Beyoğlu’da sessiz bir baloncu geziniyor
İsmini siz koyun isterseniz ama, mutlaka başına salon değil sokak ‘Baloncusu’ diye ekleyin. Beyoğlu’nda sessiz sessiz gezinerek balon satıyor. İsteyene de cebinde biriktirdiği sokak hikayelerini veriyor. Gelin tanıyın bu Beyoğlu sessizini, rastlarsanız da kendisine sorun ismini cismini.
Adem ERKOÇAK
Her şeyin bir gürültüsü, hareketi, akışı, koşturması vardır Beyoğlu’nda. O ise kendi rotasında sessizce gidip gelir. Kalabalık mekânlarda, masaların arasından bir gölge gibi geçip gider. Yükü hacimce epey yer kaplar ama o süzülerek yol alır. Biri seslenmedikçe kimseye seslenmez. Herkesin bir hikâyesinin olduğu Beyoğlu’nda, bir de onun öyküsünü anlatalım.
Altmışlı yıllarda dünyaya gelmiş; ‘62 de olabilir, ‘67 de, belki de ‘64’tür. İç Anadolu’nun bir şehrindeymiş; diyelim Çorum, Amasya ya da Ankara. İsmi Mevlüt, Hasan ya da Ali olabilir. Bunları onu anonimleştirmek için değil, “Yaşadıklarımı anlat ama ismimi, memleketimi söyleme. Fotoğrafımı çek ama yüzümü gösterme,” diye rica ettiği için böyle yazıyorum. Canınız hangi yaşı, hangi memleketi ve hangi ismi vermek istiyorsa öyle okuyun, öyle bilin.
ALMANYA’DA BAŞLAR HİKÂYE BEYOĞLU’NDA DEVAM EDER
Lise çağında yolu Almanya’ya düşmüş. İyi bir öğrenciymiş, üniversiteyi de okumuş. Teknik bir bölüm bitirmiş ve yine Almanya’da bölümü ile ilgili bir fabrikada çalışmaya başlamış. Hikâyeyi başlatan ise geçirdiği ağır hastalık. Böbrek ya da kalp yetmezliği, belki de kanser. Malûlen emekli edilmeden Türkiye’ye yollanmış. Oradan getirdiği tek şey ise hâlâ düzenli kontrollerle takip edilen bu hastalığı olmuş. Arada bir bu nedenle sıkıntı yaşadığı da oluyormuş. Kendini yormaması gerekirken, saatlerce ayakta kalıyormuş.
Yeni durumunda bir süre bocaladıktan sonra “ne iş yapacağını” düşünmüş. “Eminönü’nde dükkânı olan bir arkadaşım vardı. Onunla sohbet ederken dedi ki “Oyuncak satar mısın?”, “Yok” dedim. “Öyleyse balon sat” dedi. Kafama yattı. En büyük sebebi ise çocukları çok sevmem,” diye anlattığı balon satma macerasına ilk olarak Yeşilköy sahilinde başlamış. İşler iyi gitmiş. “Çocukların o hazır cevaplığına bayılıyorum,” diyor. “Bir gün 3-4 yaşlarında çok sevimli bir kız çocuğuna balon satıyordum. Dedim ‘Bir öpücüğe bir balon, parayla satmıyorum.’ Babasına dönüp ‘Baba bu adamın parasını ver, ben kötü yola düşmedim daha’ dedi. O gün bugündür, öpmek istediğim çocuklara balon teklif etmiyorum.”
‘BALIKPAZARI’NDA FİYAT SORARLAR AMA TÜNEL TARAFINDA SORMAZLAR’
Bir gün yine balonlarını Yeşilköy’de satmak üzere yola çıkmışken, ayakları onu farkında olmadan Beyoğlu’na getirmiş. Bakmış, asıl burada işler iyi, bir daha gitmemiş Yeşilköy’e. 16-17 yıldır Beyoğlu’nda. Akşamları sekiz, sekiz buçuk gibi Nevizade ile Tünel arasında başlıyor işe. Hafta içi erken bırakıyor ama hafta sonları balonlar bitene dek kalıyor. En fazla 30 tane balon alıyormuş. “Bir mekâna girerim, masaların arasında gezerim ve biri ses ederse yanına gider, etmezse de geldiğim gibi dışarı çıkarım. Masalara tek tek gitmem. Zorla balon satmam. Fiyat şudur demem. Balon alacak kişi gönüllü almalı. Balıkpazarı’nda fiyat sorarlar ama Tünel tarafında sormazlar. Parayı az verdiklerinde değil, fazla verdiklerinde uyarırım, ‘Bu çok geldi’ filan derim,” diyor.
Tuncel Kurtiz’in onu her görüşünde mutlaka balon aldığını, Erdal Öz’ünse on, on beş dakika sohbet etmeden bırakmadığını anlatıyor. “İnsan doğulmaz, insan olunur,” diyor “Şimdilerde cebine parayı koyanlar kendilerini bir şey sanıyor. 50 lira, 100 liraya balon almaya, hava atmaya çalışıyor. Bazısı da masasına çağırıyor. ‘Bütün bayanlara balon ver’ diyor. Sonra ‘Vazgeçtim, şimdi de toplayıver’ diyerek dalgasına bakıyor,” diye anlatıyor.
Dahası, balkondan görüp çağıranlar oluyormuş, güç-bela yukarıya çıkıyor, bazen de birkaç balonunu patlatıyormuş. Çağıran kişinin yanına gittiğindeyse telefonuyla balonların fotoğrafını çekip gönderiyormuş. “Üstelik teşekkür bile etmiyor,” diyor. Neyse ki herkes böyle değil, kimi de çağırıp “Haydi gel bizle otur bu akşam, tüm balonlarını alıyoruz,” diyormuş.
‘SALON DEĞİL, SOKAK SANATÇISI OLMAK İSTİYORUM’
“Her insan bir hikâyedir,” diyor “O hikâyeleri topluyorum. Beyoğlu’nda geçen ama tüm insanlığı anlatan bir roman yazıyorum. Çünkü burada insanın her türlüsüne, insanlığın her durumuna rastlarsın.” Mevlüt, Hasan ya da Ali Abi “Salon değil, sokak sanatçısı olmak istiyorum. Çünkü ben sokağı yazıyorum. Sokaktan kopunca artık sanatçı değilsiniz. Gerçek hayata uzak ve ondan habersiz yaşayan bir salon soytarısı olursun. Sokakla bağın kesildiği an üretemezsin,” diye anlatıyor.
Hem şiir hem de hikâyeler kaleme alıp, bunları kendi imkânlarıyla bastırıp dağıtmak istiyor. Eserlerini kesinlikle para karşılığı satmak niyetinde değil. Onları gerçekten okumak isteyenlere mutlaka ulaşacağını düşünüyor. Yazdığı dörtlüklerinden bir örnek verelim: “Çam yarması bir arkadaşım var/Beyni mercimek tanesi kadar./Elimde mum, önündeki karanlığı dağıtmaya çalışıyorum./Onun ot gibi yaşayıp, saman gibi yanmasından korkuyorum.”
‘FAKİRLİĞİMİZİ İHALEYLE SATIN ALDILAR’
“Beyoğlu sanki sanatsal, kültürel bir bölgeydi. Ama artık yozlaştı. Yıllar evvel, üç paraya Tünel’de kirada kalan bir arkadaşım vardı. Bir gün polis zoruyla bu evden atıldı. Avrupalı bir kadına aynı ev, inanılmaz yüksek bir fiyattan kiralandı. İşte yozlaşma böyle başladı. Bugünkü haline bakıp da birden olduğunu sanmayın,” diyerek özetlediği rantsal dönüşümün kültür ortamını bitirdiğini söylüyor. “Burada 5-10 liraya bile geçinebilirdiniz. Fakir insanların büyük hayatlar yaşadığı bir ortamdı. Ama fakirliğimizi ihaleyle satın aldılar.” Bundan sonrasını ise hep para belirlemiş, para kaynağı nerdense, Beyoğlu da ona göre “şekillenmiş.”
Sokaktaki herkesle arasının çok iyi olduğunu, onları çok sevdiğini söylüyor: “Tinercisi, çiçekçisi, simitçisi; hepsini severim. İnsanlar hoyrat davranıyorlar sokaktakilere ama kimse isteyerek ya da kötü olduğu için yaşamıyor sokakta. Sokaktaki insanların hiçbiri siz rahatsız etmezseniz, gelip size kötülük etmez. Ama yıllarca terslenmiş, dövülmüş, en aşağılık mahlukat gibi bakılmış, davranılmış bir insandan da melek olmasını beklemeyin. Onları siz bu hale getirdiniz.”Onu balonlarıyla sessizce gezerken mutlaka fark edeceksinizdir. Hikâyesini bildiğinize göre de bir selam verip, gerçek ismini de öğrenebilirsiniz. Yazmadığınız sürece ismini gizlemiyor.