Yaklaştığımız durağın ismi: ‘’şehit …., şehit ….
Gamze Gül ERENTÜRK
Sevda AYDIN
İstanbul
Sağol!, Eşref Yıldırım’ın 2012’de gerçekleşen “Hiç Kimsenin Ölümü” adlı sergisinin devamı niteliğinde... Gazetelerin 3. Sayfa haberlerinden hareketle oluşan Hiç Kimsenin Ölümü, gazeteyi de mecra olarak kullanarak görünülürlüğü tartışıyordu. Yeni sergisi “Sağol!”da da konu edilen Türkiye’de insan hayatına verilen değerin göreceliliği. Konu olarak, devlet gözetimi altında ya da devletin ‘hataları’ nedeniyle ölenleri ele alıyor: Şüpheli asker ölümleri, Roboskî Katliamı ve zorla kaybedilenler.... Yıldırım’la ‘‘Sağol!’’ ile ‘‘sağ ol’’ arasındaki mesafeyi konuştuk.
Serginin adı olan “Sağol” kelimesi serginin içeriğiyle vurucu bir tezat oluşturuyor. Devlet uğruna, nedenini bilmeden ölen askerleri sorguladığınız serginize bir asker selamı ve hayatta kal anlamında olan “sağ ol”adını veriyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Bahsettiğiniz gibi tam da, ‘‘Sağol!’’ ile ‘‘sağ ol’’ arasındaki mesafedir sergiye bu ismi vermemin nedeni. Asker selamı olarak ’’sağol!’’, ‘‘Varlığım varlığına armağan olsun’’ demenin başka bir şekli gibi, sizin kim olduğunuzun, ne düşündüğünüzün, ne hissettiğinizin bir önemi yok, verilen emirleri uygulayan aygıtın bir parçasısınız, ölmeye ve öldürmeye hazır olmalısınız.
Ama sağ olması gereken şey kurumlar mıdır, yoksa insan mı? Varlığını cinayet işleyerek sürdürebilen bir kurumdan insana ne hayır gelir? Üzerine titrenmesi gereken en temel değer olan ‘yaşam’, nasıl bu kadar kolay gözden çıkarılabilir? Kimin kime ‘’sağ ol’’ demesi gerekiyor aslında?
Bu gibi sorularla oluşturdum sergiyi ve ismini öyle belirledim.
DEVLETİN CİNAYET İŞLEDİĞİ DAHA AÇIK DİLLENDİRİLİYOR
Peki toplum olarak yaşanan faili meçhüllere, üstü kapatılan ölümlere yaklaşımımızı nasıl görüyorsunuz?
Toplumsal analiz yapamam ama kendi deneyimim üzerinden sınırlı alanda bir şeyler söyleyebilirim. Ülkenin batısında yaşayanlar olarak 90’ları büyük bir cehalet içinde geçirdik. İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte haber kaynaklarının artması, doğrudan haber alma olanağının oluşması hayatlarımızı tamamen değiştirdi. Sürekli katliamların tanıklarıyız artık ve sadece tanık olmaktan da öteye geçtik özellikle Gezi direnişiyle birlikte.
Hem sürekli olarak yaşananlardan haber almak, hem de geçmişteki katliamlar hakkındaki tanıklıklara ulaşabilmek ağır bir bilgi yükü oluşturuyor, bununla yaşamak çok zor, sağlıklı kalabildiğimizi de söyleyemeyiz. Yine de direnişe kadar tüm bu hâl, daha çok sosyal medyadaki varlığımızla sınırlıydı, Roboskî Katliamı’ndan sonra yılbaşı eğlencelerini iptal etmedik mesela, bu büyük bir utanç, artık en azından böyle bir şey olmayacağını söyleyebiliriz. Öldürülenler zaten teröristti, silah taşıyorlardı, üzerilerinden patlayıcı çıktı, ölmeselerdi yargılanacakları, arkadaşları dövdü, çatıdan düştü gibi beyanlar daha az rağbet görüyor, devletin cinayet işlediği daha açık dillendiriliyor.
MÜSAADE EDERLERSE HERHANGİ BİR İNSAN OLARAK YAŞAMAK İSTİYORUM
Türkiye’de son bir yıldır yaşananlar özellikle devlet şiddetini çok açık bir şekilde tartışmaya açıyor. İktidarın baskısı altındaki hukuk da buna cevap veremez duruma geldi. Bütün bunları düşündüğünüzde, çalışmalarınızın yanında fikren nasıl resim ortaya çıkıyor?
Sıradan, kendince değerleri olan, onurlu bir insan olarak yaşayabilme ihtimali sıfıra yakın neredeyse, bu kadar basit bir şey için sürekli mücadele etmemiz, bedeller ödememiz gerekiyor. Ya kendinizi azar azar öldürmenizi istiyorlar ya da doğrudan onlar öldürüyor. Sürekli kaç kişinin öldürüldüğünü sayıyoruz başka başka alanlarda. Ruhlardaki tahribatıysa ölçmenin yolu yok. Olabilecek en az ödünle var olabilecek alan sınırlı, aşağıda bir kuyu var, başımızın üzerinde giderek alçalan keskin uçlu bir sarkaç, duvarlar giderek daralıyor (bknz: Edgar Allen Poe, ‘’Kuyu ve Sarkaç’’ öyküsü). İçerideki mekanik ses yaklaştığımız durağın ismini tekrarlıyor: ‘’şehit …., şehit ….’’
İnsanları isimlerinin otobüsteki seste, duraktaki tabelada yaşamaları değil, kendilerinin yaşaması gerekiyor, devletin bir görevi varsa bunu sağlamak olmalı. Öte yandan devleti uzakta tutabildiğimiz süre boyunca başka bir dünya kurabildiğimizi gördük. Müsaade ederlerse herhangi bir insan olarak yaşayıp öyle ölmek istiyorum-istiyoruz. Gölge etmedikleri sürece de bunu yapabiliriz gibi görünüyor.
BİR KUYU İNSAN, BİR KUYU KİTAP
Sergilerinizin temasıyla, eserlerinizde kullandığınız materyaller örtüşüyor, bu serginizde asker bezinden yapılmış, bayrak gibi asılmış resimler var. Sergilerinizde kullandığınız materyal seçimlerini ve nedenlerini açar mısınız?
Resim eğitimi aldım ama başka malzeme ve yöntemler kullanmayı da seviyorum. Günlük hayatta karşılaştığımız, aşinası olduğum, geçmişteki işlerimle ve hareket ettiğim konuyla bir şekilde bağı olan malzeme, teknik ve anlatım biçimlerini kullanıyorum.
Bu sergide, sergiyle aynı adı taşıyan ‘’Sağol!’’ isimli yerleştirme, geleneksel teknikle yapılmış resimlerden –daha önce de çok yaptığım gibi portrelerden- oluşuyor ama resmi şasesinden çıkartıp çift taraflı kullandım ve konuyla bağlantılı olarak oluşturduğum bir düzenlemenin parçaları olarak yerleştirdim.
Pelin Temur’a ait ‘’Kuyu’’ isimli oyun metnini şeffaf sayfalara tekrar dizerek bir kuyu-kitap oluşturdum, 90’larda kuyulara atılarak kaybedilmiş insanlardan bahseden bir metni, bir kuyunun içinde ilerler gibi okuyorsunuz. Bir önceki sergide yine konuya uygun olarak bir gazete hazırlamıştım ama kitap formundaki ilk işim bu.
İp, daha önceki işlerimde de çok kullandığım bir malzeme. Roboskî Katliamı’yla ilgili aklımızda en çok kalan görüntü, ölü bedenlerin sarıldığı battaniyelerdi. İple dokuyarak bir iş üretme fikri buradan doğmuştu, fikir evrilerek bu sergide gördüğünüz göz bağlarına dönüştü.
Vicdani ret açıklamalarını bir müzik kasetinin bandına yazma fikri, çocukluğumdan hatırladığım asker kasetleriyle ilgili, askere gidenler ailelerine, sevdiklerine karışık şarkılardan oluşan ve başında da o askeri tanıtan bir sunumun olduğu kasetler gönderirlerdi. Malze-me olarak ilk kez müzik kaseti kullandım ama bir şeridin üzerine yazı yazarak yaptığım başka işler vardı (bunlardan biri: gerdek gecesinde, bakire olmadığı için intihar eden bir kadınla ilgili haberi, kırmızı bir kurdelenin üzerine işlemiştim), onların devamı bir yandan.
ELLERİNDE BAŞKA BİR ŞEY KALMADIĞINDA BAYRAĞA SARILIYORLAR
Özellikle son dönemde Suriye ile gerginleşen ilişkiler söz konusu ve bu durumda öne sürülen yine hayatları hiçe sayılan askerler...
Ellerinde başka bir şey kalmadığında bayrağa sarılıyorlar, ölümlerine neden oldukları insanların tabutlarını bayraklara sarmak için sonra.
Tamam, diyelim bayrak düşmedi ama o bayrağı düşmekten kurtarmak için oluşan yığındaki insanların sağlık durumları ne oldu? Reklam filminde bilgi verilmiyor ama asıl onu merak ediyoruz.
Evrensel'i Takip Et