12 Ekim 2014 16:47

HDP MİLLETVEKİLİ ERTUĞRUL KÜRKÇÜ:

Kobanê direnişini, direnişe destek olmak için alanlara çıkan halka yapılan saldırıları ve hükümetin bu süreçteki tutumunu HDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile konuştuk. Kürkçü hükümetin her an devrilme korkusuyla yaşadığını belirterek “En küçük bir halk isyanını kendi hükümetine bir tehdit olarak görüyor” dedi.

HDP MİLLETVEKİLİ ERTUĞRUL KÜRKÇÜ:
Paylaş

Gözde TÜZER
İstanbul


IŞİD’in 15 Eylül'den bu yana saldırdığı Kobanê'de direniş sürerken saldırıların en yoğun olduğu ve Kobané için tehlike arz ettiği süreçte binlerce kişi sokaklara çıkarak IŞİD saldırılarını ve AKP Hükümeti’nin politikalarını protesto etti. Hükümet Kobanê direnişine destek vermek için sokağa çıkan halka saldırdı. Polis saldırısının yanında ırkçı saldırılar, kontra güçler de devreye sokuldu. Polis, asker ve ırkçı grupların saldırıları sonucunda 40 kişi hayatını kaybetti binlerce kişi yaralandı.

Kobanê direnişini, direnişe destek olmak için alanlara çıkan halka yapılan saldırıları ve hükümetin bu süreçteki tutumunu Halkların Demokratik Partisi Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile konuştuk. Kürkçü hükümetin her an devrilme korkusuyla yaşadığını belirterek “En küçük bir halk isyanını kendi hükümetine bir tehdit olarak görüyor” dedi.

IŞİD Kobanê’ye saldırıyor, Türkiye’de eylemler yapılıyor. Asker, polis ve kontra güçler halka saldırıyor, ölümler yaşanıyor. Neler oluyor Türkiye’de?
Türkiye’deki hükümet ne Kobanê’deki direnişi, ne de Kürtlerin, demokratların ve Türkiye halkının Kürtlerle ittifak halinde olan kesimlerinin tutumunu ve taleplerini anlıyor. Hükümet her an devrilme korkusuyla yaşıyor ve en küçük bir halk isyanı ona kendi hükümetine bir tehdit olarak gözüküyor. Bence son bir haftadır Türkiye’yi kavuran, hükümetin ve sağcı şiddetinin artışının arkasında bu var. Bu tek başına Kobanê’yle de ilgili değil üstelik... Kürtler ve Türkiye’nin muhalefeti, onun Kobanê siyasetini eleştirdiği için, devrilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zehabına kapılıyor ve böylelikle Kobanê meselesini de gündem dışına atmış oluyor.

Evet, Kobanê IŞİD saldırılar gündemin biraz daha gerilerine mi düştü gerçekten?
Şimdi kim Türkiye’de Kobanê’yi konuşuyor, hiçkimse... Ne konuşuyoruz? Her yerde sivil halkın arasındaki karşı karşıya gelişi; bu kopuşu, uçurumu, silahlı çatışmayı ve kayıpları konuşuyoruz. Kayıpların yasını bile tutamıyoruz, adlarını bile bilmiyoruz. Çünkü şimşek hızıyla bir ölümü anlamaya çalışırken, öbür ölüm haberi arkadan geliyor.

Sadece polis ya da asker değil, maalesef kontra güçleri de sokaklarda görüyoruz.

Hükümet bu konuda nerede duruyor?
Hükümet sadece resmi şiddeti devreye sokmakla kalmadı. Asker, polis gönderdi halkın üzerine... Yedekte tutulan, her hükmetin pis işlerini gördürmek için bir kenarda tututtuğu kontra güçlerini ve onların örgütlediği sivilleri de devreye soktu. Onların yaptıkları da askerin polisin yaptığı kadar zarar verdi halka. Ölümlerin neredeyse yarısı bu insanlar yüzünden ortaya çıktı. Bu tablo bütünüyle hükümetin Kobanê’yle ilgili siyasetinin, Türkiye’nin hassasiyetlerini, Türkiyenin kaderini, geleceğini görmeyen bir yerden kurulmuş olmasıyla ilgili...

BM, ABD, AB... Dünya nerede duruyor peki?
Hikaye hükümetin BM Güvenlik Konseyi’nin çağrısını tamamen kendi irrasyonel dış politikasının terimlerine tercüme etmesinden kaynaklandı. Kastım şu... BM Güvenlik Konseyi dedi ki “IŞİD diye bir tehdit çıktı. Bu insanlık açısından bir tehdittir. Dünyanın ve özellikle Ortadoğu’nun geleceğini tehdit ediyor. Buna karşı dünya çapında bir seferberlik ilan ediyorum”

Türkiye ne yaptı? “Evet” dedi “Çok doğru yaptınız. Bende bunu kabul ediyorum. Fakat ben seferberliği Şam rejimine karşı PKK ve PYD’ye karşı ilan ediyorum. Bunları halledersek IŞİD’i de hallederiz”

Böylelikle olayların bütün sırasını ve mantığını değiştirerek, bambaşka bir mecraya akmasına yol açtı. Dünya, IŞİD karşısında en önemli direnç merkezi olarak Kobanê Kürtlerini ve bir bütün olarak Rojava rejimini görürken; burada bir sivil direnç odağını görürken; Türkiye bu odağın ortadan kaldırılması çağrısında bulundu. Aslında Türkiye IŞİD’e zaten daha başka türlü yardım edemezdi. Dünyanın yapmış olduğû seferberliğe katılıyormuş gibi yaparak onu rotasından çevirdi ve bence hükümetin tutumu yüzünden de dikkatler Rojava’dan uzaklaştırıldı.  

Halkların Demokratik Partisi'nin tutumu için neler söyleyebilirsiniz?
Bu şartlar altında HDP olarak birkaç ayaklı bir siyaseti takip etmeye çalışıyoruz. Birincisi, üzerine en çok titrediğimiz ve Öcalan tarafından hala sürdürülebilir olduğu söylenen çözüm ve müzakere sürecini ayakta tutmak.

Bu süreci ayakta tutmak, hükümetle bir diyalog kapısınıda açık tutmak demek. Fakat aynı hükümet öte yandan halka karşı kuvvet kullanıyor ve Türkiye’deki Kürtlerin hakları meselesinin çözümünü Suriye’de sınırın öte tarafındaki Kürtleri tehdit ederek gündeme getiriyor. Yani aynı anda hem gaza hem frene basıyor, bizi de bu yöne sevk etmeye çalışıyor.

Üçüncüsü, sokakta süregiden bir çatışma/saldırı hali var. Bu çatışmada hem Kürt halkı hem Türkiye’nin öteki halkları öz savunmasız... Buna ilişkin bir yöntem ve tedbirleri olmaksızın sokaktalar. İnsanlar can havliyle “Kobanê” düşüyor diye sokağa çıktılar. Hükümet bu sivil protestoda kendine karşı bir saldırı gördü ve Kobane için çırpınan insanları kurşuna dizmeye başladı.

Nihayet, Kobanê’deki mücadelede yaralanarak Suruç’tan Türkiye’ye sınıra gelenlerin içeriye taşınması ve tedavisini temin etmek zorundayız. Bunların hepsini bir şekilde hükümetle görüşerek yapmamız gerekiyor. Ama öbür taraftan da hükümetin halka karşı sürdürdüğü şiddeti dizginlemek, hakkını aramak zorundayız. Bu HDP’nin karşısına gerçeekten üstesinden gelinmesi güç bir görev koydu.

Hükümete ne demek gerekiyor peki? 40’tan fazla insanın öldüğü bir ülkede hükümetten farklı bir çağrı beklemek gerekmez miydi?
Ne yazık ki hükmetin yurttaşlara karşı yerine gertimesi gereken görevler de üstümüze kalmış durumda. Hükümet ise sokaktaki silahlı çetelerin işini yapmaya çalışıyor. Doğrusu, bu Cumhurbaşkanı ve bu Başbakanın ağzından dökülen kelimelerle, bu İçişleri Bakanı’nın tutumuyla; bugün olduğundan çok daha korkunç bir tabloyla karşı karşıya kalabilirdik.

Askerine ve polisine misliyle mukabele çağrısında bulunan bir içişleri bakanı düşünün... “Kobanê düştü düşecek, siz neyle uğraşıyorsunuz” diye Kürt halkının acısyla alaya eden bir Cumhurbaşkanı gözünüzün önüne getirin.

Sağduyu, ya da sağ olsun olmasın bir duyusu olması gereken insanlarda hiç bir şey olmadığını görüyoruz. Onlarda sadece bir iktidar duyusu, her kıpırtıyı iktidarlarına karşı bir darbe belirtisi olarak algılayan bir duyuları var.

Tabii tüm bu yaşananlarla ilgili sorumluluk noktası da var. Yani hükümet kendisini görmüyor... Ama faturayı kime kesiyor sizce?
Bu en çok hükümeti sorumlu kılıyor. Gerçi onlar faturayı önlerine gelen herkese, bu arada bize de kesmeye çalışıyorlar. Eskiden Süleyman Demirel’in meşhur ettiği bir söz vardı. “Fırat’ın kıyısında bir koyun kaybolsa, onun sorumlusu benim” diye. Şimdi Fırat’ta, Dicle’de, Sakarya’da, Kızılırmak’da, İstanbul Boğazı’nın kıyılarında insanlar kayboldu, katledildiler. 40’dan fazla insan hayatını kaybetti. Hükümet diyor ki “Ben hiçbir şeyden sorumlu değilim” Ateş etmiş olmaktan da mı sorumlu değilsin?

Ve Bingöl mevzusu var. HDP Milletvekili İdris Baluken’in de açıklaması oldu ancak “ceza kesmek” noktasında Başbakan’ın açıklamalarını nasıl gördünüz acaba?
Bingöl’de Emniyet Müdürleri vuruldu. Bu elbette kovuşturulması gereken önemli bir konu. Başbakan diyor ki “2 saat sonra onları yakaladık, cezalarını verdik” Ne zamandan beri polis Türkiye’de ceza kesiyor? Evet biliyoruz, polis buna vehmediyor ama. Başbakanlar böyle mi konuşuyor. Savcılık, mahkeme diye bir şey yok mu? Bunlar çıldırmış insanların söyleyeceği sözler. Bir askeri diktatörlükte belki böyle konuşulabilir ama ama inanın ben sıkıyönetim komutanlarının bile (iki sıkıyönetim altında yaşamış birisi olarak) böyle konularda daha temkinli ve tedbirli konuştuklarını ve hareket ettiklerini söyleyebilirim. Bu şartlar altında biz bu zor işin üstesinden gelemeye çalışıyoruz. Fakat bir yandan da memleketin iki yakasını bir arada tutma sorumluluğu sırtımızda.

Bundan sonra neler olabilir?
Ümit ediyorum ki Kobanê direnişinin yarattığı dünya çapındaki sinerji, Kobanê’yi ayakta tutacaktır. Kobanê’nin çöktüğünü düşünmek bile istemiyorum. Ancak böyle olursa hükümet Kobanê’nin çöküşünün sorumluluğundan kaçamaz. Buradan doğacak olan olağanüstü duyarlılık karşısında sükuneti muhafaza etmeyi başaramazsa, bizi çok güç günler bekler.

O nedenle ben herkese şunu söylüyorum: Hiçbir hakkımızdan vazgeçmeyelim. Hiçbir özgürlüğümüzden vazgeçmeyelim. Ancak haklarımızın ve özgürlüklerimizin daha azına razı olmaya bizi götürebilecek, buraya sürekleyecek olan bütün gelişmeler karşısında da, tetikte olalım. Savunmasız halkımızı, insan öldürmeye programlanmış güçlerin karşısında savunabileceğimiz bir konumda olmaya gayret edelim...
 

ÖNCEKİ HABER

‘Kobanê’ye saldırı Alevilere de saldırıdır’

SONRAKİ HABER

‘Mert barış mücadelemizde yaşayacak’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...