23 Aralık 2014 00:59

David Graeber: Rojava’dan on yaş genç döndüm

Üç ay kadar önce dünyanın neden Rojava’daki demokratik modelle ilgilenmediği üzerine bir yazı yazan antropolog, aktivist David Graeber, Cizire kantonunda on gün geçirdi. Graeber’la tanık olduklarını, hayata geçirilmeye çalışılan özyönetim modelini neden “tarihi” bulduğunu konuştuk.

Paylaş

Pınar ÖĞÜNÇ
pinar@pinarogunc.com

Şu anda London School of Economics’te profesör olan David Graeber, daha ziyade ekonomik ve sosyal boyutlarında yoğunlaşmış bir antropolog. Anarşizmi bir kimlik olarak taşımayı tercih etmediğinden kendisine “anarşist antropolog” denmesinden hazzetmiyor lakin anarşizm fikir ürettiği mühim konulardan. Kendisi aynı zamanda 2000’lerin başından beri “işgal” temalı toplumsal hareketlerin içinde fikren olduğu kadar fiziken yer alan bir aktivist. Occupy Wall Street hereketinin “Biz yüzde 99’uz” sloganıyla hatırlanmasında büyük pay kendisine ait. Tersine Devrimler (Everest Yayınları) ve Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar (Boğaziçi Üni. Yayınları) adlı kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş.
Graeber, bu yıl 8 Ekim’de The Guardian gazetesine “Dünya Suriye’deki devrimci Kürtleri neden görmezden geliyor?” başlıklı bir yazı yazdı. Lafa İspanya Cumhuriyeti’ni savunmak için 1937’de Enternasyonel Tugay gönüllüsü olan babasından giriyor, iki tarihi hadisenin farklılıklarını teslim ederek İspanyol devrimcileriyle Rojava’da savaşanlar arasında paralellik kuruyordu. Dünyanın dikkatini çekmeye çalıştığı asıl konuysa Suriyeli Kürtlerin sadece bağımsızlıklarını değil, üç kantonda özyönetimle “tarihe geçecek bir demokratik deneyi” de savunmaya çalıştıklarıydı.
Şöyle bitiriyordu yazısını: “Eğer bugün Franco’nun yalandan dindar, katliamcı Falanjistlerine benzer birleri varsa o IŞİD değil de kimdir? Eğer bugün İspanya’nın özgür kadınlarına benzer birileri varsa Kobanê’de barikatları savunan cesur kadınlar değil de kimdir? Dünya kamuoyu, bu kez en vahimi de uluslararası sol, tarihin tekerrürüne izin vererek bu suça ortak mı olacak?”
David Graeber, bu ayın başında ABD’den ve Avrupa’dan konuya yakın akademisyen ve öğrencilerden oluşan sekiz kişilik bir grupla Cizire kantonunda on gün geçirdi. Derik’te, Rimelan’da, Amude’de, Quamişlo’da, Serekaniye’de iki yıldır hayata geçirilmeye çalışılan demokratik özerklik modelini ve pratikleri inceledi, bir sürü soru sordu, insanları dinledi. Bu arada ekiptekilerden biri de Abdullah Öcalan’ın sıkça referans verdiği Murray Bookchin’in uzun dönem aynı mevzularda çalışma ve ayrıca hayat arkadaşı olan, Kürt hareketini de yakından takip eden Janet Beihl’di.
Graeber, Cizire’den büyük bir heyecanla döndü, tanık olduklarını büyük bir heyecanla anlattı.

Ekim ayında The Guardian gazetesine yazdığınız dünyanın neden Suriyeli Kürtlerin “demokratik deneyini” görmezden geldiğini soran yazınız Türkiye’de de belli çevrelerde çok konuşulmuştu. Bu deneyi yakından gözlediğiniz on gün bunun cevabını verdi mi, yoksa yeni sorularla mı döndünüz?
Rojava’da yaşananın gerçekten devrim olduğuna dair içinde kuşku bulunan ya da her şeyin sadece bir vitrin düzenlemesi olduğunu düşünen birinin gidip görmesinin tüm bu fikirleri ilelebet unutturacağını söyleyebilirim. Hâlâ böyle konuşan insanlar var: Bu sadece PKK’nin bir cephesi, PKK de radikal demokrasiyi benimsemiş numarası yapan Stalinist otoriter bir örgüt... Hayır. Tamamen samimiler. Bu da gerçek bir devrim. Fakat bir açıdan gerçek mesele de bu. Büyük güçler kendilerini artık asla hakiki devrimler olamayacağı ideolojisine adamış durumdalar. Aynı esnada solda duran birçokları, hatta radikal sol da üstü kapalı biçimde aynı çıkarıma varan bir politikayı benimsemiş görünüyor; hâlâ yüzeysel devrimci bir patırtı çıkarıyor olsalar dahi böyle. Seçtikleri o bir çeşit bağnaz “anti-emperyalist” fikrî çerçeve, kayda değer oyuncuların hükümetler ile kapitalistler, üzerine konuşmayı hak eden yegane oyunun da bu olduğunu farz ediyor. Mütemadiyen bir savaş sürdürdüğünüz, hayali kötü adamlar yarattığınız, petrolü ve diğer kaynakları ele geçirdiğiniz, hamilik ağlarının inşa edildiği bir oyun bu; şu an buralardaki tek oyun. Rojava’daki insanlar “Biz bu oyunu oynamak istemiyoruz” diyorlar, “Biz yenisini yaratmak istiyoruz.” Çok kişi bunu kafa karıştırıcı ve rahatsız edici bulduğundan tüm bunların gerçekten yaşanmadığına, bu insanların da kandırılmış ya da düzenbaz ya da naif olduğuna inanmayı tercih ediyor.

O yazı çıktıktan sonra geçen zamanda farklı politik hareketlerden Rojava’yla dayanışanlar oldu. Ana akım dünya medyasında heyecanla yazılmış genişçe haberler çıktı. Ve tabii Rojava’nın politik kabulü bir nebze daha arttı. Tüm bunlar o tarihten beri önemli değişikliklerse de “demokratik özerklik” deneyinin hâlâ yeterince konuşulduğunu düşünüyor musunuz? Var olan alakada “Çağımızın belası IŞİD’e karşı savaşan cesur insanlar” fikri ne kadar ağır basıyor sizce?
Batı’da bu kadar çok insanın örneğin silahlı feminist birlikleri görüp de bunun arkasında yatan fikir üzerine asla düşünmeyişini çok manidar buluyorum. Bir şekilde olmuş zannediyorlar. “Galiba bir Kürt geleneği” diyorlar. Bu elbette ki bir miktar oryantalizm içeriyor ya da basit ırkçılık. Kürdistan’da da insanların Judith Butler okuyabileceği akıllarına gelmiyor. En iyi ihtimalle “Demokraside ve kadın haklarında Batı standartlarına gelmeye çalışıyorlar. Acaba bunu gerçekten istiyorlar mı yoksa yabancılar beğeniyor diye mi yapıyorlar?” diyorlar. Tüm bunları “Batı standartları” denilenin ötesinde bir yere taşıma ihtimallerini, Batı’nın sadece sahip olma iddiasındaki kimi değerlerine Kürtlerin samimiyetle inanabileceklerini düşünemiyorlar. 

Rojava’da şahit olduğunuz kadarıyla demokratik özerklik pratiğinde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Çok fazla etkileyen şey vardı. Bir kere aynı politik güçler tarafından oluşturulmuş ikili bir iktidar sistemini dünyanın başka bir yerinde duyduğumu sanmıyorum. Demokratik özyönetimde aslında meclis, bakan vesaire gibi devletlere mahsus unsurlar ve tuzaklar mevcut fakat tüm bunlar baskıcı bir iktidar alanı yaratmamak için de özenle ayrılmış. Diğer tarafta aşağıdan yukarı doğru demokratik kurumsallaşmayı sağlayan TEV-DEM var. Şu kritik bir nokta ki güvenlik güçleri nihai olarak yukarıdan aşağı doğru örgütlenen yapıya değil, aşağıdan yukarı doğru inşa edilmiş demokratik yapılara hesap veriyor. İlk ziyaret ettiğimiz yerlerden biri Asayiş Akademisi oldu. Şiddetsiz çatışma çözümü ve feminist teori kursları almadan bir kişinin silaha dokunması mümkün değil. Eşbaşkanlar bize tüm halka altışar aylık asayiş eğitimi vermek istediklerini ve son kertede polis gücünü tamamen ortadan kaldırmayı hedeflediklerini anlattı örneğin. 
 

Başta sizin de andığınız solda Rojava’ya dair “bağnaz anti-emperyalist” çerçeve içinde olması gerekmiyor; Batı’nın, emperyalizmin bugün verdiği desteği Suriyeli Kürtlere bir gün ödeteceği fikrine ne diyorsunuz? Ulus-devlet fikrine yanaşmayan, antikapitalist bu model o taraftan nasıl görünüyor? Şu an hem de bizzat kendilerinin yarattığı düşmana karşı canı gönülden savaşan Kürtlerin, savaş koşullarında bir miktar görmezden gelinebilecek bir deney mi?
ABD’nin ve Avrupa’nın bu devrimi yıkmak izin ellerinden geleni artlarına koymayacağı kesinlikle doğru. Bunu artık konuşmaya bile gerek yok. Orada görüştüğüm herkes de bunun bilincinde. Fakat bunu söylerken ABD ya da diyelim Fransa gibi Avro-Amerikan güçlerle, Türkiye, İran ya da Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler arasında da öyle derin bir ayrım da yapmıyorlar. Hepsini, en iyi ihtimalle onlara katlanmaya ikna edilebilecek ama asla aynı tarafta yer alınamayacak, aynı derecede kapitalist, devletçi ve bu yüzden devrim karşıtı sayıyorlar. Bir de çok daha karmaşık olan, uluslararası toplum dediğimiz, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu gibi kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, insan hakları örgütleri meselesi var. Bunların hepsi aslında devletçi bir yapıyı, kanun yapan ve kanunların uygulanmasında zorlayıcılık tekeli bulunan hükümet anlayışını kabul eden küresel sistemin parçası. Cizire’de sadece bir havaalanı var ve o da Suriye hükümetinin kontrolü altında. İsteseler anında alabileceklerini söylüyorlar. Bunu yapmamalarının bir sebebi, devlet olmayan bir yapı bir havaalanını nasıl işletir? Havaalanlarında yaptığınız her şey, bir devletin yapacağı farz edilen uluslararası düzenlemelerin konusu.

Dünyada halkların belli nedenlerden nefes alamadığı günlerde, Rojava seyahatiniz size ilham verdi mi? Halkların nefesini açacak ilaç ne?
Fevkaladeydi. Bütün hayatım tam da böyle şeyleri uzak bir gelecekte nasıl beceririz diye düşünmekle geçti ve birçok kişi bunu hayal ettiğim için bana deli gözüyle bakıyordu. İşte bu insanlar şu an yapıyorlar. Gerçekten eşitlikçi ve demokratik bir toplumun olabilirliğini kanıtlarlarsa, bu deney halkların insanlığın kapasitesine dair fikrini dönüştürecek. Şahsen ben sadece 10 gün geçirerek Rojava’dan 10 yaş genç döndüm.

KATILIMCI OLANLAR KESİNLİKLE SADECE KÜRTLER DEĞİL

Rojava’daki demokratik özerklik deneyine yönelik eleştirileri size sorayım. “Savaş koşulları olmasaydı böyle bir şey hayata geçemezdi” deniyor örneğin.
Ağır savaş koşullarıyla yüzleşen politik hareketlerin büyük kısmı, tam da bu koşullarda ölüm cezasını kaldırmaz, gizli emniyet teşkilatını lağvetmez, ordularını demokratize etmezdi diye düşünüyorum. Askeri birlikler yöneticilerini kendileri seçiyor şu anda. 

Türkiye’de hükümete yakın cenahın sık kullandığı bir argüman da “PKK ve PYD çizgisinin dayattığı bu model o toprakların tüm halkları tarafından benimsenmiş değil. O çok dilli, kültürlü, inançlı yapı da bir tür vitrin.”
Cizire kantonunun eşbaşkanlarından biri bir Arap, hatta bölgenin önemli aşiretlerinden birinin lideri. Onun sadece göstermelik bir figür olduğunu düşünebilirsiniz. Bu anlamda bütün hükümet öyle gelebilir. Fakat asıl aşağıdan yukarı örgütlenmelere bakarsanız, katılımcı olanlar kesinlikle sadece Kürtler değil. Bana orada söylenene göre asıl sorun, 1950’li ve 60’lı yıllarda Baas rejiminin uluslararası bir politikanın parçası olarak Kürtleri asimile ve marjinalize etmek için Suriye’nin diğer bölgelerinden getirilenlerle yarattığı kimi Arap Kuşağı yerleşimleri. Anlattıklarına göre bu grupların bir kısmı devrime hiç de dostça yaklaşmıyor. Fakat kuşaklardır orada olan Araplar ya da Asuriler, Kırgızlar, Çeçenler ve daha birçokları gayet coşkulular. Konuştuğumuz Asuriler, rejimle uzun süren çok zor bir ilişkinin ardından, nihayet dini ve kültürel özerkliklerini özgürce yaşayabileceklerini hissettiklerini söyledi. Muhtemelen en zorlu mesele kadın özgürlüğü. PYD ve TEV-DEM bunu devrimin kesinlikle en merkezi fikri olarak görüyor. Fakat aynı zamanda bunun temel dini kaidelere uymadığını düşünen Arap topluluklarla daha geniş çaplı ittifaklar kurmakta sorun yaşıyorlar. Örneğin Süryanilerin kendi kadın örgütlenmesi var ama Arapların yok. Toplumsal cinsiyet meseleleri etrafında örgütlenmek ya da feminist seminerler almak isteyen Arap kadınları bunu Asurilerle, hatta Kürtlerle birlikte yapmak zorunda. 

Yarın: Yeni Ortadoğu, Kürdistanların geleceği ve 50 sene sonra kapitalizm...

 

ÖNCEKİ HABER

Kandil oyalamaya karşı tetikte duruyor

SONRAKİ HABER

Acil çalışanı nefes almadan çalışıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa