24 Ağustos 2015 00:43

Forum: Barışı kazanmak için ne yapmalı?

Aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere sormaya devam ediyoruz: Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için sizce neler yapılmalı?

Paylaş

FORUM: BARIŞI KAZANMAK İÇİN NE YAPMALI?

Aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere sormaya devam ediyoruz: Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için sizce neler yapılmalı?

SABAHLARA NEREDE KİMLERİN CANININ YAKILDIĞI DARALMASIYLA UYANIYORUZ

Karin Karakaşlı (Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı ve Yazarı):

Savaş ortamı dehşet uyandırıcı bir hızla yaratıldı. HDP’nin barajı geçme ihtimali ile birlikte Başkanlık sistemini kurma azmindeki Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından alenen tehdit olarak kodlanmasıyla ilk işaret fişeği verilen süreç, HDP seçim bürolarına ve seçim otobüslerine yapılan saldırılarla başlayarak Diyarbakır mitinginin bombalanması ile sürdü. Kobane’de kurulmaya çalışılan hayata ellerinde çocuklar için topladıkları oyuncaklar ve akıllarında nice hayalle el vermek üzere Suruç’tan yola çıkmaya hazırlanan SGDF’li gençlere düzenlenen katliam ise bu yeni zamanın miladı oldu. IŞİD’e operasyon kisvesi altında Kandil’e yönelen ve kısa süre içinde Zergele, Lice, Varto, Siirt üzerinden bütün bölgede Kürt halkını ‘90’ların zulüm ortamına döndüren TSK ve Özel Harekat Timi saldırıları ve büyük şehirlerde SGDF başta olmak üzere sol, sosyalist muhalif gruplara gözaltılar yeni zaman cehenneminin taşlarını döşedi.
Şimdi sabahlara nerede kimlerin canının yakıldığı daralmasıyla uyanıyoruz. Haber alanları kısıtlı. Ekranlar ve ana akım medya hâlâ “Etkisiz hale getirilen teröristler” söylemi ile kuşatılmış. Aynı anda biz sesi kısılmaya çalışılan alternatif medya organları ve sosyal medyadan Varto’da işkence uygulanmış çıplak bedeni sokaklarda sürüklenen kadın gerilla Ekin Wan’ın haberine bakıyoruz dehşetle. Fark bu. Artık bilmiyordum lüksünün olmaması, hakikatin kıstırıldığı daracık damarı çatlatarak üzerimizde fışkırması. Ve şehit cenazelerinde Vatan sağ olsun sloganının yerini, sevdiklerini yok yere kaybetmiş insanların infialinin alması “Gazeteciler yazın, Cumhurbaşkanı bununla gurur duysun. Kardeşi kardeşe kırdırıyor. Allah razı olmasın onun evladı da böyle olsun” feryadı...
Şehit ve gerilla aileleri ile bir ağızdan aynı yalana isyanı haykırdığımız yerde barış umudu. O kadar acılı, o kadar kırılgan ve bir o kadar haklı ve güçlü bir yerde.
Gerisi hikaye.


7 HAZİRAN'A SAHİP ÇIKALIM!

Necmiye Alpay (Dilci):  

Şu an Türkiye’de iki süreç, daha doğrusu iki mantık, yan yana yürürlükte. Bunlardan birincisi belirli kesimlere egemen olmuş görünen savaş mantığıdır, ikincisi ise 7 Haziran 2015’in kazananı olan barış mantığı. Barışın kazanılması için bence 7 Haziran’a sımsıkı sahip çıkmak zorundayız.
Kürt sorununda da iki ana boyut var: 1) Güç boyutu; 2) Hak ve özgürlükler boyutu. Eğer bizim toplumumuzun temelleri bu ikincisi yönünde geliştirilip güçlendirilmiş olsaydı, başka pek çok sorunumuzun yanı sıra Kürt sorunumuz da doğmayacaktı.Cumhuriyet kulluktan yurttaşlığa geçiş dahil bazı temel hak ve özgürlüklerle kurulduysa da, biz halk olarak devletin yönünü kalıcı olarak o tarafa çeviremedik. Dümendekiler her dönemeçte güç boyutu ağır basan “çözüm”lere ağırlık verdiler, çünkü onlar açısından en kolayı ve işlerine en çok geleni oydu, şimdi de odur. Tersi olsaydı, biz halk olarak dümeni hak ve özgürlükler yönünde tutmayı başarabilmiş olsaydık, HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adayını çıkararak oyunu yüzde elli civarında artırdığında ve 7 Haziran’da bir yüzde elli daha artırıp barajı aştığında bütün toplum ilke açısından memnuniyet duyardı, çünkü bunun anlamı Kürt sorununun (kaza eseri doğduysa bile) demokratik ölçüler içinde çözülme yoluna girmesi olurdu.
 Oysa tam tersi oldu, dümendekiler durumu “kaosun habercisi” olarak algılamak istediler ve öylece ilan ettiler. Seçim sonuçlarını önemli bir demokratik zafer olarak algılayan bizler, bu uğursuz “kaos” söylemini acı bir tedirginlikle karşıladık: Kadir-i mutlak olma duygusu içindeki biri devlet gücünü kurnazlıkla ele geçirmişti ve bu gücün en açık ve en gizli, en gayrimeşru ve sonuçta trajik hamleleri art arda devreye girecekti. “Kaos” demek, gücü yeten yetene demekti. Ve öyle de oldu. Çözüm süreci boyunca sahne arkasında mayalanmış olan gücün kanunu, savaşın mantığını kuşanarak devreye girdi.
7 Haziran’a niçin sahip çıkmalıyız? Çünkü o seçimin sonuçları, hem kadir-i mutlak olma arzusuna verilmiş bir derstir, hem de bir hak ve özgürlükler bloku için sağlam bir temeldir. Yarattığı bilinç ve özgüvenle Barış Blokunun kurulmasını sağlayandır. Hak ve özgürlükler boyutunun “Türkiyelileşmesi”dir.
Barışı kazanmak dediğimizde artık yalnızca Kürt sorunundan söz etmiyoruz. Suriye meselesiyle birlikte, Türkiye açısından taraflar ikiden üçe çıktı. IŞİD Kobani’de Kürtlere cephe açmıştı ama, insanlığın bu yeni kabus yaratıklarının Türkiye’nin geniş kesimlerinde dolaysız bir tepki uyandırması ancak kollarını Türkiye’ye de doladığı açığa çıkınca mümkün oldu. Daha önce Kürt sorununu pek de dert edinmeyen çok geniş kesimlerin bu çoklu savaşa dikkat kesilmesi ve kadir-i mutlakçı çevrenin bu baptaki korkunç hatalarını görmesi, hak ve özgürlükler cenahında yeni ve hızlı gelişmeleri tetikledi. Önce Barış Bloku, ardından Demokrasi Bloku gibi düne kadar hayallerimizde kalan birlikler bir tür zorunluluk duygusuyla gündeme geldi. Bugün olaşan bu barış cenahında işlerimizi zorlaştıran başlıca faktör ise ön plana çıkan savaş mantığının gerillaları da içine almış gibi görünmesidir. “Kıyamete kadar savaş” ilan eden, üç çocuk ister gibi her evden şehit isteyen kadir-i mutlak adayının ekmeğine bolca yağ süren bir görüntüyle karşı karşıyayız.
Öte yandan, 7 Haziran’a sahip çıkmak, seçimler yenilenirse biz katılmayalım demek değildir. Devlet yönetimi hukuk dışı uygulamalarla sürüp gidiyor diye “erken seçim”den kaçınamayabiliriz, çünkü öyle görünüyor ki kadir-i mutlaklık arzularının önüne geçme yetkisi bulunan yargı ve bürokrasi mensupları kendilerinde bu cesareti bulamıyorlar, en azından şimdilik. Bununla birlikte, “erken seçim” yapılsın ya da yapılmasın, barışı kazanabilecek olan hak ve özgürlükler boyutu bugün etrafına bütün partilerden demokratları toplayabilecek kadar yakıcı ve gerçek bir hedef halinde önümüzde duruyor. Böyle olduğunu anlamak için, savaşın nasıl bu hale geldiğini hatırlamakta yarar olabilir: HDP, iktidar partisinin muhteris “doğal lider”ine biat etmek yerine, önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde RTE’nin karşısına rahat, kararlı ve gerçekten sevilen bir aday çıkarmak cüretini gösterdi, ardından 7 Haziran 2015 seçimlerinde, tam da herkes Kürtlerin AKP ile koalisyon yapacağına çok eminken daha büyük bir cüret göstererek “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi ve bu sözünün altında kalmayıp RTE’nin elinden, bırakınız “Türkiye’ye özgü” başkanlık sistemini, partisini tek başına iktidar kılma olanağını bile çekip aldı. Kızılca kıyamet, yani savaş da böylece koptu. Suriye’nin müsebbibini ise zaten biliyoruz. Bir zamanlar İran mı olacağız kaygısı yaygındı. İran dışarıya açılalı o kaygıyı pek işitmiyoruz ama, şimdi Suriye mi olacağız kaygısı çok daha yaygın ve bu kez çok daha ciddi ve yakın bir tehlike olarak görünüyor.
Dolayısıyla, 1) 7 Haziran’a sahip çıkmakta; 2) “Derhal ve çift taraflı ateşkes” çağrısında ısrarlı olmakta; 3) Demokrasi blokunu ilmek ilmek geliştirmekte; 4) Bunu bir “sol blok” olarak değil, asgari müşterekler temelindeki gerçek bir demokrasi bloku olarak düşünmekte gecikmemeliyiz. Sol, kendi programını ayrıca yapabilir. Barış, bir avuç savaş fanatiği dışında, bütün toplumun işidir.


FARKLI RUH HALİ İKLİMİNDEYİM

Şeyhmus Diken (Yazar):

Savaşa karşı evrensel barış kazanacak mı? Sahiden bilmiyorum. Farklı ruh hali iklimindeyim. Bir yanım "bunların lügatında demokrasi, barış gibi kavramlar yok" diyor. Bu sebeple kanla, ateşle, korkuyla, şiddetle toplumları hizaya getirmeyi kendilerine ilke edinenlerin soyundan geliyor bunlar diyor bilinçaltım. Ve bu sebeple "asla bu soy, sop, meşrep" düşkünlerine güvenme diyor ruh halim. Öbür yanım, dayan diyor. Koca bir direngen halk gücüyle dayandık karşılarına. Tahammülsüzlükleri ve dahi hazımsızlıkları bundandır. Kaybedecekler. Kaybedecekler ve Barış Kazanacak. Kaybedip giderken bütün zalimler gibi "bizden sonra tufan" diyerek gidiyorlar. O halde OHAL'lere Barış'ın dilini gür'leştirerek karşı duracağız. Başka şansımız yok.


GÖREV PARLAMENTOYA DÜŞÜYOR

İpar Buğra Dilli
(Karaburun Kent Konseyi Başkanı):

Savaş ve çatışma süreçleri insan hayatına doğrudan dokunur. Gerekçesi ve adı ne olursa olsun ateşlenen her silah insan hayatına son verir, kin, intikam ve nefret tohumları yeşertir, ötekileştirme-bölünme-parçalanma süreçlerini hızlandırır. Ülkemizi ve halkımızı bu tuzaktan, bu bataktan kurtarma, silahların sustuğu, sadece ve sadece görüşlerin ifade edildiği bir ortam oluşturma görevinin, bugüne kadarki en geniş temsiliyete sahip parlamentoya düştüğünü düşünüyoruz. Tüm parlamenterleri, temel insan hakları ve özgürlükleri ile demokratik kural ve kurumlar çerçevesinde, bu görevlerini en öncelikli ve en acil görev olarak ele almaya çağırıyoruz. Çok sayıda uygarlık beslemiş Anadolu toprağı insanlarının, bunu başarabilecek birikimi ve ayrılıklarımıza saygılı birlikte yaşama kültürünü içsel olarak barındırdığına inanıyoruz.


EVLATLARIMIZI FEDA ETMEYECEĞİZ

Turgay Fişekçi (Şair):

İnsanın doğası barıştır, barış içinde yaşamaktır. Çatışma ise çıkarların ortaya çıkardığı bir olgudur. Bugün ülkemizde yeniden bir çatışma ortamına girilmişse, birilerinin görünen ya da görünmeyen çıkarları söz konusudur. İnsanlık tarihi bize göstermektedir ki, egemen çevreler, çıkarları söz konusu olduğunda bütün insani değerleri bir yana koyabilmekte, yalnızca çıkarlarını koruyabilmek için insan hayatını hiç kertesine indirebilmektedir. Bugün ülkemizde diriltilen çatışma ortamına da böyle bakılmalıdır.  
Çatışma kimin yararınadır?
Elbette halkın değil. Halk türlü geçim ve zorlu yaşam koşullarıyla boğuşurken bir de gencecik evlatlarının acısıyla yanmaktadır.
Kim istemiş, kim başlatmıştır bu çatışmaları? Kime hizmet etmektedir çatışma ortamı? Dün olduğu gibi bugün de egemenlerin dünyasına.
Halkımız, tez zamanda, evlatlarını egemenlerin çıkarları için feda etmeyeceğini en güçlü biçimde haykırmalıdır.


İNSANLAR BİRBİRİNİ DAHA İYİ ANLAMALI

Prof. Dr. Ekrem Tufan (Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi):

Türklerin en büyük korkusu Kürtlerin ülkeyi bölüp, ayrı bir devlet kurmaları fikridir. Bu korku, her doğuluyu Kürt, her Kürt’ü terörist ilan etmektedir. Batıda insanlar sohbetlerde bir arkadaşım var, Kürt ama çok iyi diyebilmektedir. Bunu, farkına varmadan yapmaktadır.
HDP, aynen “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü gibi “Ülkeyi bölüp, ayrı devlet kurmak niyetinde değiliz” açıklaması yapmalıdır. Bu Türklerin HDP’ye ve Kürtlere bakışını değiştirecek ve siyah beyaz görmekten kurtaracaktır.
Orta ve uzun vadede ise doğudan batıya, batıdan doğuya belediyelere ücretsiz geziler düzenlenmelidir. Bu insanların birbirini daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.
Orta Doğu’nun savaş sorununu çözmek içinse basit bir yol yok maalesef. Emperyalizme karşı halkların bir araya getirilip, kimlikler yerine tarihsel komşuluklar üzerinden hareket edilmesi ve bölgesel düzeyde sınır geçişlerinin vizesiz hale getirilerek, ticaret ve kültür sanat hareketlerinin önünün açılması gerek.

ÖNCEKİ HABER

Gözyaşının rengi farklı değil!

SONRAKİ HABER

İsrail Golan’dan vuruldu, Araplar düşmanı hatırladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa