20 Aralık 2015 03:55

Ne güzel komşumuzsun sen Emine Abla!

Paylaş

Adem ERKOÇAK

Emine Abla ile komşuyuz, aynı mahallede, iki sokak ötemde yaşıyor. Küçük bir kulübede ayakkabı tamirciliği yapıyor. Gelip geçerken birbirimize selam verirdik. Derken mahallenin farklı yerlerinde de karşılaşır olduk. “Bir gün yanına gelip misafirin olacağım,” dedim. “Beklerim,” dedi ve çok da beklemediğim şeyler anlattı.
Dersim’de doğmuş Emine Abla. Diğer köylülerin durumundan daha iyi durumda olan bir evleri ve yaşantıları varmış. “Dedem köyün ağası gibiydi, bütün varlığını paylaşırdı. O zamanlar herkesin elinde yoktu. Yokluk zamanlarıydı zaten. Gelenimiz gidenimiz çok olurdu. Ben de onlara ekmek pişirirdim, yemek yapardım,” diye bahsediyor o günlerden.
Köyde işler bu kadarla kalmıyor tabii; tarlaya, bağa gidiliyor, hayvanlar otlamaya götürülüyor, kümestekiler besleniyor. Bir gün yine tarlada çalışırlarken Emine Abla da elinde orak, ot biçiyormuş. “Destilerle su ve ayran götürürdük yanımızda. Onları da bir ağaç gölgesine koyardık serin kalsınlar diye. Su getirmeye gittiğimde destiye uzanmıştım ki; bir yılan kafasını kaldırdı. O korkuyla kendimi öyle bir atmışım ki, ta dereye kadar yuvarlandım,” diye anlattığı kazanın ardından köyde iyileşemeyince, tek başına İstanbul’daki abisinin yanına gönderilir.

‘ŞARKI SÖYLEMEYİ ÇOK SEVİYORUM’

O sıralar 11-12 yaşlarında olan Emine Abla’yı, bir sene geçmeden ve tam olarak da iyileşmeden babası alır, tekrar köye götürür. “Köyde işler var çünkü, kim uğraşacak! Belki gitmeseydim bir şey olurdum. Kardeşlerim de küçüktü ama gittiğime çok üzüldüm,” diyor. “Ne olurdun mesela?” diye soruyorum. “Hayvanları otlatmak için yüksek tepelere çıkardık. Orada kimseler yokken şarkı, türküler söylerdim. Sesim çok güzeldi. Ama ağabeyimden çok çekinirdim. Bir türlü şarkı söylemek istediğimi ona söyleyemedim,” diye anlatıyor. Bu söylediği, yeniden İstanbul’a döndüğünde olmuş. Karısı hamile olan abisi gemiyle iş için uzaklara açılacağından evdekilere yardım etmek ve göz kulak olmak üzere yeniden İstanbul’a geldiğinde. Ama hâlâ evde sık sık şarkı söylemeye devam ediyormuş.
“Gençken güzeldim, isteyenim edenim çoktu. O zamanlar böyle çıkmak filan yok. Görücü usulü. Bekârlığımın 9 senesi Şişli’de geçti. Yengemin yanında kuförlük öğreniyordum. Ama Samatya’ya gelin geldim. Tahta bir ev tuttuk çıkmazda. Ondan birkaç sene sonra da Yedikule’ye geldik. 25 yıldır da buradayız,” diye anlatan Emine Abla’nın eşi Tufan Abi, o zamanlar Kumkapı’da ayakkabıcılık yapıyormuş. Bir gün büyük bir yangın çıkmış. Tufan Abi kendini kurtarmak için 2 kat yüksekten atlamış. Üstüne bir de kalp krizi geçirince çalışamamış bir süre. “Belediyeye gittik en sonunda. Temizlik işçisi olarak başladı,” diyor Emine Abla. Kadrolu değil elbette, taşeronda.

BİR BUÇUK METREKARE KULÜBE DÜKKÂN

Şimdi kendisinin çalıştığı küçük kulübeyi ise 10 yıl evvel almışlar. “O zamanın parası 50 milyon para verdik. Tezgahı, makinesi içindeydi. Bir bağ satayım, keçe satayım, boya-tamir yapayım diye düşündüm. Eve bir katkı. 5 sene öncesine kadar işler iyiydi. Günde 2-3 ayakkabı gelirdi en az. Ayakkabılar çoğalınca tamir işi kalmadı pek. Ama yine de gelip gidiyoruz,” diye başladığı ayakkabı tamirciliğini ise bakarak öğrenmiş: “Tufan Abi’n hep eve iş getiriyordu. Ben de ona bakıyordum. Bakarak öğrendim işi. Zaten köyde de öyleydim. Ne annem, ne babam; hiç kimse demedi ki; ‘Gel bak öğreteyim bunu sana’ diye.”
İşlerin azalmasının yanında bir derdi de, tamirini yaptığı ayakkabıların parasını alamaması. “Bugün getiririm, yarın getiririm diye gidiş, o gidiş!” diyor. Biz söyleşirken de biri geldi ve ayakkabısını boyattı. İş bitince de “Şu an üstümde bozuk yok” demeye başladı. “Gene de bir şey demiyorum, sağlığım olsun yeter. Parasızlık her yerde zor. Bu böyle devam edecek. Bağcık satacağız, keçe satacağız. Yapacak bir şey yok,” diyor Emine Abla.
Bununla kalsa iyi. Birkaç kez de soyulmuş bu küçük kulübe. “Ne ayakkabı kalmış, ne malzeme. Tüpüm çalındı, malzemem çalındı. Ama ihtiyacı var ki bunu yapıyor,” diyen Emine Abla’ya bali isteyen çocuklar da geliyormuş: “Geliyorlar bazen, ilaç istiyorlar. Kokluyor ya bunu, istiyorlar.” Başına gelenler için hep “sağlık olsun” dese de ardından şunu da ekliyor: “Kiralar çok zor!”

‘BİZ KAR ÇOCUĞUYDUK’

“Keşke daha önce bir sigortalı işe girseydim. Bir güvencem olurdu en azından,” diyen Emine Abla bir yandan tansiyon, şeker ve kolesterolle de uğraşıyor. “Gücüm, sağlığım olsa taş bile taşırım. Kadınların yapmadığı iş yok ki! Hem çalışıyorsun, hem eve geliyor yemek yapıyor, çocuğa bakıyorsun. Erkekler öyle değil ki. Sabah gidiyor, tek bir işle uğraşıyor,” diyen Emine Abla şunu da ekliyor: “Çok hareketliyim, hiç yerimde duramıyorum. Her iş bana bakıyor sonuçta.”
“Şu an biraz param olsa gidip orada yaşamak isterim,” dediği köyüne tam 35 yıldır hiç gitmemiş. “Hayat çabuk geçiyor ama ben geçmişimi hiç unutmuyorum. Acaba oralar ne halde, merak ediyorum. Biz kar çocuğuyuz. Boyum kadar kar olurdu, gerçi boyum da kısa ama! Su taşırdık koca koca kaplarla, o havalarda. Yine de o günler güzeldi. Özlüyorum.”

ÖNCEKİ HABER

2016, şiddete karşı eşit ve özgür bir yaşam için mücadele yılı olacak

SONRAKİ HABER

Taş konuşur, çok konuşur!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa