Manisa’daki nükleer skandal raporlanmış!
Evrensel'in gündeme taşıdığı Manisa’nın Köprübaşı ilçesi yakınlarındaki eski uranyum madeninden kaynaklanan radyoaktif kirliliğin daha önce bilimsel çalışmalarla belgelendiği ortaya çıktı. Manisa’nın Köprübaşı ilçesinde normal değerlerin tam 140 katı radyasyon ölçümü yapılmıştı.
Özer AKDEMİR
İzmir
Evrensel'in gündeme taşıdığı Manisa’nın Köprübaşı ilçesi yakınlarındaki eski uranyum madeninden kaynaklanan radyoaktif kirliliğin daha önce bilimsel çalışmalarla belgelendiği ortaya çıktı. 2008 tarihli bilimsel rapora göre, yörede toprak, yer altı, yer üstü sularının yanı sıra Gediz nehri ve Demirköprü Barajı kirlenmiş, bitkiler kirlenmiş! Raporun sonuç kısmında “Acil önlem alınmalı” denmesine rağmen devlet kurumları tarafından hiçbir çalışma yapılmadığı gibi, uranyum madeni çıkarılan yerlerde tek bir uyarı levhası, bir tel örgü bile yok!
Manisa’nın Köprübaşı ilçesinde normal değerlerin tam 140 katı radyasyon ölçümü yapılmıştı. 1970-1980 yılları arasında faaliyet gösteren ve Maden Teknik Arama (MTA) tarafından işletilen uranyum tesisinde, ölçümü Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Jeoloji Mühendisi Erhan İçöz yapmış, Evrensel de bulguları manşetine taşımıştı.
2008 yılında yayınlanan rapor, tıpkı Gaziemir’deki nükleer atıklarda olduğu gibi Köprübaşı’daki uranyum kirliliğinin de yıllardır bilindiğini ve devlet kurumları tarafından en hafif tabirle önemsenmediğini ortaya koyuyor. Köprübaşı’daki uranyum madeni çevresinde 2007-2008 yılları arasında “Köprübaşı (Salihli-Manisa) uranyum yatağı çevresinde toprak, su ve bitki örneklerinde uranyum düzeyleri ve olası çevresel etkilerinin belirlenmesi” konulu çalışma yapan Fırat Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Şaşmaz, bölgedeki uranyum kirliliğini bilimsel olarak tespit etti. Şaşmaz’ın 2008 tarihinde yayınlanan raporunda yöredeki uranyum yatakları üzerine ilk çalışmaların MTA tarafından 1961 yılında başladığı ve 1974 yılına kadar devam ettiği belirtiliyor. Raporda, yörede 1970 ve 1980 yılları arasında Etibank tarafından tesis kurularak, leaching yöntemi ile kayaçlar içerisindeki uranyumun kazanıldığı dile getiriliyor. Yöredeki uranyum yataklarından 17 Ocak 1975 tarihinde ilk nükleer yakıt için gerekli olan “Sarı Pasta” üretildiğinin gerçekleştirildiğini aktaran Şaşmaz, daha sonra bu sarı pasta üretiminin durdurulduğunu ve tesislerin terk edilmiş bir şekilde bırakıldığını aktarıyor.
YÜZYILLARCA SÜRECEK KİRLİLİK!
Köprübaşı uranyum yatağı ve çevresi, Şaşmaz’ın çalışması kapsamında toprak, bitki ve sulardaki uranyum kirlilik potansiyeli bakımından incelenmiş. Bu amaçla yataklar çevresinde yetişen çok sayıda bitki toplanırken, bunların kök, gövde, yaprak ve tohumlarındaki ağır metal miktarları saptanmış. Bunun yanında uranyum yatağı çevresindeki çok sayıda kaynak, kuyu ve derelerden akan suların analizleri yapılarak uranyum miktarları da belirlenmiş.
Bölgeden değişik yerlerden yörede yağışların en bol olduğu mayıs ayı ile en az olduğu eylül-ekim aylarında 30 adet su örneği ve 63 adet toprak örneği alınmış. Bu kaynak ve kuyularda yer alan suların bazılarında yüksek oranda uranyuma rastlanmış. Özellikle uranyum yataklarının bulunduğu alanlardaki yer altı sularının uranyum açısından oldukça fazla kirlendiği dile getiriliyor. Şaşmaz, raporda şu ifadelere yer verdi: “Madencilik çalışmaları yapılan bölge ve alanlar, üzerinde herhangi bir iyileştirme çalışmaları yapılmadan olduğu gibi terk edilmiştir. Böyle alanlarda uranyum, hem kısa, hem de uzun dönemde içerisinde, hem yüzey, hem de yer altı suları tarafından sürekli yıkanarak yöredeki toprak, su ve bitki örtüsünün kirlenmesine neden olmaktadır. Bu alanlar mevcut haliyle korunduğu takdirde yüzyıllarca devam edecek bir kirlilik kaynağı olarak kalacaktır. Böyle alanların zaman geçirilmeden kirlilik kaynağı olmaktan çıkartılıp, çevreye zararsız hale gelecek şekilde korunması gerekmektedir.”
SUDA 10 KAT FAZLA URANYUM
Raporun “Sonuçlar” kısmında suların ve toprağın yanı sıra bitkilerde de önemli ölçüde uranyum tespit edildiğinin altı çiziliyor: “Bu kirlenmeden, bölgedeki topraklar, yetişen bitkiler ve su kaynakları oldukça fazla etkilenmiştir. Bölgeden alınan çok sayıda bitkinin değişik kısımlarının uranyum analizleri yapılmıştır. Topraktaki uranyum miktarının çokluğuna bağlı olarak, bitkiler de doğrusal oranda bünyelerine uranyum almışlardır.” Yöredeki su örneklerine ait analiz sonuçları ise şöyle ifade ediliyor: “Özellikle Kasar, Ecinlitaş, Kemhallı, Killik ve Kınık bölgelerindeki kaynak sularının önemli oranda uranyum bakımından kirlendiğini göstermiştir. Yukarıdaki bölgelerdeki kirlilik miktarları, WHO, EU ve USEPA gibi örgütlerin ortaya koydukları standart değerlerin (20 ppb olduğu kabul edilirse) çok üzerinde, bazen bunun 10 katından daha büyük değerlere sahip olduğu görülmektedir. Bu sular, yöredeki insanlar tarafından hiçbir kısıtlamaya ve uyarıya maruz kalmadan, günlük ihtiyaçlarında içme ve sulama amaçlı olarak kullanmaktadırlar. Bu durum, hem yörede yaşayan insanlar, hem de diğer canlılar için çevresel bir risk oluşturmaktadır. Bölgedeki uranyumca zengin bu sular, Gediz Nehri’nin başlıca kaynaklarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu durum Gediz Vadisi’nde yaşayan tüm canlıları direk veya dolaylı olarak etkilemektedir.”
MİLYONLARCA İNSAN ETKİLENİYOR
Şaşmaz’ın raporunun en önemli tespitlerinden birisi de yöredeki su kaynakları ve barajla ilgili. Çalışma sahasından Demirci ve Gördes Çaylarının geçtiğini kaydeden Şaşmaz, “Daha sonra bu çaylar Gediz Nehri ile birleşerek Demirköprü Barajı’na dökülmektedir. Buradan çıkan sular Salihli, Turgutlu, Manisa ve son olarak da İzmir’de Ege Denizi’ne dökülmektedir. Köprübaşı’dan Ege Denizi’ne dökülünceye kadar yaklaşık 150-200 km arasında yol kat etmektedir. İçerisinden geçtiği yerleşim yerlerinde, yer altı su akiferlerini beslemekte, zirai alanların sulanmasında ve yer yer de açılan kuyular yoluyla da içme amaçlı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla Gediz Nehri aracılığıyla milyonlarca insan bu suyun etkilerinden dolaylı olarak da olsa etkilenmektedir” dedi.
BÖLGE REHABİLİTE EDİLMELİ
Bu bölgelerden alınan kuyu ve kaynaklara ait sularda 230 ppb’ye varan yüksek oranda uranyum gözlendiğini vurgulayan Şaşmaz, bölgeden kaynaklanan yüzey sularının coğrafik olarak daha alt bölgelerdeki havzaların yer altı sularını beslemesi nedeniyle hem içme hem de tarımsal alanda kullanılan sulama suları açısından potansiyel bir risk oluşturduğuna dikkat çekiyor. Şaşmaz, yöredeki kirlilik ile ilgili şu önerilerde bulunuyor: “Bu nedenle içme suları, kullanma ve sulama sularının yanında her türlü yiyecek, meyve ve sebzelerde de uranyum değerinin sıfır olması hedeflenmelidir. Bunun uranyum kirliliğine neden olan tüm doğal ve yapay kaynakların risklerini olabildiğince azaltmak için uranyum bulunan doğal alanlar üzerinde iyileştirme çalışmaları yapılmalı ve mevcut yataklar çevreye zarar vermeyecek şekilde rehabilite edilmelidir.”