O ve biz
Spike Jonze, Aşk’ı yazıp yönetirken, Charlie Kaufman’la birlikte yaptığı işlerin kalitesini andıran bir film meydana getirmiş.
Kadir AKBULUT
İstanbul
Spike Jonze, Aşk’ı yazıp yönetirken, Charlie Kaufman’la birlikte yaptığı işlerin kalitesini andıran bir film meydana getirmiş. Theodore, ileriki bir zamanda sipariş üzerine özel mektuplar üreten bir ajansta çalışmaktadır. Teknoloji almış başını gitmiş, kullanıcıya unutamayacağı deneyimler yaşattığı bir devir hüküm sürmektedir. Theodore boşanmak üzere olduğu eşi, komşusu Amy ve sanal da olsa libidosunu çoğaltan kızlar arasında gidip gelmekte iken, Scarlett Johansson’un hayat verdiği daha doğrusu yalnızca sesini duyarız, ses verdiği işletim sistemi Samantha’yla aşk yaşamaya başlar. Buradaki derin sevgi çok bilmiş(!) bir işletim sistemiyle insan arasında yaşanıyorsa ne var bunda? Erich Fromm’un tariflediği aşkta, kişinin yaratıcı gücünün kaynağını enerji olarak kabul ediyorsak, insan beynine göre görece hızlı çalışması muhtemel bu ileri çağ icadının da, enerjinin ağababasını ihtiva edeceğine de inanabiliriz.
BİR YANI İNSAN, BİR YANI SANAL
Vizyona girdiği tarih ve İngilizce olarak “Her” yani “O” olan filmin Türkçe adının bizi götürdüğü yer, filmin temel meselesinin üstünü örtebilir. Bilim-kurgu ekseninde kurulmuş olan ilişkiler ağının, her daim vuku bulan sevgi arayışı ve kendi başınalığına nazire niteliği taşıdığını düşünüyorum. Tam da bu noktada insanın düştüğü durumu, Behiç Ak’ın Tek Kişilik Şehir oyunundaki Adam karakterinin açmazlarına bağlamayı uygun buluyorum. Oyunda; ben merkezli yaşam biçimi, insanın çevresiyle olan iletişimini nasıl sekteye uğratıyorsa, Aşk’ta da içine kapanmış yalnızlığına gömülmüş Theodore’u, o denli tutsak ediyor. Jonze canlı renklerle bezeli şehri filmin arka fonuna konumlandırarak, Theodore’un yaşamının gerçekle bağını da flulaştırmış. İzlediklerimizin bize masalsı bir hava aktarımı olarak geri dönmesini sağlayan pespembe bir dünya. Filmde alttan alta işlenen boşanma sürecine yer yer döndüğümüz anları elimizin tersiyle itmek istiyoruz. Mantığımızı zorlasa da, bu aşk ya da adı her neyse iki kişilik iletişimin bir yanının insan diğer yanının ise sanal bir karakter olduğunu kabullenmek istemiyoruz.
Sözün özü izlediğimiz karakterin dünyası, çağın insanının dünyası ile bir hayli benzerlik taşıyor. Biz de, yanı başımızdaki kentten, doğadan, birbirimizden uzaklaşma yolunu seçiyoruz. Theodore’un eşi, onun için eskiye özlemin tezahürü. Geleceği değil, çocukluğunun yerini tutuyor. Anlıyoruz ki, hiçbir şey ona da bize de çocukluğumuzu geri
getirmiyor.