Şiirler, halklar, ülkeler ve partiler
Çiğli’den gelen bir yoldaş fıkra anlatıyor. İstanbul’dan gelen işçiler mücadelelerini tanıtmaya çalışıyorlar. Bir kenarda Kardeş Türküler’in o güzel yüzleri var, öte tarafta bir halk halayı müziği beklemeksizin başlamış bile. Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yaşadığımız 1. Olağanüstü Kongre tecrübemizin karmaşık bir fotoğrafını çeksek, işte bu anları görürdünüz.
Sırrı Süreyya Önder
Çiğli’den gelen bir yoldaş fıkra anlatıyor. İstanbul’dan gelen işçiler mücadelelerini tanıtmaya çalışıyorlar. Bir kenarda Kardeş Türküler’in o güzel yüzleri var, öte tarafta bir halk halayı müziği beklemeksizin başlamış bile. Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yaşadığımız 1. Olağanüstü Kongre tecrübemizin karmaşık bir fotoğrafını çeksek, işte bu anları görürdünüz. “Gelir HDP’ye” yazan dönercinin önünde sıraya geçen ve birbirleriyle ilk kez tanışan yoldaşları, Kürtçe ve Türkçe olarak dönen, uzun ama kimsenin yapmaktan yorulmadığı tartışmaları işitirdiniz orada olsaydınız. Oradaydık, bir başlangıcın orta yerinde ve şimdi eşbaşkanımız Ertuğrul Kürkçü’nün ‘uzun yürüyüş’ diye kodladığı yolculuğumuzun başındayız.
Bu yolculuğun ilk adımlarından olan Halkların Demokratik Partisi’nin birinci olağanüstü genel kuruluyla ilgili söylenenlerin başında şu geliyor: Farklı siyasetlerin, farklı insanların demokratik, pozitif bir yaklaşımla bir arada olması. Esmeray da Çarşamba günü Taraf’taki köşesine tam bunu yazmış, Hüda Kaya’yla yan yana oluşlarının basında yarattığı ilgi ve etkiyi. Oysa HDP’nin hedeflediği farklılığın açısının çok daha geniş olduğunu, mevcut siyasi birlikteliklerimizin Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet ufku bakımından tek başına yeterli olmadığını görmemiz, mevcut birlikteliğimizin yarattığı bu çok olumlu enerjinin genişlememizin bir motoru olmasını sağlamamız gerekiyor. Aksi halde ‘farklılıklar birlikteliğimizi’ pratikte büyütme olanağımızı geliştirmek konusunda göstermediğimiz her çaba tarihimize eksi olarak geçecek.
Büyük kalabalıkların sayılarla ölçülmesi kadar kendilerini temsil güçlerinin de ölçülmesi gereken bir zaman dilimindeyiz, bu doğru; ancak bir arada yaşamı savunanlar olarak sayıca artmamız da en az bu farklılıkların bir aradalığı kadar önem teşkil ediyor. Dahası, artık Başbakan’ın bizi sürüklemek istediği buğulu yalnızlıklara düşemeyecek kadar kritik bir noktadayız. İktidarın ele geçirdiği gazetelerden teker teker partimize ve vekillerine yapılan saldırılar; henüz HDP kurulmadan bizi bir Beyaz Türk Partisi ilan ederek yapılan saldırılar göz önüne alındığında, leş kargası piyasasındaki canlanmanın bizim bu gülümser yanımızla ilgisi olduğunu görmek şart. Keza HDP gibi bir projenin ne kadar büyük anlamlar ifade edebileceğini bizle birlikte iktidar da solun ana damarlarından beslenen diğer siyasi partiler de görmüş durumda.
Hepimiz bilmeliyiz ki Halkların Demokratik Partisi, Kürt Siyasal Hareketi’nin en önemli bileşenlerinden biri olduğu bir partidir ve Kürt halkının mücadelesine karşı Barış ve Demokrasi Partisi kadar sorumludur. Bu ‘etik’ bir yükümlülük olmanın ötesinde etik ve ahlak kavramlarını aşan ideolojik bir yükümlülüktür de. Ortaklaşacak ve büyüyecek bir mücadelenin ilk adımıdır bu... Ana mesele, Gezi’nin çizdiği yolu da görerek, birlikte ve onurlu yaşamın, onurlu bir barışla, onurumuzu garanti altına alan bir demokrasiyle sürekli kılınmasıdır. Hükümet Osmanlı döneminden bu yana süren devlet geleneğinin bir parçası olarak, yüzeysel, sadece sermaye sahiplerini kalkındıran ve emekçileri her geçen gün daha çok uçuruma sürükleyen bir yöntem izliyor. Ermeni’yi tanımadan Ermenilere, Kürtleri yok sayarak Kürtlere yönelik siyaset yaparken, aslında Türkiye’deki iktidar hastalığını süreklileştiriyor. Ceylan Önkol’un ölümünün hafızası hala içimizi acıtırken daha geçen gün ölen bir başka Kürt çocuğunun durumu da bize bu topraklarda devlet geleneğine karşı, öyle ya da böyle iktidar dilini içselleştirmiş AKP ve CHP geleneklerine karşı yeni ve cesur bir yol açma konusunda cesaret vermeli.
Halkların Demokratik Partisi, 1980’den bu yana kendi mitlerini oluşturmuş, hafızasını diri tutmuş, şehitlerinin yasını tutup anılarını en büyük özveriyle korumuş Türkiye solunun, kitleselleşme projelerinden herhangi biri değildir. Tıpkı felsefi bilgide olduğu üzere, birleşmeye ve kitleselleşmeye yönelik bilginin birikiminin aktığı alandır. Bu bir proje olmadığı gibi, herhangi bir parti oluşumu da değildir. Bu bağlamda da ‘yeter’ deme ya da ‘doyma’ noktası olmayan, fizik kurallarına aykırı bir birlikteliğin içinde olduğumuzu tekrar tekrar hatırlamanın hepimiz açısından yararı çok.
Evet, muhalefette olmak insanı diri tutan ve yaratıcılığını koruyan bir şey; ancak bilmemiz gereken, kitleselleşmenin yönteminin insanlara kendilerini yönetme konusunda HDP’nin en doğru aparat olduğu ve içinde insanların kendi kendilerini yönetebilmeleri için yeterli birikimi barındırdığı algısını yaratmanın artık şart olduğudur. Biz bu ülkeyi yönetmeye ve değiştirmeye talipsek, soyutlanmış programlar ve hedeflerimiz yerine, somut ve dokunabildiğimiz hedeflerle sokağa çıkarak, Türkiye siyasetinin iktidarın hapsettiği alanlara sıkışmış halinden kurtulabilir, mevcut özgürlükçü ve eşitlikçi taleplerimizi birer politikaya dönüştürebiliriz. Ortadoğu’da ve Türkiye özelinde kendi politikamızı bir merkez politika haline getirmenin yolu o politikayı en ince detaylarına kadar inşa etmektir. Bu çokluk partisinin, bu partinin çok kültürlü yapısının bize en büyük katkısı da kervanı yolda dizenlere karşı planlı, azla ve ‘potansiyelimiz bu kadarmış’ yalanlarıyla yetinmeyen, sonsuza dek muhalefete değil, tıpkı Mahir Çayan ve Abdullah Öcalan gibi devrimin ta kendisine talip olan bir yapı yaratmaktır.
Bunu da mümkün kılacak şey, kendi işini kendi yapan Gezi Pratiği’ne dönerek, onların kurallarıyla ve onların ‘kuralsızlığıyla’ siyasetimizi birleştirmek. Hafızaları geçmişin hesaplarından temizleyerek, geçmişin birikim ve tecrübelerine teslim ederek, irademizi de geleceğe bırakmaktır. Ancak ve ancak bu şekilde CHP’nin ve AKP’nin ‘Ya senin ya benim’ diyerek üstünde spekülasyon yaptığı genç seçmenin partisi haline gelebilir ve dahi solun henüz HDK dışında olan aktörleriyle birlikte ve sağlam bir yürüyüş gerçekleştirebiliriz.
Evet, bu bir yürüyüş ve birlikte yürümek herkesin sandığının aksine ilk kez adımların daha sağlam basılmasına ve varılacak yere daha evvel varılmasına neden olacak. Biz bir polemik ya da hesap partisi değil, adaletin de halkın da cumhuriyetin de içinde olduğu bir çokluk partisiyiz ve birlikteliğimizin esası da Ortadoğu’dan İspanya’ya ceketlerini omuzlarına alıp iktidarın çürümüşlüğüne karşı sokağa çıkan herkes. Şimdi ilk yapmamız gereken kendi sözümüz yerine ‘herkes’ dediğimiz topluluğun sözüne kulak kabartmak ve Nasıl Bir HDP sorusunu dar cemaat tartışmalarının dışarısına çıkarıp tıpkı forumlarda olduğu üzere en geniş alana taşımaktır.
Tarihleri Roboski’den Dersim’e çeşit çeşit katliamla dolu partilerin karşısında bizim taze hafızamız eminim ki forumlarda da sokakta da katil ve sahtekar muktedirlerinkinden daha büyük bir teveccühle karşılanacaktır. Yeter ki biz, ‘diğerleri’ gibi olmanın karanlığına kendimizi kaptırmayalım. Yeter ki şiirleri dizilerden çok seven çocukların bu ülkeyi tekrar kurabileceğine dair inancımız konusunda samimi olalım.