22 Eylül 2011 09:31

Bir gaz lambası yeter

Uyarı: Yazı, filmle ilgili beklenmedik gelişmeleri ele verebilir.Anadolu’nun insan eli değmemiş yollarında birer birer tepeleri aşıp her birinin ardında birbirine benzeyen bir manzarayla karşılaşmak, kimi yolculuklarda insanın başına gelebilir; Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi Bir Zamanlar Anadolu’da’nın başında olduğu gibi. Güzel olan, Ceyl

Bir gaz lambası yeter
Paylaş
Çağdaş Günerbüyük


Anadolu’nun insan eli değmemiş yollarında birer birer tepeleri aşıp her birinin ardında birbirine benzeyen bir manzarayla karşılaşmak, kimi yolculuklarda insanın başına gelebilir; Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi Bir Zamanlar Anadolu’da’nın başında olduğu gibi. Güzel olan, Ceylan’ın filmleri için seyircinin bu hiçbir yere varmama duygusuna kapılmaması.

TEPELERİ AŞARAK

Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’a bizde ve daha çok da dünyada ününü kazandıran ilk filmleri, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak ve İklimler, kendi hayatından yola çıkan otobiyografik öyküler anlatıyorlardı. Üç Maymun’dan beri senaryolarda Ercan Kesal’la birlikte çalışıyor ve bu kez Bir Zamanlar Anadolu’da’ya kaynaklık eden olayların Kesal’ın bir zamanlar başından geçtiği belirtiliyor. Bu filmle artık Nuri Bilge Ceylan sinemasının olgunluğundan söz edeceksek, her zamanki görkemli kadrajlarına ve kederli karakterlerine eklemek gereken özellikler, daha sıkı bir derinlik ve insanilik olacak. Bunda Kesal’la çalışmanın bir katkısı olmalı.

Bu sayede, iki buçuk saatin üstünde bir ceset arama macerasını gözümüzü kırpmadan takip etmek mümkün oluyor. Filmde yaşananların özeti bu, bir gece boyunca o tepe senin bu tepe benim süren ceset arama çalışması ve ertesi sabahki otopsi. Bir cinayet işlenmiş, zanlılar yakalanmış, cesedi nereye gömdüklerini tarif etmekte zorlanıyorlar, çünkü karanlık ve oralıların da itiraf ettiği gibi, her yer birbirine benziyor. Yer, orta Anadolu...
Savcı, doktor, polisler, jandarma, zanlılar, şoförler, art arda dizilmiş arabalarla tarife uygun manzaralar arıyor, gece ilerledikçe canları sıkılıyor, sohbet koyulaşıyor. Manda yoğurdu ile başlayıp hayatın anlamına kadar konular çeşitlenince, konvoy mensuplarını şehir merkezinden 30 küsur kilometre uzaklaştıran yolculuk, bize karakterleri birer birer tanıtıyor.

ÇARESİZ ERKEKLER KOROSU

Böylece asıl mevzua geliyoruz. Çözümsüz dertleriyle memnun olmadıkları hayatlarıyla kalakalmış erkeklerin hüznü, film ilerledikçe seyirciye daha çok eşlik eder oluyor. Polis, hasta oğlunu bırakıp gidemiyor, zanlı zeka özürlü kardeşini. Savcının doktorla yaptığı muhabbet sırasında çözdüğü bir sırrı, onu alt üst etmeye yetiyor. Karısının aslında intihar ettiğini anlıyor ve bunun nedeninin kendisi olduğunu. Doktorun derdi ise, her gördüğü kadın yüzünde hatırladığı biriyle ve herkesin kolayca “Gençsin, bırakır istediğin yere gidersin” sorusuna hep “Nereye” diyor, kendinden de kaçacak değil ya.
Bir zamanlar Anadolu’da yolları kesişen bu adamlara kalsa, dertlerin en büyük kaynağı kadınlar, onların acımasızlığı, bütün sorunların altında, onların oluşu. Belki buradan yola çıkıp maço bir film daha yapıldığını, kadınlara yeterince yer verilmediğini düşünenler olacak, ellerinde epeyce kanıtları da olacak. Ama aslında bu yüzeyde görünenin altına bakınca, “Nerede bir sorun varsa, altında bir kadın vardır” önermesinin, sorumluluk almak istemeyen erkeklerin bulduğu bir kılıf olduğunu görmek için, adamların hikayelerinin biraz daha ayrıntısını bilmek yetiyor. Sonunda, ağızları başka söylese de etraflarında suçlayacak kimse olmayan, çözümsüz dertleriyle elleri böğürlerinde kalmış çaresiz bir erkekler korosu, Anadolu’nun ücra köy yollarında gittikçe gidiyor.

Komiser Naci rolündeki Yılmaz Erdoğan, çoğunlukla alışık olduğumuz konuşkan, esprili ve tutunamamış halinden farklı olmasa da, yerine yakışan bir oyuncu olmayı beceriyor. Zanlı Kenan rolünde Fırat Tanış hem ezik hem gururlu olabilen haliyle, Savcı Nusret’te Taner Birsel hayatına teslim olmuş huzursuzluğuyla hayranlık uyandıracak kadar başarılılar da, bu filmle önünün açılması muhtemel oyuncu Doktor Cemal rolündeki Muhammet Uzuner. Genç doktor, Uzuner olmadan bu kadar rahat ve dalgın, bu kadar kendinden emin ve dağılmış olmazdı herhalde.

BİR ZAMANLAR HER YERDE

Her durup ceset aradıkları yer, en büyüğü muhtarın evi olan, birer muhasebe durağı, hepsi için. Biraz cesedini aradıkları cinayeti, biraz kendi hayatlarının akıllarından çıkmayan sorularını konuşuyor, bir yere varmaya çalışıyorlar, olmayınca öteki tepenin ardını deniyorlar. Bu duraklamalar ve biri zeka özürlü iki kardeş zanlının arasındaki ilişkinin yaptığı bir çağrışım, Fareler ve İnsanlar’a. İki savaş arası dönemin Amerikalı yoksulların öykülerinin yazarı John Steinbeck’in çok bilinen eseri, güçsüz, çaresiz, geleceğe güvenle bakamayan yalnız göçmen işçilerin hayatlarını ve hayallerini anlatır. Orada da, bu filmin zanlılarına benzer bir ikili ve su kenarlarında verdikleri molalarla benzer bir yolculuk vardır. Kitap, Robert Burns’ün şu dizelerine gönderme yapar: “En iyi planları fareler ve insanların / Sıkça ters gider.”

Bu benzerliğin kasıtlı bir gönderme olmaması mümkün, ancak yönetmenin ve senaryoda ona eşlik eden Ercan Kesal ile Ebru Ceylan’ın bilerek bize hatırlatmak istedikleri de olmuş, filmin adından başlayarak. Sergio Leone’nin Bir Zamanlar Batıda (Bizde aslında Batıda Kan Var adıyla gösterilen) ile başlayıp Bir Zamanlar Amerika’da ile biten üçlemesi, Amerikan western sineması tarihinin önemli filmlerinden; özellikle uçsuz bucaksız doğa görüntüleri ile insanların güçsüzlüğü duygusunu artırması bakımından bir hatırlatma yapılıyor. Arada Amerikan sinemasının en bilinen jönlerinden Clark Gable’a selam gönderildiği sahne de, gerginliğin “tuhaf” esprilerle kesintiye uğradığı, belki de bu yüzden pekiştirildiği sahnelerden biri.

SÜKUNETİN İÇİNDEKİ TRAJEDİ

Ahmet Mümtaz Taylan’ın her fırsatta yemeyi düşünmesi de bunlardan biri. Ama en akılda kalan bir diğer benzer sahne, zanlı kardeşlerin zeka özürlü olanının, bir köy muhtarının evinde yemek yerken, bütün gerginliğin üstüne “Kola var mı?​” diye sorması. Zaten en sahici halktan karakterlerden biri olan Ercan Kesal’ın oynadığı muhtar sadece yemeğin ev sahibi değil. Aynı zamanda, bir nevi her karakterin rüyalarıyla, hayalleriyle yüzleştiği, bir kırılma anı da muhtarın evindeki duraklamada gerçekleşiyor. Elektrikler kesilince, ortasında bir gaz lambası duran çay dolu tepsiyle odaya gelen muhtarın güzel kızı, görünüşte güzelliğiyle odadaki erkeklerin aklını başından alıyor ama dahası asıl akılları baştan alan şeyin kafalarının içinde olduğunu hatırlatıyor. Mezarlık duvarından morga kadar, ölümle ilgili bitmeyen takıntılı muhabbetler o evden de geçerek otopsiye kadar hepsine eşlik ediyor ve kendiyle yüzleşmenin doruğa çıktığı yer, otopsi odası oluyor.

Karakterlerin çaresizlikleri ve mutsuzluklarıyla yüzleşmesinde tamama erdirilen bir şey yok. Tüm rahatsız ediciliğine karşın, böyle bir niyet de yok zaten. Polis Naci çoktan kafasındaki hesaplaşmasını yapmış gibi ama Savcı Nusret farkında olmadıklarını öğrenerek, Doktor Cemal her gördüğü yüzde hatırladığı kadından kaçamayacağını kabullenerek, biz seyirciyle beraber hayatının trajedisini sindirmeye çalışıyor, bütün sakinliğiyle, bütün insaniliğiyle.
Çünkü böyle sarsılışlar için, büyük, gürültülü, abartılı filmlere gerek yok, yolu aydınlatmak için binlerce voltluk lambalara gerek olmaması gibi. Bazen bir gaz lambası yeter.

[email protected]

Bir Zamanlar
Anadolu’da
Yönetmen:
Nuri Bilge Ceylan
Senaryo: Ercan Kesal, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan
Oyuncular: Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Fırat Tanış

ÖNCEKİ HABER

Derya Alabora’nın seçtikleri İstanbul Modern’de

SONRAKİ HABER

CNN’den Zeki Müren özel yayını

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa