareket edilmeli" dedik. Eğer bu tarihler aşındırılmaya kalkılırsa, biz müzakere metnini, taslağını kamuoyu ile paylayacağımızı belirttik. Bunun için gidecek heyet bugün (17 Aralık Çarşamba) İmralı’ya gidecekti, Önder Apo ile görüşecekti. Bunun için biz müzakere taslağını kamuoyuna açıklamadık. Eğer bugün de görüşme olmasaydı, biz müzakere taslağını kamuoyu ile paylaşacaktık. Karşı taraf taslağın kamuoyuna açıklanmasını istemedi ve görüşmenin bugün yapılacağını belirtti. Bize o yönde haber geldi. Biz de o yüzden şimdilik kamuoyu ile paylaşmayı durdurduk.
Peki 15 Mart’a kadar gerekli adımlar atılmadığı durumda bunun süreci çok zora sokacağını ifade ediyorsunuz ve ‘savaş hali’ gibi bir kelime kullandınız...
Şimdi zaten Önder Apo da son görüşmesinde çok net belirlemeler yaptı. Eğer bu müzakere taslağı kabul edilmez, belirlediğimiz takvime göre ele alınmaz ve sonuçlandırılmazsa artık bizim bu süreci böyle yürütemeyeceğimizi, bunun sonuna geldiğimizi çok net ortaya koyuyoruz. Önder Apo da bunu zaten çok net belirlemiş durumda. Şimdiye kadar belki süreci tek yanlı getirdik, belki birçok şeye tahammül ettik, bunun çeşitli nedenleri vardı. Ama artık tek yanlı yürütmenin ve tahammül etmenin sınırına dayandık. Bundan ötesi müzakere olursa, bir de o müzakere taslağında belirtilen takvime uygun olarak müzakereler yürütülürse süreç devam eder. Aksi takdirde süreç biter. Bizim yapabileceğimiz herhangi bir şey kalmaz. Bunu çok net ortaya koyduk ve kamuoyunun da bilmesinde yarar var.
Hükümete güvenin de sizin açınızdan en dip noktaya geldiğini söylüyorsunuz...
Sorun güven ya da güvensizlik sorunu değil. Biz kendimize güvenen bir hareketiz ve kendimize güvendiğimiz için Kürt sorununun demokratik siyaset yöntemiyle çözülmesinde ısrarcı olduğumuz için ‘93’ten beri tek yanlı ateşkesler ilan ettik. En son 2013 Newrozu’nda ateşkesi de aşan bir tutumun sahibi olduk. Bunu kamuoyu biliyor. Tek yanlı savaşı durdurduk, tek yanlı elimizdeki esirleri bıraktık, tek yanlı gerillayı mevzilerinden Güney’e çektik. Dünyada hiç kimsenin atmadığı adımları attık. Kendine güvenmeyen bir hareket, yine çözümde ısrarlı olmayan bir hareket kesinlikle bu adımları atmaz. Biz bu adımlarla müzakere zeminini hazırlamak istedik. Biz bununla Türkiye’deki şoven zihniyeti aşmak istedik. Böylelikle Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünü gerçekleştirmek istedik. Bu adımların hepsini bunun için attık. Tek yanlı çabalarımızla belirli bir yere kadar getirdik. Bunda oldukça da zorlandık. Çünkü devlet ve hükümet hiçbir zaman bu adımları çift yanlı adımlara dönüştürmek istemedi ve dönüştürmedi. Hep tek yanlı bıraktı, süreci anlamsız hale getirmeye çalıştı, içini boşaltmaya çalıştı. Hep kontrol kurmak istedi. Hep istediği tarzda yürütmek istedi. Sadece ateşkes olmasını istedi. Onu aşan herhangi bir adım atmadı. Ateşkesi de herhangi bir çatışma olmasın, seçimleri kazanayım mantığı ile kabul etti. Aslında ateşkesin gereklerine de pek uymadı. Ateşkesi biz tek yanlı yürüttük. Ve belirli bir yere kadar getirdik. Devlet ve hükümet bizim üzerimizde hep özel savaşı yürüttü. Bununla hareketi etkisiz hale getirmek istedi. İstediğini harekete kabul ettirmek istedi. Hareketi çözüm gücü olmaktan çıkarmak istedi, tasfiyeyi amaçladı. Bütün attığımız adımları, gösterdiğimiz tahammülleri kendi iktidar amaçları için kullandı. Her şeyi iktidarı için, seçimler için kurban etti. Biz en son tarihi bir hamlede bulunduk. Nasıl ki 2013 Newrozu’nda tarihi bir hamlede bulunduysak, şimdi de tarihi bir hamlede bulunduk. Önder Apo’nun geliştirdiği müzakere taslağı bunu ifade ediyor. Bu artık son şanstır. Bundan ötesi olamaz artık. Bizim yapabileceğimiz bu kadardır. Eğer bu taslağı da kabul etmezlerse artık bizim sunacağımız herhangi bir taslak yoktur.
Bir de Hükümete yakın gazetelerde, “PKK mart sonuna kadar silah bırakacak, MİT toplayacak” diye haberler çıktı. Burada birinci ağızdan soralım, PKK açısından şu an itibarıyla silah bırakma diye bir tartışma var mı?
Hayır, hayır. Böyle bir tartışma yoktur, olamaz da. Biz müzakere taslağını görüşmeden, belirlediğimiz tarihlere göre sonuçlandırmadan, bu konuda anlaşmadan kesinlikle silah bırakmayız. Silah bırakacağımız hiçbir koşul yoktur. Hangi sorun çözüldü ki biz silah bırakalım. Ayrıca DAİŞ’in (IŞİD) vahşi saldırıları da var, halkımızın üzerinde. Bunu dünya alem görüyor. Peki bu ortamda biz nasıl silah bırakabiliriz? DAİŞ saldırılarının arkasında Türk devleti var, biz bu koşullarda nasıl silah bırakacağız? Silah bırakmak demek, teslim olmak demektir. Ölüm demektir. Hiç kimse bizden bunu isteyemez. Bırakalım silah teslim etmeyi, geri çekilme bile olamaz. Biz geçmişte geri çekilmeler de yaptık. Defalarca bunu yaptık. Bütün bunları sorunun demokratik siyasal çözümü için yaptık. Bu konuda Türkiye toplumuna karşı sorumluluk duyduğumuz için yaptık. Yine devlet ve hükümete güven vermek için yaptık.
Bunların hiçbiri çözüm yönünde kullanılmadı. Aksine hareketin tasfiye edilmesi yönünde kullanıldı. Artık Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü gerçekleşmeden ne silah bırakılabilir, ne gerilla mevzilerini terk edebilir.
Hükümet son dönemde geri çekilmenin gereğinin yapılmadığına dair söylemlerde bulunuyor. Böyle bir söz verildi mi?
Bu tamamen kamuoyunu, halkı aldatma amaçlıdır, başka bir şeyi ifade etmiyor. Biz ne öyle sözler verdik, ne de Türk devleti ve hükümetinden Kürt sorununun demokratik, siyasal çözümü yönünde adımlar gördük. Dünyada hiçbir hareketin atamayacağı adımları tek başımıza attık. Dünyada savaşan bütün güçler üçüncü bir taraf olmadan, üçüncü tarafın sorumluluğu altında uzlaşmadan herhangi bir şey imzalamadan tek adım atmazlar. Dikkat edilirse biz elimizdeki esirleri bıraktık, herhangi bir anlaşma yok. Biz ateşkes ilan ettik, herhangi bir anlaşma imzalama yok. Biz savaşı durdurduk, dünyanın şahitliği önünde artık sorunu siyasal yöntemle çözmek istediğimizi söyledik, bir anlaşma imzalama yoktur. Biz gerillayı kendi mevzilerinden çektik güneye getirdik, önemli bir gücü çektik getirdik herhangi bir anlaşma imzalama yoktur. Dünyada hiçbir hareket bunu yapmamıştır, yapmaz. Bütün bu adımları atabilmesi için üçüncü tarafın gözetiminde anlaşmalar yapar, imzalar o zaman bu adımları atar. Peki biz bu adımları attık da Türkiye hangi adımları attı bunun karşılığında? Biz Barış Grupları gönderdik. Önder Apo şimdi bunun özeleştirisini veriyor, diyor ki, ‘Ben bunu bir anlaşma imzalama ile yapmalıydım. Yapmadım. Onun için bu hatalı bir dutumdu, bunun özeleştirisini veriyorum’ diyor.
Peki Hükümet bütün bunların karşısında ne yaptı? Cezaevlerinde hasta döşeğinde olan insanları bile bırakmadı. Ki bu ahlaki, insani bir sorundur. Ahlaki ve insani olan bir adımı bile atmayan Türk devleti ve hükümeti bizden kalkıyor, ‘Sözler verdiler, sözlerinin gereklerini yerine getirmediler’ diyor. Kürt kamuoyunu, Türkiye kamuoyunu çözüme inandırabilecek hangi pratik adımları attılar? Söylemin dışında ne yaptılar? Hükümet soruna hep terör sorunu olarak baktı. Hep şu tezi işledi. Türkiye’de Kürt sorunu yoktur. PKK bu sorunu yaratmıştır. Bazı dış güçler var, Türkiye’nin gelişmesini istemiyor, PKK ile de Türkiye’yi tahrip ediyor, bizim karşımızda terörizm var, biz terörizm ile mücadele ediyoruz, dediler. Onun için de hep savaşla sorunu çözmek istediler. Sorunu hiçbir zaman siyasal bir sorun olarak gündemlerine almadılar, onun için müzakere yönünde adım atmadılar. Hükümet bizim müzakere için attığımız tek yanlı o görkemli adımları, oluşturduğumuz müzakere zeminini hep iktidarı için kullandı, hep seçim kazanmak için kullandı. Her şeyi buna kurban etti. Artık buna müsaade etmeyeceğimiz bilinmelidir.
KESİNLİKLE PARTİ OLARAK GİRİLMELİ
Buradan seçimlere geçersek, seçimlere nasıl girilmesi gerektiğine dair iki görüş var. Bir, HDP’nin parti olarak seçime girmesi. Kürt hareketinden de böyle bir eğilim yansıyor. Bir de risk alınmamalı ve bağımsız girilmeli diyen görüş. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Şimdi çeşitli güçler ne düşünür bilemem. Ama biz PKK olarak seçimlere bağımsız adaylarla girilmesini kesinlikle yanlış görüyoruz. Çok geri bir adım olarak görüyoruz. Bu Türk devletinin ve iktidarının istemidir. Bağımsız adaylarla girilirse belki diyelim 40 milletvekili parlamentoya girebilir. Belki bazılarının istemleri yerine getirilmiş olabilir. Biz şunun veya bunun parlamenter olması için mücadele etmiyoruz. Biz Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve buna bağlı olarak Kürt sorunundan tutalım, Alevi sorununa kadar çeşitli halkların sorunlarına kadar, tüm bu sorunların çözümü için mücadele ediyoruz. Bu açıdan Önder Apo’nun geliştirdiği bir proje var Türkiye’de. HDP projesi. Bu herhangi bir parti, bu partinin seçimlere girmesi, milletvekilleri parlamentoya taşınması anlamına gelmiyor. Eğer böyle anlaşılırsa o çok sığ bir yaklaşım olur. HDP projesi Türkiye toplumunu, demokratikleştirmek isteyen bir projedir. Devletinden toplumuna kadar, siyaseti demokratikleştirmeyi hedefliyor. Bu açıdan seçimlerde bağımsız adaylarla değil, HDP ile girilmesi gerekiyor. Bu projeden geriye adım atılmaması gerekiyor. Türk devleti, hükümeti çeşitli çevreler, bu projeyi boşa çıkarmak için bağımsız adaylarla girilmesi gerektiğini empoze etmeye çalışıyorlar. Hatta, ‘Barajın altında kalınabilir, milletvekillikleri kaybedilebilir, Kürtler bir mevzi kazanmış parlamentoda, onu kaybedebilirler’, sürekli bu düşünceyi işliyorlar. Bununla da milletvekilliği yönünde eğilimi olanların, bu eğilimlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, Kürdistan’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’de yaşanan gelişmeler dikkate alındığında yaşanan bir devrim durumudur. DAİŞ’in saldırılarıyla bu devrimci durum daha da öne çekilmiştir. Şimdi devrimci hareket, sosyalist hareket, demokrasi hareketi bir hamle içindedir. Onun için demokratik siyasetin de buna paralel yürümesi gerekiyor. Eğer demokratik siyaset buna paralel yürümez ise, eskiyi tekrarlarsa o zaman demokratik siyaset bu devrimci hamleyi geriye çekmiş olur. Bu tehlikeli bir durum ortaya çıkarır. Onun için bağımsız adaylarla girmek, geçmişte olabilirdi, bu geçmişin şartlarında olmuştur. Ama şartlar şimdi çok değişmiştir. Değişen bu şartlarda bağımsız adaylarla seçimlere girmek artık çok geri bir durumu ifade eder. Bu bir tasfiyeyi ifade eder. Devrimci duruma karşı tasfiyeyi dayatmak olur ki, bu kabul edilemez.
EN GENİŞ İTTİFAKIN YARATILMASI GEREKİYOR
Seçimlere ilişkin Sayın Duran Kalkan’ın ortaya attığı bir görüş olmuştu yakın bir zamanda. HDP, ÖDP ve EMEP başta olmak üzere tüm demokratik güçler ortak davranırsa 2015 seçimlerinde Türkiye için yeni bir alternatifin ortaya çıkabileceğini söylemişti...
Doğru. Nereden bakılırsa bakılsın tüm gelişmeler, devrimci, sosyalist, demokrat kesimlerin lehinedir. Onun için bu durumun çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Devletten, iktidardan, AKP’den rahatsız olan bütün muhalif kesimlerin, bütün küskünlerin, bütün arayış içinde olanların bir ittifaka çekilmesi gerekiyor. En geniş ittifakın sağlanması gerekiyor. Demokrat Müslümanlardan tutalım, küskünlere kadar, muhaliflere kadar, arayış içinde olan herkesin ittifak politikasına çekilmesi gerekiyor. Onun için burada dar yaklaşımlar, parti hesapları, örgüt hesapları olmamalı. Toplumu kucaklayan, toplumun istemlerini esas alan bir ittifak politikasının yürütülmesi gerekiyor. Bunun için de en geniş birlikteliğin sağlanması gerekiyor. Eğer bu sağlanırsa, öyle baraj sorunları olamaz.
Türkiye’de solun, demokrasi güçlerinin oldukça kapsayıcı olması gerekiyor. Soruna dar yaklaşmaması gerekiyor. Bu seçimleri bir hamle olarak değerlendirmesi gerekiyor. Gerçekten bunun koşulları var. Eğer böyle yaklaşırsa, bir hamleye girişirse, buradan sol ve demokrasi güçleri kazançlı çıkacaktır. Belki de hiç kimsenin tahmin etmeyeceği sonuçları yaratacaktır. Bu Türkiye’nin çehresini değiştirebilir. Milli Güvenlik Kurulunda savaş kararı aldı AKP. Ama seçim süreci olduğu için bunu uygulayamıyor. Uygulayamaz da. Onun için bu kararını seçim sonrasında uygulamak istiyor. Seçim sonrasında bu kararı uygulayabilmesi için de AKP’nin seçimi kazanması gerekiyor. Hem de anayasayı değiştirecek bir sayıya ulaşarak kazanması gerekiyor. O zaman büyük bir savaş gelişecektir. AKP büyük bir saldırıya geçecektir. Eğer öylesi bir savaşın gelişmesi istenmiyorsa o zaman demokrasi güçlerinin bu seçimi kazanması gerekiyor. Bir de bütün gelişmeler lehtedir, devrimci bir durum yaşanıyor. Büyük gelişmeler var. AKP iktidarı oldukça daralmıştır. Belki de tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Ekonomik kriz kapıdadır Türkiye’de. Uluslararası alanda bu iktidara destek veren hemen hemen bütün güçler artık bu iktidara desteğini çekmişlerdir. Yine Türkiye’de NATO’ya bağlı olan ordu AKP’ye desteğini verenler desteğini çektiği için yeniden desteğini çekmiştir. Erdoğan ve AKP bir darbeden korkmaktadır. Bu darbeyi önlemek için orduya yanaşmaktadır, polis teşkilatını güçlendirmekte, bazı güvenlik yasalarını çıkarmakta, bütün bunlarla kendi iktidarını korumaya çalışmaktadır. Bu açıdan demokrasi güçlerine, sola çok büyük bir görev düşüyor, sorunları doğru ele alması gerekiyor. Dar yaklaşmaması gerekiyor. Tarih karşısında sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bu seçimleri demokrasi güçlerine kazandırması gerekiyor. Eğer kazandırırsa Türkiye’de değişim gelişebilir. Sol kendi kimliği ile bütünleşebilir. Kürt sorununun çözümü, Türkiye’deki demokratikleşme sorunları çözüm yoluna girebilir. Onun için ittifak politikalarının çok iyi örülmesi, geliştirilmesi gerekiyor.
CHP’DEN OLUMLU BİR ŞEY BEKLEMİYORUZ
Bu müzakere sürecinde CHP’nin son dönemki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ile MHP bir ittifak yaptı. Bu ittifak bunlara kaybettirdi. Hem MHP’dekilerin bir kısmı, hem CHP’dekilerin bir kısmı oy vermedi. Bundan sonuçlar çıkarılması gerekiyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, solun CHP ile bir ittifak arayışına girmemesi gerekiyor. İttifak politikasını devlet dışı güçlere dayandırması gerekiyor. Muhalif güçlere, demokrasi güçlerine, sosyalist güçlere, demokrat Müslümanlara, Alevilere, benzer kesimlere dayandırması gerekiyor.
Sorumuz seçime dair değildi, müzakere sürecine ilişkindi...
CHP’de herhangi bir olumlu şey görmüyoruz bu müzakere süreci içinde. Çok beklemek de gerekmiyor zaten. Ama koşullar değişirse solun öncülük ettiği bir demokrasi hareketi seçimlerde başarılı olursa, o zaman belki CHP yeni arayışlara girebilir.
AKP İLE CEMAAT ARASINDAKİ MÜCADELE SÜRECEK
Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen medya gruplarına bir operasyon oldu. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülen hareketi ile AKP’nin belirli bir sürece kadar ittifak yaptığı biliniyor. Ve bunların iktidarlara nasıl taşındığı ve ne amaçla taşındığı da biliniyor. Türkiye bir model yapılacaktı Ortadoğu için. Çünkü bir NATO ülkesi. Kapitalist modernist güçler, bu model ülkeyi güya Ortadoğu’ya dayatacaktı. İktidar İslamı dediğimiz İslamı egemen kılacaklardı, böyle bu temelde dizayn edeceklerdi. Ama işler umulduğu gibi gelişmedi. AKP bu desteği alarak kendi iktidarını güçlendirmeyi ve bunun üzerinden de Ortadoğu’daki hegemonyasını geliştirmeyi amaçladı. ABD’nin, AB’nin, NATO’nun desteğini bu temelde kullandı. Bununla da AKP; NATO ve AB ülkeleriyle de çelişti. Dikkat edilirse, iktidara taşıyan güçler bu durumu görünce büyük rahatsızlık duymaya başladı, desteğini kesti. Onun için Türkiye uluslararası alanda yalnızlaştı. Bu döneme kadar, AKP-Fethullah ittifakı söz konusuydu. Bu ittifak iktidar olmak ve Türkiye’ye hakim olmak istedi. İkisinde de iktidar anlayışı olduğu için, iktidar hedefi olan güçler ittifaklar yaparlar, ama iktidara oynadıkları için de bu ittifakı belli bir yere kadar yürütürler. Ondan sonra, birbirleriyle de iktidar mücadelesine girerler. Hem kendilerine karşı olan güçlere karşı ittifak ettiler, hem de birbirlerini kullanmaya çalıştılar. AKP Fethullah Gülen’i daha çok Kürdistan’da kullandı. Fethullah Gülen hareketini yıpratmak istedi Kürdistan’da. Kürtlerin tepkisini de Fethullah Gülen hareketine yöneltmek istedi. Kendisinin atacağı bütün adımları Fethullah Gülen’e yaptırtarak, bir taşla iki kuş vurmak istedi. Burada da sonuç alacağını tahmin etti. Fethullah Gülen ise, Kürdistan’daki mücadeleyi yürüterek bu mücadelede sonuç alacağını düşündü. Kürdistan’da mücadeleyi yürütüp sonuç alan güç, Türkiye’de iktidara gelir. Bitiremeyen kendisi biter. Bunun örneği Çiller’de de görüldü.
Belki AKP Fethullah Gülen hareketine karşı belli adımlar attı. Ama hala bu mücadele sonuçlanmış değil. Fethullah Gülen hareketinin hangi tarihten örgütlenip geldiği biliniyor. İlk Komünizmle Mücadele Derneğini kuran odur Erzurum’da. O tarihten beri bir örgütlenmesi var. Sovyetler’e karşıydı. Sosyalist harekete karşıydı, Sovyetler’in dağılmasından sonra NATO yeni bir strateji geliştirdi. O hareket de o yeni stratejiye göre kendisini düzenledi. AKP, daha sonra ortaya çıkan bir hareket. Ama ikisi de iktidar İslamı hedefliyor.
Kendilerine karşı olan güçlerle mücadelede başarılı olmak için, bir dönem ittifak yaptılar. Birbirlerini kullandılar. Yapmak istediklerini birçok şeyi birbirlerine yaptırmaya çalıştılar. Birbirlerini yıpratmaya çalıştılar. Öyle bir noktaya geldi ki, artık çatışma kaçınılmaz hale geldi. Fethullah Gülen hareketi bir hamle yapmak istedi, AKP’nin etkisiz kılmak ve iktidarı tümden ele geçirmek için. Onda başarılı olamadı. Hamlesi en çok da MİT Müsteşarına yönelikti. Orada başarılı olsaydı, Erdoğan’ı hedefleyecekti ve iktidarın tümünü ele geçirecekti. Ama burada sonuç alamadı. Sonuç alamayınca, AKP bu sefer üzerine gitti ve bu süreç halen devam ediyor. Son yapılan operasyon da bununla bağlantılı.
(Yarın devam edecek)