Zirve Yayınevi davası cezasızlık yolunda
Rahip Santoro ve Hrant Dink'in cinayetlerinin ardından Türkiye'de yaşanan yabancılara dönük gerçekleştirilen en önemli saldırı, 3 çalışanın boğazları kesilerek vahşice katledildiği Zirve Yayınevi katliamı oldu. 18 Nisan 2007 tarihinde yaşanan olayda, cinayetleri işleyenler olay yerinde yakalanmasına, bağlantıları Ergenekon'dan yargılanan üst düzey askeri yetkililere ulaşmasına rağmen azmettirici olarak yargılanan Varol Bülent Aral dışındaki tüm sanıkların tahliye edilmesiyle, bu katliam da tıpkı diğerleri gibi cezasızlık yolunda.
Rahip Santoro ve Hrant Dink'in cinayetlerinin ardından Türkiye'de yaşanan yabancılara dönük gerçekleştirilen en önemli saldırı, 3 çalışanın boğazları kesilerek vahşice katledildiği Zirve Yayınevi katliamı oldu. 18 Nisan 2007 tarihinde yaşanan olayda, cinayetleri işleyenler olay yerinde yakalanmasına, bağlantıları Ergenekon'dan yargılanan üst düzey askeri yetkililere ulaşmasına rağmen azmettirici olarak yargılanan Varol Bülent Aral dışındaki tüm sanıkların tahliye edilmesiyle, bu katliam da tıpkı diğerleri gibi cezasızlık yolunda.
Malatya'daki Zirve Yayınevi çalışanları Alman Tilman Ekkehart Geske, Hıristiyanlığı seçem türk çalışanlar Necati Aydın ve Uğur Yüksel, "misyonerlik faaliyetleri" yaptıkları gerekçesiyle 18 Nisan 2007 tarihinde katledildi. Gerçekleştirilen cinayet, Rahip Santoro'nun 5 Şubat 2006'da Trabzon'da 16 yaşında bir gencin saldırısı sonucu öldürülmesi, Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de İstanbul'da Agos gazetesinin önünde 17 yaşındaki Ogün Samast tarafından yapılan suikast sonucu katledilmesi sonrasında Türkiye'de yaşanan azınlıklara dönük gelişen saldırı dalgasının sonraki halkası oldu. Öyle ki bu saldırıdan aylar sonra 16 Aralık 2007 tarihinde İzmir'de, yine 19 yaşındaki bir gencin bıçaklı saldırısına uğrayan Saint Antoine Kilisesi'nin rahibi olan Adriano Francini de ölümden dönmüştü.
Bu saldırıları gerçekleştiren saldırganların profillerinin birbirleriyle olan benzerliği, saldırıların tek bir merkezden alındığına dair onlarca işaretten biriydi.
Kentin en merkezi yeri olan Niyazi Mısr-i Mahallesi'ndeki Ağbaba İşhanı'nın üçüncü katında yer alan yayınevinin daha önce Kayra olan ismi, saldırıdan bir yıl önce Zirve olarak değiştirmişti. Gündüz ortası gerçekleşen katliamdan, yakınlarına ulaşamayan ailelerinin aradığı polislerin yayınevine gitmesiyle haberdar olundu. Ancak polis olay yerine geldiği sırada daha saldırganlar binadan ayrılmış değildi.
Polis saldırganlardan Salih Gürler, Cuma Özdemir, Hamit Çeker ve Abuzer Yıldırım'ı olay yerinde, Emre Günaydın'ı ise üçüncü katın penceresinden atlayıp kaçmak isterken yakalayıp, gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan bu 5 kişi, çıkarıldıkları mahkemece hemen tutuklandı. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından haklarında dava açılan 5 sanık, "silahlı terör örgütü kurmak, örgüt yöneticisi olmak, silahlı terör örgütü üyesi olmak, silahlı terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde birden fazla adam öldürmek, işyeri dokunulmazlığını bozmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek" suçlamasıyla yargılanmaya başladı.
32 SORUŞTURMA DOSYASININ SADECE 8'İ CİNAYETLE İLGİLİ
23 Kasım 2007 tarihinde kovuşturulmasına başlanan davanın müdahil avukatlarına gönderilen 32 soruşturma klasöründen sadece 7-8 tanesi cinayetle ilgili araştırmalara yer veriyordu. Geri kalan klasörler, Malatya'daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgiliydi.
GÜNAYDIN İLE HASTANEDE KİMLER GÖRÜŞTÜ?
Cinayetin en önemli sanığı Emre Günaydın, olay günü kaçmaya çalışırken yaralı olarak yakalanması sonrası tedavi için İnönü Üniversitesi Araştırma Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Hastanede zanlının kaldığı oda 24 saat çift kamerayla izleniyor, böylece ziyaretine kimlerin geldiği tespit edilebiliyordu. Ancak tıpkı Zirve Yayınevi cinayetinden birkaç ay önce işlenen Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi bu davada da kamera kayıtları imha edildi. Emre Günaydın'ın odasının kaydedildiği kameraların sesli kayıt özelliği olmadığı için yenileriyle değiştirildiği fakat eski kameralarla kaydedilen on günlük kamera kayıtların imha edildiği ileri sürüldü. Daha sonra savcılık kayıtların kendilerine teslim edildiğini bildirdi.
Cinayet mahallinde bulunan kurusıkı silahlardan birinin ise cinayetten iki gün önce zanlıların rastgele ateş açması sonucu etraftakilerin yaptığı şikayetle polis tarafından durdurulan kiralık araçlarında bulunup, el konulan silahlardan biri olduğu iddia edildi.
HABER KONUSU DEĞİL, HABERİ YAZANLAR SORUŞTURULDU!
Malatya Başsavcılığı, bu yüzden Malatya Önleyici Hizmetler Şubesi'nde görevli polis ekipleri ile Beydağı Polis Merkezi'nde adli evrak düzenleyen polisler hakkında "görevi ihmal" suçundan soruşturma başlattı.
Yine zanlılardan Abuzer Yıldırım ile cinayet öncesi mesajlaşan bir numaranın Kartal Cumhuriyet Savcısı üzerine kayıtlı olduğu anlaşıldı. Bu konunun üzerine eğilinecek yerde ise bunu haber yapan dokuz gazeteci hakkında "kişilik haklarını ihlal etmek" suçundan soruşturma başlatıldı.
Katliamla ile ilgili açılan kamu davası devam ederken de Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından CMK 250. Madde ile yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na, İlker Çınar imzalı 8 sayfalık bir ihbar mektubu ile ekinde internet çıktısı birtakım belgeler gönderildi. Bu belgelerde, Ergenekon'un misyonerlikle ilgili faaliyetleri ile Zirve Yayınevi cinayetinin bu kapsamda işlendiğini gösteren ayrıntılı bilgilerin yer aldı. Bunun üzerine İlker Çınar'ın verdiği bilgilerin önemi ve can güvenliği dikkate alınarak 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu gereği hakkında koruma tedbiri uygulandı ve kendisine "Deniz Uygar" ismi verilerek gizli tanık olarak iki kez ifadesi alındı.
ERGENEKON'A UZANDI
Bu soruşturma devam ettiği esnada yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na 11 Mart 2011 tarihli bir ihbar mektubu ve ekinde bir adet CD gönderildi. Savcılık gerekli incelemenin yapılması için ihbar mektubu ve eklerini İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne gönderdi. Bu CD içerisindeki ses kaydında gizli tanık "Deniz Uygar"ın yani İlker Çınar'ın ifadelerini doğrular bilgilerin yer aldığının görülmesi üzerine kendisinin tekrar ifadesi alındı. Alınan ifadelerinde Zirve Yayınevi cinayeti öncesi ve sonrasına dair teyit edilebilir ve tutarlı beyanlarda bulunduğunun anlaşılması üzerine İlker Çınar'ın ifadesinde ismi geçen şahıslar hakkında açılan soruşturma kapsamında Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Mehmet Ülger'in de aralarında yer aldığı dokuz kişi, teknik takibe alındı ve evlerinde aramalar yapıldı. Şüpheliler, 21 Mart 2011 tarihinde çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Devam eden soruşturma süresince ise aralarında Hulki Cevizoğlu, Hakan Kalyoncuoğlu ve Ergenekon davasının tutuklu sanığı Emekli Orgeneral Ahmet Hurşit Tolon'un da yer aldığı dokuz kişinin daha ifadesi alındı. Soruşturma devam ederken kimliği deşifre olan İlker Çınar'ın bu kez şüpheli sıfatıyla iki kez ifadesi alındı.
Soruşturma süresince gönderilen beş ayrı ihbar mektubunda yine dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Mehmet Ülger'in cinayetleri azmettirdiğine dair bilgiler yer alıyordu. Mehmet Ülger'in cinayeti Ruhi Abat, Haydar Yeşil ve Mehmet Çolak ile birlikte planladığı, olaya meşru bir zemin oluşturmak için cinayet öncesinde basın ve yayın yoluyla akademik çalışmalar yapıldığı, çeşitli toplantı mekanlarında görüşüldüğü, Mehmet Ülger'in Kayseri Jandarma Bölük Komutanlığı'nda bir brifing verdiği ve daha sonra üstlerine de sunduğu bu brifing metninde maktullerle ilgili ayrıntılı bilgilerin yer aldığı, olay yerine ilk gelen polis ekipleriyle birlikte Mehmet Ülger'in de geldiği, cinayet sanıklarından birinin üzerinde bulunan cep telefonu sim kartının Mehmet Ülger tarafından cezaevine gidilerek alındığı ve kendisine yeni bir sim kart verildiği, işlenen cinayetin Ergenekon Malatya Hücresi'nin planladığı bir cinayet olduğuna dair yer alan hususlar, İlker Çınar'ın ifadeleri ile örtüştü.
ASKERLERE EK İDDİANAME
Elde edilen bu bilgi ve belgeler sonucu Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, dosya ile ilgili Emekli Orgeneral Ahmet Hurşit Tolon ve Mehmet Ülger'in de aralarında olduğu 19 kişi hakkında "silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme ve nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme" suçlarından dava açtı.
2 Nisan 2013 tarihli duruşma ve GKB'den gelen bilgi notu
Kamuoyuna yansıyan bu iddialara tepki olarak Genelkurmay Başkanlığı, 15 Şubat 2013 tarihinde resmi internet sitesinde yaptığı açıklamayla Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın 1952 yılında dönemin Başbakanı ve 10 bakanının, Genelkurmay Başkanı ile birlikte aldığı bir karar ile "Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikleri" adıyla kurulduğunu, 1970 yılında "Özel Harp Dairesi" adını aldığını ve 1992 yılından itibaren de adının "Özel Kuvvetler Komutanlığı" olarak değiştirildiğini, gizli veya illegal bir yapılanma olmadığını, faaliyetlerinin de illegal olmadığını açıkladı. Mahkemesi ise, Genelkurmay'a iddianamede yer alan TSK bünyesindeki "Siyah" ve "Beyaz Kuvvetlerin" varlığını sordu.
İddianamede TUSHAD'a bağlı "Siyah Kuvvetler" ile "Beyaz Kuvvetlerin" JİTEM ile koordinasyon halinde Rahip Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetlerini gerçekleştirdikleri iddia ediliyordu.
JİTEM BELGELERİ İSTENDİ
Emekli Orgeneral Hurşit Tolon ve Malatya Jandarma eski Alay Komutanı Mehmet Ülger'in de sanıkları arasında bulunduğu davada mahkeme heyeti, Ergenekon ve Balyoz davalarının gerekçeli kararlarını, arama ve el koyma tutanaklarını, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen JİTEM ve Musa Anter davalarının iddianamelerini ve JİTEM'le ilgili evrakları ve Ergenekon, Balyoz davalarına ait dosyalarını istedi.
'SİYAH VE BEYAZ KUVVETLER'
Genelkurmay Başkanlığı'nın gönderdiği bilgi notu, 2 Nisan 2013 tarihli duruşmada okundu. Bu notta, Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığı'nın 16 Bölge Başkanlığı'ndan oluştuğu belirtiliyor ve görevi "Barış zamanında ülkemizin işgale uğraması muhtemel bölgelerinde görev alacak yedek personelin milli seferberlik sistemi içerisinde tespit, teklif ve eğitim görevlerini yürütmek" olarak açıklanıyordu. Personelin yaş ve yeteneklerine göre tasnif edildiği, arazide görev yapacak olanların "Siyah Kuvvetler", meskun mahalde görev yapacakların ise "Beyaz Kuvvetler" olarak adlandırıldığı, yedek personel vasfını kaybedenlerin ise "Turuncu Personel" olarak nitelendirildiği açıklandı. Kişilerin böyle bir sınıflandırma hakkında bilgilerinin olamadığı da belirtildi. Ayrıca "Siyah Kuvvetlerin, seferde arazide görev almak üzere askerliğini komando olarak yapmış, yedek personel niteliklerine uygun olanların içerisinden seçilerek pusu, baskın, keşif, ikmal ve haberleşme konularında temel eğitime tabi tutulduğu"; "Beyaz Kuvvetlerin ise keşif, gözetleme, mukavemet, ikmal, bilgi toplama, haberleşme gibi konularda eğitimden geçirildiği" belirtildi.
Hakkında darbe hazırlamak için katliam ve cinayetler tasarlamak konusunda iddiaların bulunduğu bu kurumun, Milli Savunma Bakanlığı'ndan emir aldığı, legal bir yapılanma olduğu, üyelerinin deşifre edilmemesi gerektiği de bilgi notunda yer aldı.
TAHLİYELER BAŞLADI
Tüm bu bilgi ve belgelere rağmen diğerlerinde olduğu azınlıklara yönelik bu saldırıda da henüz sonuca ulaşılamadı. Dava kapsamında yargılanan tutuklu sanıklardan Emre Günaydın, Abuzer Yıldırım, Cuma Özdemir, Hamit Çeker ve Salih Gürler, tutukluluk sürelerinin 5 yılı aşması üzerine geçtiğimiz yıl 8 Mart'ta, Emekli Orgeneral Hurşit Tolon da 10 Haziran 2014'te tahliye edildi. 24 Haziran'da görülen son duruşmada ise tutuklu astsubaylar Abdullah Atılgan ve Murat Göktürk, Uzman Çavuş Mehmet Çolak ile Levent Ercan Gelegen "denetimli serbestlik" kararıyla tahliye edildi.
Yine tutuklu bulunan Emekli Albay Mehmet Ülger, öğretim görevlisi Ruhi Abat ve Binbaşı Haydar Yeşil hakkında ise 23 Ocak 2015 tarihinde görülen son duruşmada mahkeme tarafından tahliye kararı verildi. 3 sanığın tahliye edilmesiyle birlikte davada tek tutuklu olarak azmettirici iddiasıyla yargılanan Varol Bülent Aral kaldı. (Malatya/DİHA)