20 Ocak 2014 07:21

Bu bir devlet krizi

17 Aralık’tan bu yana hukuk devleti iddiasındaki bir ülkede ne kadar olmaz varsa hemen hepsi yaşandı. Yargı, Cemaatle giriştiği kavgada AKP için araçsallaştırılıyor mu? HSYK, bunun için mi değiştiriliyor? Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Uygun’la konuştuk.

Bu bir devlet krizi
Paylaş

Serpil İLGÜN

17 Aralık’tan bu yana hukuk devleti iddiasındaki bir ülkede ne kadar olmaz varsa hemen hepsi yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcılar görevden alınıyor, emniyet, yargıyı yine dinlemediği için üçüncü dalga yapılamıyor, kimi davalarda “zamanlaması manidar” kararlar çıkıyor. En önemlisi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Adalet Bakanına bağlanmak isteniyor. Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran HSYK kanun teklifi son anda bir değişiklik olmazsa, yarın Meclis Genel Kurulu’na gelecek. Yargının bağımsızlığı konusu Erdoğan’ın salı günü gideceği Brüksel’de de ele alınacağı için, HSYK bu haftanın da esas gündemlerinden biri olmayı sürdüreceğe benziyor.
Peki, HSYK ne yapar? AKP, değişikliğin anayasaya aykırı olduğunu bile bile neden direniyor? Düzenlemeler neyi içeriyor? Yolsuzluk ve rüşvet operasyonları soruşturmaları bu düzenlemeden nasıl etkilenecek? HSYK’nin iktidarın emrine girmesi, günlük yaşantımıza nasıl yansıyacak? Yargı cephesindeki kaostan nasıl çıkılır?
Yanıtlar için Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Uygun’la konuştuk.


Başbakan kızıyor, savcılar gidiyor. Yolsuzluk operasyonu nedeniyle 20 savcı daha gitti. Ne diyorsunuz?
Önce bu krizi tanımlamak lazım. Kriz, kamuoyuna Hükümet-Cemaat krizi olarak yansıyor. Böyle bir boyutu var. Ama siyasal, hukuki boyutuyla baktığınızda aslında bu bir devlet krizi. Yürütmenin Hükümet kanadıyla, yargı arasındaki bir çatışmasıdır yaşanan. Ne yapıldı şimdiye kadar? Şu yapıldı: Hükümetin bir tespiti var. Başbakanın söylediklerine göre, yasa dışı bir yapılanma emniyette, yargıda ve muhtemelen başka bazı kurumlarda da var ve örgütlenmiş durumda. Hükümet darbesi yapacak kadar da güçlenmiş durumda. Başbakan, “Bu yapıyı söküp atacağız, inlerine gireceğiz” diyor. Fakat bu tür değişiklikleri emniyette yapmak kolay olsa da, yargıçlar ve savcılar açısından kolay değil. Anayasal bir kuruluş HSYK ve savcıların yargıçların atanmaları, görev değişiklikleri, disiplin soruşturmaları gibi konularda şu andaki mevzuatımıza göre Adalet Bakanının yetkisi çok sınırlı. Yapılmak istenen değişiklikle, kurula ait bu yetkilerin neredeyse tamamı artık Adalet Bakanına verilmek isteniyor. Sorun yargı bağımsızlığını, hukuk devleti ilkesini tümüyle ortadan kaldıracak bir yol ve yöntemle çözülmek isteniyor.

Yasa dışı örgütlenmeye izin vermek de suç değil mi?
Suç tabii. Hukuki açıdan da bu bir sorumluluk doğurur ama en azından Başbakanın siyaseten çıkıp halktan özür dilemesi lazım. Öyle “yanıltıldık, safmışız” filan olayı değil. “Devlet içinde yasa dışı bir örgütlenmeye biz izin verdik, bundan yarar umduk, bu nedenle özür diliyorum” demesi lazım.

İktidarın bulduğu çözümün Anayasa Mahkemesinden döneceği söyleniyor. Hükümet mahkemeden döneceğini bile bile neden bu değişikliği yapıyor? Zaman kazanmak için mi?

O da olabilir ama asıl nedeni şu: “Hükümet darbesidir” diyor ya Başbakan. “Bunu önlemek için kanun çıkartalım, ilk gün kuruldaki bütün görevler düşsün yerine yenilerini atayalım, sonra muhalefetin eleştirileri doğrultusunda gerekli değişikliği yaparız” mantığı var. Dediğim gibi, bu ciddi bir devlet krizi ve bu tip krizlerde tarafsız cumhurbaşkanının devrede olması gerekir Anayasa’mıza göre. Çünkü devlet organlarının düzenli ve uyumlu işleyişini gözetmek onun görevi.

Cumhurbaşkanına geçmeden önce, sizce AKP kendini yolsuzluktan sıyırabilmek için mi yargıya böylesine aleni müdahaleler yapıyor?
Bu çok yanlış bir tespit değil. Çünkü HSYK’nin bugüne kadarki performansına baktığınızda başka kesimleri mağdur eden pek çok iş yaptı. Hükümet bunlara ses çıkarmadı. “Yargı bağımsızdır” dedi, “Bekleyelim, görelim” dedi. Yürüyen davalarda gerçekten vahim iddialar var ama HSYK yapılan şikayetler karşısında kılını kıpırdatmadı. Ne zaman ki iş Hükümete dönük soruşturmalara geldi, o zaman bu devreye girdi. Ama anlayabildiğimiz kadarıyla bu sadece yapılan yolsuzlukların durdurulması, engellenmesi kadar basit bir şey değil. Bunun ötesinde doğrudan Hükümetin düşmesine yol açabilecek bir noktaya evrilebileceğini gördükleri için böyle bir tür savaş senaryosuna dönüştürdüler işi.

Başbakanın darbe söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ses getirici bir laf. Başbakan kendi tabanını ayakta tutmak için bunu darbe olarak nitelendiriliyor. Kendisine sahip çıkılsın diye. Bu bir darbe değil ama hedefin o olduğu az çok görülüyor. Şu olabilseydi daha net konuşabilirdik. Başbakanın bu vahim iddiaları Meclise gelseydi, bunu belgeleriyle ortaya koyup milletvekillerini bilgilendirseydi, o zaman muhtemelen muhalefetle ortak hareket etme imkanı da olurdu. Bütün bunları yapmıyor ama çok vahim şeyler söylüyor. Muhalefeti ikna edemediği için muhalefet de nasıl bakıyor, “Demek ki yolsuzluk olaylarını örtbas etmek için, seçimleri kazanabilmek için yapılıyor” diyor.

Yolsuzluk kısmını örtbas etme algısını güçlendirmek için yeter sayıda pratikler var. Üçüncü dalgada yine kolluk yargının emrini yerine getirmedi mesela. Bu nasıl oluyor?
Gerçekten hukuk devletinde düşünülebilecek bir şey değil. Fakat olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Şu olsaydı, kamuoyu bunu anlayabilirdi. İlk dalga operasyonlarda diyelim ki hakim ve savcılar görevlerini kötüye kullandılar, başka yerlerden talimatla bu işi yaptılar. Bir an için bunun doğru olduğunu varsayalım. E şimdi o hakim ve savcılar değişti, yerine yenileri geldi, onların bu işi daha iyi yapacağını düşünüyor Hükümet. Biz de inanmak istiyoruz fakat hâlâ aynı sorun devam ediyor. Hâlâ özellikle İstanbul’da hiçbir savcı kolluğa emir veremiyor. Hakimler ve savcılar baskı altında.

O halde, yeni operasyonlar yapıl(a)mayacak?
Yapmakta zorlanacaklar. Hakim ve savcılar o kadar çok tacize, aşağılanmaya uğruyor ki. Ne yaparsa yapsın, yapacağı icraatın bir kesim tarafından eleştirileceğini görecekler. Yani bu koşullarda hakimlik ve savcılık yapmak da çok zor bir şey. Öncelikle o güveni tesis edebilmek lazım.

Yargının emirlerinin kolluk tarafından uygulanmamasını engelleyecek, bu gibi durumlarda devreye girecek mekanizmalar yok mu?
Var aslında, ceza muhakemeleri kanununa göre savcı, kolluk verdiği emri yerine getirmezse, doğrudan soruşturur. Ama bu da yapılamıyor. Şu geçiş döneminde kimse yetkisini kanuna uygun biçimde kullanamıyor.

Devam eden soruşturmaların nasıl sürdürüleceği sorusu var bir de. Bu tabloda yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları hukuka uygun yürütülecek mi?
Çok zor. Bu işin en düzgün çözümü şudur: Bir anayasa değişikliği yapılmalı. Mecliste bütün partilerin “evet” diyebileceği bir formülün bulunabileceğine inanmak istiyorum. Ama bu Hükümetin bazı adımlar atmasıyla bulunabilir.

Mesela?
Şöyle; Hükümetin yolsuzluk soruşturmalarının engellenmemesi konusunda garanti vermesi lazım. Hem kamuoyuna, hem parti liderlerine. İkincisi, Anayasa’ya kesin aykırı olan HSYK Kanunu Meclis Genel Kuruluna getirilmemeli. Şöyle yaklaşmalı; yargıda bir sorun var, yargı içinde çöreklenmiş, başka yerlerden talimat alan birtakım görevliler var, gelin bunu ayıklayalım.

Ayıklama nasıl yapılacak?
Şöyle yapılabilir; HSYK’yi gerçekten Anayasa’ya, kanunlara uygun hareket eden nitelikli insanlarla doldurursanız o kurul aşağıya doğru bu disiplini sağlar. Bunun için kurulun gerçekten tarafsız ve bağımsız bir kurula dönüştürülmesi lazım. Öyle Adalet Bakanına, Hükümete bağlı bir kurula değil. Bunda bütün partilerin çıkarı var, destek vereceklerdir. Yüksek Kurul bu şekilde oluşturulduğunda gerçekten prestijli bir kurul olacaktır.

Ama muhalefetin desteğinden öte, bağımsız, prestijli bir kurula iktidar evet der mi?
İktidarın işine gelmiyor, evet. 


SORUŞTURMALAR SAVSAKLANABİLİR AMA ENGELLENEMEZ

Onca zamandır Anayasa değişikliği yapılamadı. Şimdi yapılabilir mi?
Ben çok ümitsiz değilim. Şu anlamda: Hükümet ilk anda günü kurtarmaya çalışıyor. Yasa dışı dediği yapılandırmayı ortadan kaldırmak istiyor, o kalktıktan sonra muhtemelen o da objektif, tarafsız hareket edecek bir kurula sıcak bakabilir.

Bunun işaretlerini görüyor musunuz? Ortaya çıkanların buz dağının çok az bir parçasını oluşturduğu söylenirken,  iki ay sonra seçim varken hem de. Başbakanın zihniyetinde olsam, bağımsız yargının oluşmasını istemem!
İstemezsiniz ama engelleyebilir misiniz acaba? Bütün mesele orada. Açılan soruşturmalar biraz savsaklanabilir, biraz geciktirilebilir ama engellenemez. Genel seçimlerle yerel seçimlerle birlikte yapılsaydı, o politika işe yarardı. Ama biz iki yıllık bir seçim dönemindeyiz. Dolayısıyla iki yıl içinde bu soruşturmalar iddianameye, davaya dönüşür. Hatta bazıları sonuçlanabilir bile. Ayrıca yeni soruşturmalar da gelebilir. Dolayısıyla Hükümet bunu engelleyebilecek durumda değil. Bütün mesele, günü kurtarma meselesi.


KURUL TARAFLI İSE ADİL BİR YARGILAMA YAPILAMAZ

HSYK’nin yapısının değişmesinin vatandaş hakları, kamu hakları gibi boyutları da var. Teklif yasalaşırsa, günlük hayatımıza nasıl yansımaları olacak?
Bu nokta önemli. Çünkü vatandaşın günlük hayatını doğrudan ilgilendiren bir düzenleme. İlk bakışta “Bir yüksek kurulun vatandaşın günlük hayatına ne etkisi olabilir” diye düşünülebilir ama öyle değil. Avrupa Hakimleri Danışma Konseyinin 10 numaralı görüşünde de bu çok net vurgulanıyor. “Kişilerin kanun önünde eşitlik, ayırımcılığa uğramama, mahkeme önünde eşitlik ilkelerinin gerçek güvencesi, bağımsız bir yüksek kuruldur” diyor. Eğer o kurul taraflı ise, adil bir yargılama yapılamaz ve kişiler mahkeme önünde eşit durumda olmaz. Bazıları ayrıcalıklı bazıları dezavantajlı olur.
Uygulamada çok ciddi sıkıntılar var. Çevre davalarında, ticari davalarda bile var. Yani ceza davası olması da şart değil. Bakıyorsunuz mahkeme bir karar veriyor ama bunun hukuka aykırı olduğu çok bariz biçimde gözüküyor. Fakat buna karşı bir şey yapamıyorsunuz.

Neden?
Çünkü itiraz ettiğiniz merci de aynı kararı veriyor. Aslında oradaki hakim ve savcı yetkisini kötüye kullanmış oluyor. Bunlar şikayet ediliyor. HSYK’ye yüzlerce şikayet gidiyor. Yıllardır bekletiliyor bu dosyalar. Hiçbir işlem yapılmıyor. Yani HSYK bazı usulsüz işlem yapan hakim ve savcıları sanki koruyor ve gözetiyor. Bir başka husus, -Türkiye’nin yine kanayan yarası, ciddi bir devlette olmaması gereken bir şeydir bu- hakim, savcı bir karar veriyor, tutukluluk oluyor. Ama bunların doğru dürüst gerekçesi yok, yani siz vatandaş olarak ya da avukat olarak bunlara itiraz etmek istediğinizde, nereye itiraz edeceğinizi de bilemiyorsunuz. Bunlar yazılmıyor, yazılmadığı için üst makamlar tarafından denetlenmiyor ve bu sistemin böyle yürüyüp gitmesine HSYK göz yumuyor. HSYK’nin en temel görevlerinden biri mesleğe bir ciddiyet kazandırmak olmalı. Vatandaş haklarının güvencesi ancak böyle sağlanabilir. Bu bugüne kadar sağlanabilmiş değil.


YARGIYA GÜVENİN BİR AN ÖNCE TESİS EDİLMESİ LAZIM

Son anda bir değişiklik olmazsa, HSYK teklifi yarın Genel Kurula getirilecek. İşaretlere bakınca Başbakanın nasıl bir strateji izleyeceğini düşünüyorsunuz? Süreci uzatabilir mi?
Ben açıkçası Başbakanın bunu bir koz olarak kullanmak isteyeceğini düşünüyorum. Muhalefete diyecek ki, “Her an bunu çıkartabiliriz, eğer Anayasa değişikliği konusunda uzlaşırsak gerek kalmaz.” Bu durum Hükümeti de zor durumda bırakır. Anayasa’yı açıkça ihlal eden bir hükümet tablosu ortaya çıkacak çünkü. İçte ve dışta etkisi çok büyük olacaktır. Ama benim gördüğüm, bu pazarlığın hükümet ve muhalefetle tek başına yapılması bir sonuç vermiyor.
Çok ciddi bir kutuplaşma var, çok fevri hareketler var. Yargıya güvenin bir an önce tesis edilmesi lazım. Tarafsız cumhurbaşkanın devreye girmesi ve onun gözetiminde bu müzakerenin yapılması gerekir. O zaman bir başarı söz konusu olabilir. Bağımsız ve tarafsız bir yüksek kurul hükümetin de, muhalefetin de ihtiyacı olan bir şey. Bu yapılabilir. Ve ben bunu ümit etmek istiyorum.


YENİDEN YARGILAMA İÇİN BAŞBAKANIN SÖZLERİ YETMEZ

Bir başka kaos, yeniden yargılama meselesinde yaşanıyor. Yeniden yargılamanın yasalardaki “olur”u nasıldır?
Bizim kanunlarımızda bitmiş davalarda bile ortaya yeni deliller çıkarsa veya hükme neden olan delillerin sahte olduğu anlaşılırsa, yeniden yargılama yapılabilir.

Şu günlerde Başbakanın “sahte deliller ürettiler” vs. söylemlerine dayanılarak tahliye dilekçeleri yazılıyor…

Yetmez. Çünkü bu siyasi bir söylem. Bunun temellendirilmesi lazım. Yetkili olan HSYK’dir. Başbakanın bu söylediklerini şikayet olarak alır, müfettişlerini gönderir inceleme başlatır. Sahte deliller kullanılmışsa, bunu tespit ederek yeniden yargılama başlatılabilir.
Şu anda hukuki bir süreç başlatılmış değil bu iddialar üzerine. Başbakanın ve Adalet Bakanının sözleri yeniden yargılamanın değil ama uzun tutukluluk sürelerinin kısaltılmasının önünü açabilir. Bu zaten olması gereken bir şey. Mümkün olduğunca insanların tutuksuz yargılanması lazım.


TARAFSIZ BİR CUMHURBAŞKANI İHTİYACI ORTAYA ÇIKTI

Cumhurbaşkanı’nın devreye girmesi gerektiğinden söz ettiniz. Geçtiğimiz hafta bazı temaslarda bulunan Gül için şu söyleniyor: Abdullah Gül, HSYK’daki değişikliğe karşı ama Erdoğan’la şu iklimde çatışmayacağı için, devreye giriyormuş gibi yapıyor. Katılır mısınız?
Öyle görünüyor. Aslında süreç, Türkiye gibi siyasetin çok kutuplaştığı ülkelerde tarafsız cumhurbaşkanına olan ihtiyacı çok net gösterdi. Bunun için de cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlayacak düzenlemeler çok önem taşıyor. Bakın, bizde iki kez cumhurbaşkanı seçilebiliniyor artık, yeni anayasa değişikliğine göre. Cumhurbaşkanı bir sonraki seçimi düşünerek hareket edecektir demek ki. Oysa tarafsız olsa, görev süresi boyunca saygın bir cumhurbaşkanı olma dışında bir derdi olmayan bir kişi olsa, çok farklı müdahalede bulunabilirdi. Şu anda böyle bir sıkıntımız var. Cumhurbaşkanı bu sıkıntılar nedeniyle aktif hareket edemiyor. Şunu yapmalıydı; “bu bir devlet krizidir” deyip bütün muhalefet liderlerini toplamalıydı.

Geçen hafta topladı?
Toplamadı. Tek tek çağırıp görüştü ve hiçbir şey çıkmadı bundan. Cumhurbaşkanı önce bakanlar kurulunu toplantıya çağırır, nedir bu yapılanma, önce orada dinler. Devletin elindeki bilgileri görür, o bilgilerle bütün muhalefet liderlerini bir araya toplayıp müzakere edebilir, krizi aşmak için inisiyatif üstlenebilir ve muhalefet liderlerini bir anayasa değişikline ikna edebilirdi. Tabii hükümeti de ikna etmek koşuluyla. Zaten bu krizin eninde sonunda varacağı yer bu. Gerçekten bağımsız, tarafsız bir kurul oluşturulursa kriz biter, başka türlü bitmez.


HSYK SADECE YÜRÜTMEDEN DEĞİL YASAMADAN DA BAĞIMSIZ OLMALI

Peki, bu kriz dışarıdan nasıl görünüyor?
Dışardan durumun nasıl göründüğünü size, Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi’nin, Türkiye’deki duruma ilişkin tespitlere yer verdiği 2013 tarihli raporundan hareketle ifade edeyim. Bu konsey, Venedik Konseyi gibi Avrupa Konseyi’nin uzman kuruluşlarındandır. Bir de 2007 tarihli yüksek kurulların nasıl oluşturulacağını belirleyen bir görüş var; 10 numaralı görüş. Bütün konsey üyesi ülkeleri incelemişler ve bağımsız, tarafsız bir yüksek kurul nasıl oluşturulmalı, bunu tespit etmişler. Birkaç noktaya değinince, Hükümetin mecliste çıkarmaya çalıştığı kanunla aradaki farkı göreceksiniz. Bir kere şunu söylüyor konseyin görüşü; “Yüksek konseyin büyük çoğunluğu yargıçlardan oluşmalı.” İkincisi, bizde hani “Meclis seçsin” falan deniyor ya, bu görüş “Yargıç olmayan üyelerin de siyasi kimliği olmamalı” diyor; uzman olmalı.

Uzman derken?
Mesela meslekte 20 yıllık avukatlık yapmış uzman olabilir, üniversitede hukuk profesörleri olabilir. Siyasi bir kimlikle değil, uzman kimliği ile buraya gelmeli. Yargıçların, hükümetin önerdiği şekilde meclis tarafından seçilmesine de şiddetle karşı.

RTÜK modeli önerisini söylüyorsunuz. Neden karşı çıkılıyor? Bu seçimin ne sakıncası var?
Çünkü eğer yüksek kurula atanacak yargıçları meclis seçecekse, RTÜK’teki gibi partilerin kontenjanı olacaksa, hâkimler bir parti rozeti takarak kurula gitmiş olacak. Yani AK Parti’li, MHP’li, CHP’li, BDP’li hâkimler olacak. Oysa bizim hâkimlerden beklediğimiz nedir? Hiçbir siyasi görüşe itibar etmeden, vicdanına göre hareket etmesi. Sonra, bu kurulda Adalet Bakanı kesinlikle olmamalı. Sadece cumhurbaşkanının sembolik olarak başkanlık edebileceğini söylüyor ama Fransa’daki cumhurbaşkanlığı gibi değil. Çünkü o bir siyasi. Orada yarı başkanlık sistemi geçerlidir. Türkiye’deki gibi sembolik cumhurbaşkanı başkanlık edebilir, ama aslında meslekten seçilen insanların bu kurulu oluşturması ve başkanını kendi içinde seçmesi lazım.
Konseyin görüşünde çok vurgu yapılan bir şey de şu; “Bu kurulun sadece yürütmeden değil, yasamadan da bağımsız olması gerekir.” Dolayısıyla Avrupa Hâkimleri Danışma Konseyi’nin 2007 tarihli bu 10 numaralı görüşünde belirtilen temel ilkeleri tümüyle reddeden bir teklif var şu anda mecliste. Eğer o teklif yasalaşırsa, biz gerçekten hem Avrupa Konseyi’nde, hem de AB kurumları önünde zor durumda kalırız.
Bir şey daha ekleyeyim, 2013 tarihli rapordan söz ettim. İki ay önce yayınlanan bu rapora göre, (Türkiye gibi pek çok ülke hakkındaki şikâyetleri değerlendiren bir rapor bu) yargı bağımsızlığı konusunda en çok eleştiri alan ülkelerde biri Türkiye. Diğerleri de Macaristan, Bulgaristan, Polonya gibi demokrasi tecrübesi çok az olan ülkeler. O rapordaki eleştirilere Adalet Bakanlığı’nın verdiği cevap ise çok ilginç. “Evet” diyor, “Kurulun başkanı adalet bakanıdır, müsteşarı da kurul üyesidir. Ama bunların yetkileri semboliktir, biz hiç karışmıyoruz.” Yani “Bu bağımsız bir kurul, Adalet Bakanı müdahale etmiyor” demek istiyor. Ama meclisteki kanun teklifine baktığınızda, kurulun var olan yetkileri alınıp bakana veriliyor.

Tablo böyle olursa, “22 kişilik bir heyete gerek yok. Adalet Bakanı tek başına bütün kararları versin” deniyor…
Evet, bu kadar iddialı bir kurul oluşturmaya gerek yok. Öyle büyük binalara da gerek yok. Adalet Bakanlığı’nda bir odada, yılda bir iki kez toplanan bir danışma kurulu oluşturulabilir. Son karar verme yetkisi Adalet Bakanı’nda olduğuna göre, teknik bir iş yapacaktır o kurul, danışma kuruluna dönüşecektir.


BİZDE SİYASET, YARGIÇLARI TAPUDA ÇALIŞAN BİR MEMURDAN FARKLI GÖRMEZ

Bağımsız yargı kültürümüz olmadığı için yargının bağımsızlığının hep sorunlu olduğunu söylüyorsunuz. Bağımsız yargı kültürü nasıl oluşur?
Evet, öyle bir kültürümüz yok. Türkiye’de yargıçlarımız kendilerini bağımsız olarak gören insanlar değiller. Tabii ki istisnaları var, çok nitelikli yargıçlarımız, gerçekten Anayasaya, hukuka uygun düşünen, vicdani kanaatlerine göre hareket etmeye çalışan yargıçlarımız var. Ama bunlar istisnadır. Bizde yargıçlar her zaman bir yerden güç alarak hareket edebilirler. Savcılar için de aynı şey geçerlidir. Bu güç hükümet olabilir, bu güç asker olabilir, bu güç başka odaklar olabilir. Oysa bağımsız yargı dediğimiz zaman, hükümetten de, dini cemaatlerden de, iş çevrelerinden de, hatta kamuoyundan da bağımsız olabilmesi olması lazım. Bu bir kültür işi... Bu yüzyılların birikimiyle oluşabilen bir şey. Bizim yargımız böyle değil

Bu birikimin oluşmasını engelleyen faktörler neler?
Askeri darbelerin çok büyük etkisi var. Çünkü askeri darbeyle tüm devlet yetkileri merkezde toplanıyor. Yargı da çok önemli bir yetki olduğu için, asker darbe yaptığı zaman yargıç ve savcıları kendisine bağlamak istiyor. Hem ideolojik olarak, hem hiyerarşik olarak... Bu anlaşılabilir bir şey. Ama bizde hükümetler de aynı şeyin peşindedir. Yani iyi işleyen bir demokraside partilerin ve hükümetlerin oraya nasıl bakması lazım? Siyaset, partiler ve toplum kesimleri arasında yapılan müzakeredir, yarıştır. Yargı ise, sorun çıktığında objektif olarak karar veren adil bir kurumdur. Bir kesimin tarafı değildir. Onun güdümünde değildir. Tıpkı futbolda hakemin takımlardan birini tutamayacağı gibi... Ama bizde hükümetler mümkün olduğunca yargıyı kendilerine bağlamak isterler, yargıçları da tapuda çalışan bir memurdan farklı görmezler. Sıkıntı burada.

MESLEĞE KABUL DE YÜKSEK KURULA VERİLMELİ

Yargı bağımsızlığının oluşmasında Adalet Akademisi nerede duruyor peki? Temel ayaklardan biri midir? Zira örneğin sınavlarda yüksek puan alan hâkimlerin, savcıların değil, düşük puan alan ama cemaate ya da iktidara yakın olanların seçildiği söyleniyor?
Bu doğru ama esas nokta o değil. Bu eskiden beri olan bir şey. Eskiden başka güçler bunu elinde tutuyordu. Objektif bir kriterimiz, bu objektiviteyi sağlayacak tarafsız bir kurumumuz yok.

Burada neyin devreye girmesi gerek? O tarafsız kurum hangisi olur?
Şöyle; HSYK mesleğe başladıktan sonra görev icra ediyor, mesleğe kabul işini Adalet Bakanlığı yürütüyor. Adalet Bakanı ya da bakanlıktaki bürokratlar, ya hükümet yanlısıdır ya cemaat yanlısıdır. Veya askerin etkili olduğu dönemde asker müdahale ediyordur. Sonuçta keyfi bir belirleme ortaya çıkıyor. Yani gelecek olan kişinin ideolojik yapısına bakılarak karar veriliyor. Oysa hukuk bilgisine, liyakatine bakılarak karar verilmesi lazım. Böyle bir kurumsal yapılanma bizde yok. O yüzden hala çok eleştirilir. Mesleğe kabulün de yüksek kurula verilmesi gerektiği söylenir, ama bu bugüne kadar yapılabilmiş değil.

Daha ilk basamakta liyakat, başarı vs. değil, taraftarlık devreye giriyorsa, HSYK’nın yapısının öyle ya da böyle olması ne kadar etkili olabilir ki?
Tam öyle değil. Mesleğe kabule Adalet Bakanlığı karar veriyor ama hâkim ve savcıların nerede görev yapacağı, hangi kritik davalarda görev yapacakları, görevi kötüye kullanan hâkim ve savcılar için soruşturmalar, bunlar da çok önemli. Yani mesleğe liyakatsız insanlar alabilirsiniz, çok katı ideolojik perspektiften bakan insanları da alabilirsiniz. Ama meslekte pişer onlar.  Yani mesleğe kabul her şey demek değil. Ona bu reform sürecinde hiç dokunulmadığı için çok önem taşıyor tabii ki. Onun da yüksek kurula verilmesi lazım. Dolayısıyla asıl mesele, mesleğe başladıktan sonra hâkim ve savcıların görevlerini adil yapmalarını sağlayacak bir yapıyı ortaya çıkarmak.


PROF. OKTAY UYGUN

1985’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Aynı üniversitede Kamu Hukuku alanında 1987’de yüksek lisans, 1991’de doktora derecelerini aldı. 1992’de yardımcı oçentliğe, 1995’te doçentliğe, 2005’te de profesörlüğe atandı. 2012 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden emekli olan Uygun, halen Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tam zamanlı öğretim üyesi olarak çalışıyor. Birçok uluslararası projede yer alan Uygun’un yayımlanmış çok sayıda eseri bulunmakta.
 

ÖNCEKİ HABER

HES inşaatında heyelan: 1 ölü 2 yaralı

SONRAKİ HABER

Irak ordusu Ramadi\'de operasyon başlattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa