29 Mart 2015 03:42

‘Mendilimde Kan Sesleri’nin Ahmet Ağbi’sini kaybettik!

O gecenin ve tek fotoğrafının ardından belki yalnız belki yine Ali Hüsrevoğlu ile Ahmet Gayretli’yi ziyaret etmişliğim oldu. Sonra devlet bir gün beni -yıl 1993’tür ve güzdür- Sarız’a memur etmiştir, sürmüştür. Bundan sonrası Mendilimde Kan Sesleri’nin anlamını ve kime yazıldığını öğrenmekle ve Ahmet Gayretli’ye tekrardan ulaşma arzusuyla geçmiştir.

Paylaş

Halim ŞAFAK

“Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.”

Aşağı yukarı iki yılı geçkin zamandır doksanların başında Ali Hüsrevoğlu’nun tanıştırdığı birkaç kez ancak görüştüğümüz sonra izini kaybettiğimiz, kaybolduğumuz Ahmet Gayretli’ye, yani “Kızıl Ahmet’e” gitmeye onu tekrardan bulmaya çalışıyordum.  (1926-25 Mart 2015) Bundan yedi-sekiz ay önce bulduğumuz adresin peşinden gitmemiz sonuç vermedi, onun evi yerine karşımıza başka birinin evi çıktı ve Ahmet Gayretli o eski apartmanda hiç yaşamamıştı. Bunun Ahmet Gayretli’ye dönük koruma ya da yalnızlaştırma temelli bir tavrın sonucu olduğunu ise ancak ölümünden sonra aynı apartmana varınca anlayabildim.
Bu arada ben kaç rakı masasında Edip Cansever’in kitabını çıkarıp “Mendilimde Kan Sesleri”ni yüksek sesle okudum bilmiyorum. Bunu Ahmet Gayretli ve bizdeki imgesinin son insanlığı olarak kabul etmeliyiz. Üç-beş yıl boyunca sürekli Ahmet Gayretli’nin hayaletinin aramızda dolaşması bizi konuşmaya çağırması rakı masalarında tutması elimize Edip Cansever’in şiir kitabını tutuşturması bize çok iyi gelmişti
En başa gidelim… Doksanların başında Ali Hüsrevoğlu yani dünyanın Felaket Ali’si, Ahmet Gayretli’yi bulup getirip Talas’taki güneş görmez evin oturma odasına orda da sehpanın üstüne yerleşmiş rakı tepsisinin sağına oturttuğunda çok şeyden haberli bile değildim.
Ahmet Gayretli eski tüfeklerden biriydi ve hala öyleydi. Ondan da önemlisi gelecek düşüncesine ve dünyayı değiştirmeye inanmış bir sosyalistti. Gesi Bağları’nı ve Ali Dağı ezgisini kaidesiyle ve tam bir sakinlikle o yaşta söyleyebilen biriydi. (Sonra yine öğrendik ki, ezgiler konusunda epeyi bir birikime ve ezbere sahipti.) Öyleydi ve bunun hikâyesi de vardı. Ahmet Gayretli 1951 TKP tutuklamalarından sonra Harbiye Askeri Cezaevinde ve başka cezaevlerinde Ruhi Su, Vedat Türkali gibi dönemin sol sanatçıları ile yatmıştır. O yıllarda Ali Hüsrevoğlu’nun anlattığı doğruysa Ahmet Gayretli bir ezgiye başladığında Ruhi Su saygıyla susar ve dinlermiş.
Hatırda tutulması gereken asıl ayrıntı ise Ahmet Gayretli ve arkadaşlarının Adana’ya sevkidir. Hepsi birbirine zincirlidir, bileklerine kan oturmuştur ve Hasan dağı tüm heybetiyle karşılarındadır. Ruhi Su ünlü “Hasan dağı Hasan dağı  /Eğil eğil, eğil bir bak/  /Sıkıyor zincir bileği / Jandarmada din iman yok /…/   Gidiyor kalktı göçümüz /   Gülmez, ağlamaz içimiz/  İnsan olmaktı suçumuz/  Hasan Dağı, insan olmak /…/ Koçhisar üstünden bora / Gülek bir karanlık dere / Sıradağlar sıra sıra/  Çukurova ana toprak” ezgisini o sevkiyatın etkisiyle yazıp, besteleyip söylemiştir.  
Bu Ahmet Gayretli’nin Edip Cansever’in Mendilimdeki Kan Sesleri’nin konusu Ahmet Abi olduğunu bilen biliyorsa da bizim için daha ortalıkta yoktur ya da çok sonradan öğrenilmiştir. Ali Hüsrevoğlu ile ben iyi kötü şiir karalıyor olsak da böyle bir bahis üçümüzün arasında geçmemiştir. Aslında bu biraz da Ahmet Gayretli’nin mütevazılığı ile ilgilidir belki de Ali Hüsrevoğlu’nun anlattıklarından Ahmet Abi’nin hikâyesine sıra gelmemiştir. Geçmiş gün Ahmet Abi’nin eski tüfekliği daha çok bizim ya da benim ilgi duyduğum yanı olmuş ve sözü hep orada tutmuş da olabiliriz.
O gecenin ve tek fotoğrafının ardından belki yalnız belki yine Ali Hüsrevoğlu ile Ahmet Gayretli’yi ziyaret etmişliğim oldu.  Sonra devlet bir gün beni -yıl 1993’tür ve güzdür- Sarız’a memur etmiştir, sürmüştür. Bundan sonrası Mendilimde Kan Sesleri’nin anlamını ve kime yazıldığını öğrenmekle ve Ahmet Gayretli’ye tekrardan ulaşma arzusuyla geçmiştir. Telefon defterindeki numara bu noktada hiçbir şey yapmamıştır. Kavaklı Petrol’ün etrafında dolanmalar da bir şey yapmamıştır. Sonrası ise öyle konuşup sonra da bugün gelen ölüm haberiyle tamamlanmıştır. Kayseri’li “Kızıl Ahmet” ölen yoldaşlarının yanına sessizce yine yoldaşları tarafından uğurlanmıştır.
Ama ondan önce Mendilimde Kan Sesleri anlattığım hikâyeyle benim Edip Cansever okurluğuma da bağlı olarak şiirlerin daha da en önüne geçmiştir. Çünkü ortalıkta ölüm haberi yoktur ve Ahmet Abi bir yerlerde yaşamaktadır. Bir şeyler daha bulur çıkarırım diye yineliyorum: yan yana geldiğimizde biraz saygıdan biraz da Ali Hüsrevoğlu’nun ortamdaki etkisinden olacak ki pek bir şey konuşma şansımız olmadı ya da öyle oldu diye hatırlıyorum. Yaşlı sesiyle söylediği ezgileri saymazsak daha çok Ali Hüsrevoğlu’nun ve rakının belirlediği bir ortamda o da bir kez bulunduk. Belki bir belki iki kez evine gitmişliğimiz oldu ama orda da neler konuştuğumuz neler anlattığımız konusunda pek bir düşünce sahibi değilim ya da hatırlamıyorum.
Sonra anladım ki artık aynı şehirde yaşıyor olmak aynı şehirde yaşamak olmuyor. Çünkü anladık ve yaşadık ki şehirler artık yalnızca alışveriş yapılan yerler olup çıkmış. Biz direndiğimizi sansak da buna pek karşı koyamamışız ya da karşı koysak da pek bir şey yapamamışız, geri çekilip durmuşuz ve dünyayı öylece bırakmışız.
Hem kendimizi hem de bir başkasını böylelikle yalnız bırakmışız demek istiyorum. Şehirler ve orda yaşayan ahaliler için bunun artık bir şey yapılamaz ve yaşayıp yaşamadığımız kuşkulu hale gelmiş bir acı olduğunu söyleyeceğim. Kuşkulu diyorum çünkü günümüz dünyasında duyduğum ve yaşadığım sandığım hiçbir şeyden emin değilim. Kuşku dediğim şeyin gerçekten kuşku olup olmadığını da bilmiyorum.
Yalnızlıkla birkaç arkadaşın hatırladığı ve arayıp sorduğuyla ölüp gitmenin en azından Ahmet Gayretli’nin tercihi olduğunu dünyayı bunu yaşamak için değiştirmeyi arzu ettiğini ve bunun için mücadele ederken cezaevlerine düştüğünü ve yıllarca yattığını, sürgünlere gittiğini, devletin kara listesine girdiğini sanmıyorum.
Dünyanın bize sunduğu bizim bir şey yapamadığımız, yapsak da sonuç alamadığımız gerçek budur. İnsanın iyi bir gelecek düşü sonunda ve bir kez daha onun yalnızlığının öyle yaşayıp ve ölüp gitmesinin nedeni olmuştur.  Dünyanın bize önerdiği ve dayattığı tabii budur ama gelecek / devrim düşü olanların birbirini yalnız bırakması başka bir şeydir. Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiiri bahsinde bağışlanmayı istediğim asıl mesele de budur.

ÖNCEKİ HABER

‘Esad devrilmediyse Sünnilerin sayesinde’

SONRAKİ HABER

Kanıta ihtiyaç duyan üzgünlük: Roboskî

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa