Namık Tarancı’nın yeğeni olmaktan gurur duyuyorum
Gerçek Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı bundan tam 21 yıl önce evinden çıkarken silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Saldırının arkasında Hizbullah örgütlenmesinin olduğu ortaya çıktı. Daha derin ilişkilerin ortaya çıkması ise zaman aşımı ile engellendi.
Gülhan Ünal TARANCI
Dayımla sohbet ediyorduk. Öylesine coşkulu, öylesine heyecanla anlatıyordu ki fikirlerini. İnsanların eşit yaşaması, tüm çocukların eşit eğitim alması gerektiğini. Ezilen insanları, sömürülen emeği, kapitalizmi... Onu dinlerken aynı heyecan beni de sarmaya başladı. Öğrenmek için soru yağmuruna tutuyordum dayımı, sıkılmadan sorularımı cevaplıyordu. Öylesine koyuydu ki sohbetimiz. Dayım aranıyordu. Bu yüzden bizde kalıyordu. Dayımla birlikte olmak tüm aileyi çok mutlu ediyordu. Diğer taraftan da çok üzülüyorduk eğer yakalanırsa dayıma ne işkenceler yapacaklarını tahmin edebiliyorduk. Dayım hiç korkmuyor ve huzursuz olmuyordu. Üstüne annemi teselli ediyordu. Dayım günlerdir bizimle evdeydi artık çok sıkıldığını hissedebiliyorduk. Bir gece çıkıp bir tur atıp geleceğini söyledi ama dönmedi. Saraykapı’ya (Diyarbakır’da dayımın büyüdüğü semt) giderken polisler dayımı gözaltına almış. Gözaltına alındığını anneannemlerin evini aramaya geldiklerinde öğrenmiştik. Polisler evi aramaya geldiklerinde dayım da yanlarındaymış. Anneannem anlatırken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, “Oğlum hiç iyi görünmüyordu. Konuşacak takati bile yoktu” diyordu. Gözaltına alındıktan sonra uzun bir süre dayımdan haber alamadık. Partiden arkadaşları Deve Geçidi’nde olduğunu söylediler. Deve Geçidi denilince dayımdan ümidimizi kesmemiz gerektiğini düşündüm zira oradan nasıl sağlam çıkabilirdi ki.
Adliye binasına zemin kattan girdiler. Tutukluların giriş kapısı ayrıydı, gözden kayboldular. Uzun bir süre geçti. Arkadaşları dayımın tutuklandığını ve mahkemesine katılabileceğimizi haberini verdi çok sevinmiştik. Mahkeme gününü sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet mahkeme günü gelmişti. Ben ve anneannem gitmiştik. Adliyenin önünde tutukluların gelmesini bekliyorduk. Dayımı çok özlemiştim, sabırsızlıkla bekliyordum. Tutuklu arabası göründü. Önlerinde zırhlı araçlar, ortada tutuklu arabası ve arkalarında yine zırhlı araçlar vardı. Araç demirden bir kutuyu andırıyordu. İçimin burkulduğunu hissetim. Tutuklular araçtan inmeye başlamışlardı ama inmekte zorlanıyorlardı. Hasta, solgun görünüyorlardı. Etraflarını askerler sarmıştı. Yaklaşmamıza izin vermiyorlardı. Anneannem gözleri yaşlı “Namık buradayız!” diye sesleniyordu. Diğer tutukluların ailelerinin de bizden farkı yoktu. Ağlaşmalar... Ne olur oğlumu bir kez öpeyim diye yalvarıyordu tutuklu anneleri. Dayım çok zayıflamıştı. Yürürken düşecek gibiydi. Buna rağmen bize gülümsüyor, “Ben iyiyim” diye bağırıyordu. O kadar onurlu ve dik duruşları vardı ki seyrederken hayranlık duymamam imkansızdı. Duruşlarıyla, “Mücadelemizden vazgeçmeyiz” diyorlardı adeta. Mahkeme başlamıştı tüm tutukluları birlikte mahkeme salonuna almışlardı. Sırayla isimlerini okuyorlardı, tutuklu ayağa kalkıyordu, suçlarını okumaya başlıyordu hakim. Dayımın ismini okudu. Avukatının olmadığı fark edilince devletin avukat tayin edebileceği söylendi. Dayım kendini savunacağını söyledi. Namık Tarancı tüm suçlara itiraz etmiş, üstlenmemişti. Hakim ifaden var, sen imzalamışsın deyince de Tarancı onu zorunlu imzaladığını, gözaltındayken hayvana dahi yapılmayacak işkenceye maruz kaldıklarını söyledi. Mahkeme ertelenmişti. Tüm tutuklular tekrar zincirlerle birbirlerine bağlanarak arabaya götürüldüler. Ben Namık dayımla gurur duyuyordum ve hâlâ duyuyorum. Onun yeğeni olmak onur verici olmuştur hep. Erken ayrıldık dayımla. Yokluğu büyük bir kayıp benim için. Sırdaşımı, yoldaşımı, arkadaşımı, dayımı çok özlüyorum!
Gözlerinde sönmeyen umut ışığı
Bitmeyen kavgan...
Özgürlük tutkun savaşın umudu oldu
Bu gün seni anar yoldaşların
Bir meşale yaktın kalplerde
İş Ekmek Özgürlük...
Sen ki yarınlarımızın kavgasında
Bir ışıksın
Namık Tarancı...
Yüreğindeki sönmeyen Devrim Ateşi
Bitmeyen kavgan özgürlük tutkun
Savaşın umudu oldu
NAMIK TARANCI KİMDİR?
Diyarbakırlı olan Tarancı, 1955’te doğdu. Dört yaşındayken babasını kaybeden Tarancı’nın çocukluğu zorluklarla geçti. İlk gençlik yıllarından itibaren siyasetle ilgiliydi ve Diyarbakır Yurtsever Devrimci Gençlik Dernekleri (YDGD) başkanıydı. Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeniydi, edebiyatla ilgileniyordu ve Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenciydi. Tarancı 12 Eylül 1980 askeri darbesinde altı yıl cezaevinde kaldı. 1992’de Gerçek dergisinde gazeteciliğe başladı ve aynı yıl Evrensel Basın Yayın’dan “Sevdamıza Prangalar Vurulmaz” isimli şiir kitabı çıktı.
Namık Tarancı, 1992’de Gerçek dergisi Diyarbakır temsilcisi oldu. Yaşadığı bölgenin haberini yaptı, Kürt illerinde yaşananları basın yoluyla paylaştı. Gerçeklerin halkla paylaşılması birilerini rahatsız etti. 20 Kasım 1992’de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Öldürüldüğünde 37 yaşındaydı ve Derman Tarancı ile evliliğinden üç yaşında bir oğlu vardı.
FAİLİ HİZBULLAH
Tarancı cinayeti iki yıl “faili meçhul” kaldıktan sonra 1994’te Hizbullah askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar’ın Diyarbakır 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) gıyabında yargılandığı davaya konu oldu. Tutar 3 Ocak 2000’de İstanbul’daki “Hizbullah operasyonu”nda yakalandı. Kolluktaki soruşturma ifadesinde Tarancı cinayetiyle ilgili emri İsa Altsoy’dan aldığını, eylem talimatını kendisinin verdiğini, eylem sorumlusu Abdülkadir Selçuk’un gözcülük yaptığını ve tetiği Mustafa Demir’in çektiğini anlattı. Tutar Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki Hizbullah ana davasında 20 Aralık 2009’da müebbet hapse mahkum edildi. Fakat Yargıtay 9. Ceza Dairesine giden dosya karara bağlanamadan, 1 Ocak 2011’de Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) yürürlüğe girdi. Bu kapsamda Tutar tutukluluk süresi on yılı geçtiği için tedbir şartıyla 3 Ocak 2011’de tahliye edildi.
Yargıtay tahliye edilen sanıkların tekrar tutuklanmasına karar verdiyse de sanıklar ‘bulunamadı’. Yargıtay 26 Ocak 2011’de Tutar’ın da aralarında bulunduğu 16 sanığa müebbet cezasını onadı. Demir hakkında ise 2007’de müebbet hapis verildi. 2009’da karar Yargıtay tarafından onandı. Selçuk’un öldürüldüğü iddia edildi. Altsoy ise hâlâ firari. Yeni isimlere ulaşma imkanı ise zaman aşımı engeline takıldı.