Çorlu’da işçi kadının bildiği yalnızca cehennem
Makinelerin işçilerden daha kıymetli olduğu, kadın bedeninin yontulacak bir malzemeyle eş tutulduğu ve hani neredeyse orman kanunlarının geçerli olduğu bu işçi kentinde kadınlar, uzun mesai saatleri, aşağılamalar, taciz, güvencesizlik, iş kazaları ile karşı karşıya.
Sevda Karaca
Kadınlar birbiri ardına söz alıyor. Hem dertlerini sıralıyorlar hem de bu dertlerle nasıl baş ettiklerini soruyorlar... İşyerleri, aileleri, memleketleri, yaşları farklı olsa da anlattıkları aynı. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kadın Meclisinin Trakya’nın sanayi merkezlerinden Çorlu’da düzenlediği toplantıda, bölgedeki kadın işçilerin tablosu çıkıyor ortaya. Kadınların her sözü bu tabloyu tamamlıyor. Ve ortaya çıkan resim hiç de iç açıcı değil.
Makinelerin işçilerden daha kıymetli olduğu, kadın bedeninin yontulacak bir malzemeyle eş tutulduğu ve hani neredeyse orman kanunlarının geçerli olduğu bu işçi kentinde kadınlar, uzun mesai saatleri, aşağılamalar, taciz, güvencesizlik, iş kazaları ile karşı karşıya.
Kadınların büyük kısmı günde 12 saat çalışıyor. Güvence yok. Çalışma koşulları o kadar ağırlaştırılmış ki, kelimenin gerçek anlamıyla kulağını kaşımaya vakti yok kimsenin.
Bir kadın işçi şöyle söylüyor: “Günde 12 saat çalışınca bir yerden sonra fabrikada herkes uyukluyor, bayılıyor kimisi. Amir de ‘Yeter bu nedir hepiniz uyukluyorsunuz’ diyor. Dayanamayanı gönderiyor.” Penti’den dayanamayıp ayrıldığını anlatıyor bir başkası: “Nasıl dinleneceksin, ailene nasıl vakit ayıracaksın? Üstelik mesai ücreti falan da almıyorduk. 8 saat çalışacağım bir iş arıyorum.”
AL BUNU TIKA, BİR DAHA DA GİTME
1200 kişinin çalıştığı kot fabrikasından gelen kadın işçinin anlattıkları buna yanıt niteliğinde. Daha önce 12 saat çalışıyorlarmış: “Çocuk, koca gördüğümüz yoktu, yemekleri hazır alıp yiyorduk, aldığım mesai parasını da markete veriyordum. Hiç dinlenmeden işe gidiyordum.” Şimdi çalışma süreleri 8 saate inmiş ama molaları da ellerinden alınmış. İki çalışma biçimi arasındaki fark kırk katırla kırk satır arasındaki fark kadar. Sadece tuvalete gidebilmek için bile her türlü aşağılanmayı göze almaları gerekiyor. Yalnızca 2 defa tuvalet izni veren amirler kadınlara “bedenlerinizi ona göre terbiye edin” diyormuş.
Bir kadının anlattığı olay tüyleri diken diken ediyor: “18 yaşında bir genç kız, adet görüyor, lavaboya gidecek, erkek ustaya gidiyor izin için utana sıkıla. Erkek usta yerden bir paçavra alıyor, herkesin ortasında kıza ‘al bunu tıka, bir daha da gitme’ diyor. Kız ağlaya ağlaya lavaboya gidiyor. Sen şimdi buna ne diyeceksin?” Tuvalet yasaklarına itiraz etmek bile yasak. Colin’s’te olduğu gibi hemen “otur oturduğun yere” deniyor.
Başka bir kot fabrikasından, kulağını kaşıdığı için ustasının “oyalanma” diye bağırıp çağırdığı bir kadın giriyor söze: “İşin bir kulak kaşıma süresi kadar durmasına bile katlanamayanlara iş yetiştiriyorsun. Tepende bekliyor, biraz yavaşla, başlıyor bağırmaya.”
İŞ DEĞİŞTİRMEK ÇÖZÜM OLUR MU?
Başkasının çalıştığı fabrikaya bakıp “Orası buradan daha iyi” deniyormuş eskiden. Ama fabrika isimleri değiştiği halde çalışma koşullarında değişen bir şey olmayınca bu fikir de rafa kalkmaya başlamış. Bir kadın işçi deneyimi aktarıyor: “Hamileydim, çok bulantım vardı, ustabaşı gelmiş diyor ki sayıyı çıkaramamışsın ha bire tuvalete gidip duruyorsun. Hamileyim, rahatsızım diyorum, bana kapıyı gösteriyor. Aşağılanmaktansa ustabaşının huyuna giderim diyorsun ama olmuyor, tutayım deme şansım yok.” Kadın işçi, Colin’s’te bu koşullarda 3 yıl çalışmış. Sonunda işten ayrılmış ama işten ayrılmak da çare olmamış. Taşeron temizlik işçisi olarak çalıştığı özel okulda belini sakatlamış: “Koca masaları, dolapları 7 kat sırtımızda çıkarmamızı istiyorlardı. İtiraz edince Colin’s’te olduğu gibi kapıyı gösterdiler bana.” O sinirle işi bırakıp okuldan çıkıyor. Çıktığı gibi de araba çarpıyor: “Nasıl bir sinirle çıkmışsam... 3 ay yattım. Şimdi günlük 35 lira yevmiyeyle plastik fabrikasında çalışıyorum. Sigortam yok. Günde 10 saat çalışıyorum.”
GÖREMEDİĞİ ÇOCUKLARI İÇİ
Bu kadar dert, bu kadar aşağılanma... Kadınlar evlerini geçindirebilmek, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek bu dertlerin yanında bir de çocuklarını görmemeye katlanmak zorunda kalıyorlar. Geri dönüşüm fabrikasında çalışan kadının anlattıkları oldukça çarpıcı: “Vakit olmayınca çocukları kaynanama gönderdim. Sadece hafta sonu görebiliyorum çocuklarımı. Sonuçta muhtacız, çocuklarımız kazandığımız parayla ekmek yiyor. Ama muhtaçlığımızın aşağılamaya vesile olmasını istemiyoruz.”
3 saatlik sohbetin içinde kahkahalar, şakalar, dalga geçmeler eksik olmuyor. En son laf Çağlayan ve Tuzla’da da kadınlarla yapacağımız buluşmaya geliyor. Kadınları da davet ediyoruz. Biri şöyle diyor: “Mesele yan yana gelip bunları anlatmakta değil, bildiğimi bilene anlatınca ne değişecek? Bildiğimizle ne yapacağız, asıl meselemiz bu.”
İŞÇİ SAĞLIĞI MI; O DA NE?
İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin adı bile geçmiyor. Belirleyici olan tek şey gelen siparişler ve bu siparişlerin yetişmesi için günlük çıkarılması gereken mal adedi. İş kazaları işçi kadınların hayatlarının bir parçası olmuş. Çorlu’da özel hastanelerle patronlar arasında çok bilindik bir ilişki var; iş kazası geçiren apar topar belirli özel hastanelere kaldırılıyor. Yaşanan iş kazalarının üstü “parayla” örtülüyor.
Deri fabrikasında, tüm itirazına rağmen bozuk makinede çalıştırılırken iş kazası geçiren bir kadın alıyor sözü: “Daha önce de o makine başka bir arkadaşımın elini kapmıştı. Mal yetişecek diye çalıştırdılar. Sigortam yoktu, beni özel hastaneye götürdüler. 3 ay maaşımı verdiler ama yine sigortamı yapmadılar. Avukata gittim 3 tane şahit lazım dedi, işten çıkarırlar korkusuna kimse şahitlik yapamaz ki! Eşim de o fabrikada çalışıyor, çekindim. Çalışırken tedaviye gidebilmek için izin alıyorum diye fırça attılar.”
Tül sarma fabrikasında çalışırken kolunu, altına kadar makineye kaptırdığını anlatıyor bir diğer kadın. 300 derecelik ısıda elini kaybedeni, makine arızaları nedeniyle haftada 5 kere eline iğne batan, parmağı kopan arkadaşlarını anlatıyor.
İşçi sağlığı da hiçe sayılıyor fabrikalarda. Yıllardır deri sektöründe çalışan bir kadın yaşadıklarını dile getiriyor: “Sigortasızım. Günlük çalışıyoruz, parça başı iş yapıyoruz. Aylık en fazla 900 lira para geçiyor elimize. Fabrikada deri imalatında kimyasal kullanılıyor. Kimyasallar o kadar ağır ki ellerimiz yanıyor, nefesimiz kesiliyor. Bize maske, eldiven hiçbir şey vermiyorlar.”
İşçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimleri de göstermelik olmaktan öteye gitmiyor. Zaten patronlar üretimden taviz vermiyor. İşçileri, mesailerinin bitiminde ya da öncesinde birer saat tutarak veriyorlar eğitimleri. Anlatılanların gereği yapılmıyor, çoğu iş güvenliği malzemesi verilmiyor. Bir kadın işçi anlatıyor: “Uzman buraya kaygan zemin işareti koyun, biri düşerse sorumlusu siz olursunuz dedi. Öyle bir malzeme verilmemiş ki. Ne yapayım, evden mi getireyim?” Ama her kazadan işçiler sorumlu tutuluyor. Çalışma bakanlığı müfettişlerine ise hiç güven kalmamış. Hemen tüm işçiler onların patronlarla iş birliği halinde olduğunu düşünüyor.
Bir fabrika yemekhanesinde taşeron çalışan Sevcan anlatıyor: “Müfettiş bu biçimde yemek üretemezsiniz, bu tüpleri kaldırın diyor. Fabrika müdürü bana, ‘patronuna söyle bunları kaldırsın’ diyor, patronum bana ‘ben yapamam, git fabrikanın patronuna söyle’ diyor. Orada tüp patlarsa olan bize olur, fabrikaya hiçbir şey olmaz. Ne fabrikanın patronu ne de taşeron patronu bunu düşünmüyor”.
DİRENÇ DE GELİŞİYOR
Bir yandan da iş kazalarına ve yaşanan kötü muameleye karşı direnç gelişmeye başlamış. Bir tekstil fabrikasında elini kesen kadına ustası makineleri temizledikleri kirli bezi uzatıp “al şununla bağla elini” deyince rapor alıp şikayette bulunmuş. Fabrikaya cezası verilmiş, yönetim de cezayı ustabaşına ödetmiş. Ondan sonra da bir işçinin eline iğne batsa hemen hastaneye götürmeye başlamışlar. Kimi fabrikalarda imza toplanmaya başlanmış. Hatta iş yavaşlatma gibi eylemlerin yapıldığı yerler de var.
İSİG KADIN MECLİSİ İŞÇİ KADINLARLA BULUŞTU
İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kadın Meclisi olarak Çorlu’da işçi kadınlarla bir buluşma gerçekleştirdik. Buluşmaya tekstil, deri, ambalaj, metal, geri dönüşüm ve ev işçisi 30 kadar kadın katıldı. Sohbete başlarken İSİG Kadın Meclisi adına Serpil Kemalbay meclisin ne yapmak istediğini, neden bu buluşmayı gerçekleştirmek istediğimizi, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından Türkiye’deki durumu anlattı. Ardından başladık sohbete, ama yöntemimiz biraz farklıydı.
Sorularımız da cevaplarımız da “içeriden” olsun istiyorduk. Bu nedenle işçi arkadaşlarımızdan birinden muhabir olmasını rica ettik. Soru sormayı seven, daha buluşmanın başında diğer kadınlarla hızlıca ilişki kuran İşçi Leyla, muhabirlik için yaratılmıştı sanki! Arada soru sorabileceğini söylediğimiz bütün işçi kadınlar kendi zorluklarının cevabını arıyorlardı. O yüzden her sorunun başında şu cümle vardı “Ben çok zorluğunu çektim de sen şunu şunu nasıl hallediyorsun, nasıl yaşıyorsun?”
TAŞERON VE YEVMİYELİ ÇALIŞMA, DERDİ BÜYÜTÜYOR
Taşeron ve yevmiyeli çalışma kadınlar arasında oldukça yaygın. İki çalışma türü de kadınların dertlerine dert ekliyor: “Fabrikada kadrolu çalışanların da sosyal hakları iyi değil, biliyoruz, ama taşeronda sosyal hakkın ismi bile geçmiyor.”
Cross’ta çalışan bir kadın işçi giriyor araya: “Sizin yıllık izniniz de yok değil mi?
Bizim fabrikada çalışan taşeron
işçilerle yıllık sözleşme yapılıyor,
sözleşmesi dolunca
gönderiliyorlar, hiç
izin yapmadan.”
ÇARESİZCE KATLANILAN DERT: TACİZ
Açık seçik bir soru olarak sorulana kadar laf aralarında belli belirsiz geçen bir konu var: İş-yerinde yaşanan taciz ve şiddet. Tacizin ve şiddetin çok yaygın ve çok “sıradan” olduğunu söylüyorlar öncelikle: “Ama fabrika ortamında bu sıkıntılar pek paylaşılmıyor ama kulaktan kulağa yayılıyor. Görüyorsun görmezlikten geliyorsun. Hem arkadaşını utandırmamak için hem de yapacak bir şey olmadığından…” Şikayet etmek, haklı olsan da işten atılmak anlamına geliyor. Taciz dolayısıyla işten atılan genç bir deri işçisi kadın anlatıyor: “Ustam fabrikada bazı davranışlarıyla beni rahatsız etti. Ben de bir arkadaşıma anlattım, içimi dökmek için. Arkadaşım da gidip ustaya ona anlattığımı söylemiş. Beni işten çıkardılar.” Annesi de aynı fabrikada çalışıyormuş.
Başka bir kadın söz alıyor hemen: “Mesele biraz da aileler. Taciz nedeniyle işten atılsan ailene ne diyeceksin, başka yerde nasıl işe başlayacaksın. Çaresizce susuyorsun, ya da bir bahane bulup kendin ayrılıyorsun işten.”
SENDİKA, İŞÇİDİR
Kadın işçilerin çoğu sendikalı. Ama en çok sendikacılara öfkeliler. Kimi Türk-İş’e bağlı, kimi Hak-İş’e bağlı sendikalara üye. Ama “Patronla el ele veren sendikacılar” lafı hepsinin dilinde. Bir tekstil fabrikasında çalışan genç bir kadın, sendikanın patrondan daha çok sorun yarattığı örnekleri anlattıktan sonra şöyle diyor “sendika benim orada, ben olmaz dersem olmaz. Sendika, işçidir”.
BİRBİRİNE EMANET EDİLEN ÇOCUKLAR
Bir kadının hamile kalması, fabrikadaki hayatını hiç değiştirmiyor. Yöneticiler onları en ağır işlere koşmaktan geri durmuyor. Bir fabrikada hamile kadınlara yasal hakları kullandırılmışsa işte bu şaşkınlıkla karşılanıyor. Çocuk doğduktan sonra da kreş sorunu başlıyor. Çok büyük bir dert bu kadınlar için. Bu nedenle kreş olanağı sağlayan fabrika “her şeyine katlanılır fabrika” olarak ifade ediliyor. Ama kreş hakkını kazanmak da o kadar kolay değil. En az bir yıllık işçi olmak gerekir. Kadınlar kreş çıkana kadar çocuklarını akrabalarına ya da daha büyük çocuklarına teslim ediyor. Çaresiz kalanlar özel kreşe yatırıyor aldığı ücreti. Sorun çözülemez hale geldiğinde kadınların dayanışması giriyor devreye. Kreş sırası gelmeyen mesai arkadaşları bebeğini kreşe bırakılabilsin diye, kendi çocuğunu kreşten alıyorlar ya da amirlerinden ricacı oluyorlar.