4 Aralık 2015 02:00

Prof. Dr. Fişek'ten asgari ücret uyarısı: Artışın kaybedeni patron olmayacak

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürhan Fişek, hükümetin 'Asgari ücret 1300 lira olacak' vaadini Evrensel’e değerlendirdi. Örgütlü mücadele olmadan emek kesiminin hiçbir kazanım elde edemeyeceğini ifade eden Fişek, 'Enflasyon karşısında erimeyecek tek kazanım örgütlülük' dedi.

Prof. Dr. Fişek'ten asgari ücret uyarısı: Artışın kaybedeni  patron olmayacak

Tamer Arda ERŞİN
Ankara

İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda duayen isim Prof. Dr. Gürhan Fişek, hükümetin asgari ücreti 1300 TL’ye yükseltme vaadini Evrensel’e değerlendirdi. Patronların kaybetmeyeceği faturanın işçilere kesileceği bir sürecin yaşanacağına değinen Fişek, ücret artışının olumlu olduğunu ancak sosyal politika önlemleri olmadan bir anlam ifade etmediğini belirtti.
Toplumsal yaşamda gerçek kazanımların örgütlü olarak elde edilebileceğini ifade eden Fişek, artışın enflasyon karşısında eriyebileceği uyarısında bulundu.

 Asgari ücretin 1300 TL olması olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
Bugün asgari ücretin yükseltilmesini bekleyen geniş bir kesim var. Çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar ve böyle bir adımdan mutluluk duyacaklar. Bu insani açıdan bizi de mutlu eder. Bu kesimin özelliği şudur: Örgütsüzdürler ve siyasal partilerin seçim öncesi vaatlerinden, büyük ölçüde etkilenerek, oylarını yönlendirmektedirler. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun yapısına baktığımız zaman, siyasal iktidar, hangi “Sınıf esasına dayanan örgüt”ün (işverenler ya da işçiler) yanında yer alırsa, onun istemlerinin kabul edildiğini görürüz. Yıllardır, işçi sendikalarının istemleri hep göz ardı edildi. Bu kez de edilecek; tek farkla ki, asgari ücret 2015’ten 2016’ya yüzde 30 artmaktadır (Bu bir önceki yılda ilk 6 ayda yüzde 6 ve ikinci altı ayda yüzde 6 idi).
Asgari ücretteki bu artış “işçi sınıfının örgütlü mücadelesi” sonucu elde edilmemiştir. Dolayısıyla, işçilere, örgütlü mücadele dışı yollarla yaşam koşullarını geliştirme şansı olduğunu öğretmektedir. Bu bir aldatmacadır. Ayrıca asgari ücretteki bu artıştan doğrudan yararlanamayacak olanlar var : Kayıt dışı çalışanlar (Bunların içerisinde Suriyeli, Kuzey Iraklı ve Afgan göçmenler özellikli bir yer tutmaktadır), ücreti daha yüksek olmakla birlikte asgari ücret düzeyinde gösterilenler, işsizler.

ÜCRET SENDİKACILIĞI İŞÇİNİN BEKLENTİSİYLE BULUŞMUYOR

Çalışma yaşamında önemli bir pay tutan bu kesimin de,  örgütsüz olduğu ve geniş bir işveren kesimince tercih edildiği bilinmektedir. Çalışma yaşamının örgütsüz kesimlerinin durumu budur. Çalışma yaşamının örgütlü kesimleri olarak niteleyeceğimiz, bir işçi sendikasına üye olmuş ve toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmakta olanların, durumuna bakalım. Bu “örgütlü” kesimin, beklentileri de, büyük ölçüde “ücret sendikacılığı” yapan işçi sendikaları tarafından savunulmakta ve ücret teması ile sınırlı tutulmaktadır. Bu yaklaşımlarını savunan sendikalar, işçilerin toplu iş sözleşmelerinin “ücret” dışındaki kazanımları ile pek ilgili olmadıklarını ortaya koymaktadırlar.  
Dolayısıyla, baştan beri vurguladığımız bu örgütsüz kesimlerin beklentileri ile çoğu sendikalı işçinin beklentileri de buluşmaktadır. Ana tema ne pahasına olursa olsun, ücretlerin yükseltilmesidir. Vardığımız nokta şudur: İster örgütlü, ister örgütsüz olsun, işçilerin çok büyük bir bölümü, sınıfsal bakış açısından yoksun oldukları için, “ücret” eksenli yaklaşımlara karşı çok duyarlıdırlar ve bundan mutluluk duymaktadırlar. “İşçi sınıfının sendikal  örgütlerinin beklentileri” ise, daha farklı olmalıdır. “İnsanca yaşamak” amacıyla, “ücret” için mücadelenin yanı sıra, “sosyal politika” önlemleri ile desteklenmiş bir proje ortaya konulmalıdır : “Yaşam koşullarının  geliştirilmesi”.

Asgari ücretin 1300 TL olmasını bir kazanım olarak görürsek, bunun karşılığında işçiler neler kaybedecekler?
Gerek CHP’nin seçim programında ve gerekse yeni hükümetin gündeminde, asgari ücrette işveren yükünün azaltılması ile ilgili öneriler var. Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Kamunun bazı gelirlerinden vazgeçmesi. CHP, gelir vergisi alınmaması ve  prim desteği verilmesi yoluyla işveren yükünü azaltmayı planlamıştı. İşverenler AKP hükümetinden, artışı sübvanse etmenin de ötesine geçerek “bölgesel asgari ücret” ve “kıdem tazminatı fonu” önerilerini yeniden pişirerek önümüze sürmesini beklemektedirler. Eğer bu öneriler kabul edilirse, kaybeden işveren olmayacaktır.
Kaybeden, kamunun “telafi edici” adımlarından etkilenen ve Sosyal Güvenlik Kurumunun aktüeryal dengeyi sağlamak için, “katkı payları” vb. uygulamalarının üzerine yıkıldığı, halk olacaktır. Olası “telafi” edici adımlara  örnek vereyim : Devlet, milli eğitime bağlı okullara daha az bütçe ayırması; üniversite hastanelerinin bütçe paylarının azaltılması ve SGK tarafından ödenmeyen harcamalarının daha büyük boyutlara ulaştırılması; zamların ve dolaylı vergilerin arttırılması vb.

ÜÇ TEMEL HEDEFE ODAKLANILMALI

Ücret sendikacılığını aşacak bir anlayış için öncelikle neler hedeflenmelidir, bunu biraz açar mısınız?
Bugünün koşullarında işçi sınıfının sendikal örgütleri şu üç hedef çevresinde odaklanmalıdır  :
* Tam istihdamın sağlanması : İşsizlikle mücadele adı altında yapılanlardan şimdiye kadar hiçbir başarı elde edilememiştir. Çünkü, özelleştirmeler ve taşeronlaştırma yoluyla, işsizliği emecek en önemli araç olan kamu girişimciliği yıkılmıştır. Özelleştirme ve taşeronlaştırma olgusuna son verilmelidir. Başta tarım, hayvancılık, ormancılık alanında olmak üzere tüm alanlarda kamu girişimleri ve kooperatifler güçlendirilmelidir; böylece kurallara uygun çalışan ve kamu kaynaklarına sırtını dayamayan özel girişimcilik ile birlikte dev kamusal yapılar da  varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bu tam istihdamın sağlayacağı tüm kazanımlarla, çalışma yaşamının düzenlenmesine olanak verecektir.  
* Ulusal sağlık sistemi : 12 Mart 1971 ve sonra 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile başlayan ve AKP iktidarı ile süren, toplumsal yıkım, sağlıkta da yıkıma yol açtı. Ülkenin kapılarını küreselleşme dalgasına tamamen açtı ve sağlıkta ticarileşme adına yapılabilecek ne varsa yaptı. Şimdi bu çarkı geri çevirmenin ve kamu girişimciliği+kooperatifler yoluyla insana değer veren, onun sağlığını koruyan bir yapının kurulmasının zamanıdır.
* Kamu maliyesindeki düzenlemeler : Dolaylı vergilerle halkın sırtından sağlanan gelirlerin yerine, çok gelir elde edenlere dolaysız vergilerin konulması. Böylece gelir bölüşümünün düzeltilmesi yönünde adımlar atılması. Bu önlemler, halkın sıklıkla kullandığı elektrik, gaz (doğal, tüp), su ve benzin (ve gaz) üzerindeki vergilerin sıfırlanmasını da içermelidir.

İŞSİZLİK FONU AMAÇ DIŞI KULLANILIYOR

Devletin bu yükü paylaşması durumunda hükümetin İşsizlik Sigortası Fonu’nu kullanacağı söyleniyor. Sizce bu doğru olabilir mi?
Evet, doğru olabilir. Çünkü devlet bunu hep yapıyor. Daha önce de işsizlik sigortası fonları amaç dışı kullanılmıştı. Hatta daha gerilere gidelim: Sosyal Sigortalar Kurumunu ödeme güçlüğü içerisine düşüren, 60 yıla yakın bir zaman SSK gelirlerinin devlet tarafından sorumsuzca kullanılması olmuştur. İşsizlik sigortası fonundaki paralar büyük boyutlara varmıştır. Aklın yolu bize iki seçenek sunmaktadır : İşsizlik sigortası primlerinin düşürülmesi, işsizlik halinde yararlanma koşullarının genişletilmesi. Bunlardan hiç biri yapılmayıp, paraların devlet tarafından amaç dışı kullanılması olasılıklar arasında en başta gelenlerdendir.

ERİMEYECEK TEK KAZANIM ÖRGÜTLÜLÜK

Bazı iktisatçılardan da asgari ücretin 1300 TL olmasının fazla bir anlam ifade etmeyeceği yorumları yapıldı. Bu artışın enflasyon karşısında eriyeceği belirtildi. Durumu siz nasıl yorumluyorsunuz, haklı olabilirler mi?
Kuşkusuz haklı olabilirler. “Ücret” sendikacılığı başta olmak üzere, “ücret” temalı tüm girişimlerin, kaçınılmaz yazgısı budur. Enflasyon karşısında erimeyecek kazanımlar, örgütlülük ve “ücret”ten bağımsız sosyal politika adımlarıdır.

İşsizliğin çift haneleri gördüğüne tanık olduk. Böyle bir ortamda gençler ve kadınların iş yaşamına katılması nasıl özendirilir?
Bunu ilk sorumuza dönerek yanıtlamak istiyorum. Tam istihdam, “kadınların ve gençlerin”, daha iyi yaşam ve çalışma koşullarına kavuşmalarını kapsamaktadır. Bunun için eğitim çok önemlidir. Çünkü çalışma yaşamında, kalıcılığın ve statünün aracı, mesleki ve teknik eğitimdir. Öğrenim görenlerin, istihdama katılım oranlarının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu da yolumuzu eğitimle aydınlatmamız gerektiğini bize öğretmektedir.

GÜRHAN FİŞEK KİMDİR?

1976 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini iyi dereceyle bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden (SBF) 1985 yılında  sosyal politika konusunda, 1987 yılında ise Hacettepe Üniversitesi iş sağlığı alanında doktora derecesi aldı. Sosyal güvenlik, iş sağlığı güvenliği, iş sağlığı güvenliği denetimi, hükümet dışı kuruluşlar, sosyal hekimlik politikaları, sosyal dışlanma başlıklı dersler verdi. 1999 yılında Profesör unvanı aldı. 1982 yılında hazırlıklarına başlanan Fişek Enstitüsünün kurucuları arasında yer aldı. Bugün enstitünün genel yönetmenliğini yürütüyor. Bir dönem Ankara Üniversitesi SBF’de Fakülte Yönetim Kurulunda görev yapan Fişek, fakültede ders vermeye devam ediyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et