13 Ocak 2012 10:43

Ortak özlemlerin sesi: Elena Hristova

Makedonyalı etno-akustik grup Baklava’nın solisti olarak tüm Balkanlarda ve Avrupa’da sevilen ve tanınan bir sanatçı Elena Hristova. Türkiye’deki ilk albümü ise sadece müzikal anlamda değil, sosyolojik olarak da arşivlik bir çalışma özelliğini taşıyor. Elena, “Baklava” adını verdiği Türkiye’deki b

Ortak özlemlerin sesi: Elena Hristova
Paylaş
Erkan Araz

“Çok çeşitli ama bir arada örülmüş, kıtaların ve yüzyılların içinden müzikal ve şiirsel bir yolculuk var önümüzde” diye tanımlıyor albümünü Elena Hristova. Bu yolculuk aslında Elena’nın köklerine yaptığı bir yolculuk aynı zamanda. Sefarad Yahudileri’nin dili Ladino, albümün ana eksenini oluşturuyor. Sefarad Yahudileri’nin evlerini terk etmeye zorlanıp Doğu Akdeniz’e ve Cezayir’den Fas’a, Osmanlı topraklarına kadar dağılmalarıyla birlikte, gittikleri ülkeleri nasıl etkilediklerini, Elena’nın yaptığı seçkiden izlemek mümkün.

Bir melodinin birkaç farklı dilde şarkılara dönüşebileceği gerçeğini hep göz alıcı bulan Elena, bu konunun altında yatan derin anlamı dinleyene geçirmeyi başarıyor. Albümde “Üsküdar’a Gider İken” şarkısının Ladino dilinde ve Makedonca’da yer aldığı halini, eski bir beste olan “Kadifeden Kesesi”nin Ladino versiyonunu ve Ladino bir şarkının Yunanca yapılmış versiyonunu dinlemek mümkün.

MELODİLERDE SAKLI DURAN ‘SEFERAD’ HİKAYESİ

Uzun zamanlı bir araştırmanın sonucu olan albüm, birçok kültürün ortak mayasına dokunuyor. Türkiye ve Balkan ülkelerindeki müzikal yolculuklarında bu mayayı fark eden Elena, bu durumu “Sanki bu farklı ülkelerdeki, farklı insanlarda aynı bir ruh var. Ortak bir maya var” diye tanımlıyor. Elena’yı en çok etkileyen şey ise melodiler olmuş. Sözler daha sonra bu melodilerin peşine takılıp gelmişler. Örneğin ‘Üsküdar’a Gider İken’ şarkısını birçok ülkede izleyen Elena, bu yöndeki araştırmalarını sürdürürken daha birçok farklı şarkı keşfetmiş. Birbirinin aynı ya da birbirine benzeyen bu melodilerdeki ‘ortak maya’ olarak gördüğü ‘Seferad’ hikayesi de bu şekilde oluşmaya başlamış.

1492’de İspanya’dan kovulan Museviler, Viyana, Londra, Amsterdam, Cezayir, Fas, Kudüs gibi şehirlere dağılmaya zorlanmış, ama çoğu Doğu Akdeniz’de –eski Osmanlı İmparatorluğu’nda, İstanbul, Selanik, İzmir, Sarayevo, Manastır gibi merkezlerde yaşamışlardır. Bu Museviler, İspanya kökenli oldukları için kendilerine “Sefarad” adını koymuşlardır. Genişletilmiş anlamda ise bugün, Sefarad, Almanya Yahudilerini tanımlayan ‘Aşkenaz Yahudileri’nin dışındaki Yahudilere verilen ad. II. Dünya Savaşı sırasındaki Holokost (Yahudi Soykırımı) kurbanlarının büyük çoğunluğu Aşkenaz Yahudisi’dir. Seferad Yahudilerinin hikayesi ise daha farklı seyir gösteriyor. Bu seyri melodilerine sığdıran Elena, bir yanıyla da yok olmaya yüz tutmuş bir kültürü hafızalara yeniden kazandırıyor.

KENDİ KÖKLERİNE YOLCULUK

Üsküp’te doğup büyüyen ve Yahudi olmayan Elena, Seferad Yahudileriyle aynı muhitte yaşamış biri. Seferad Yahudilerinin bugünlerde asimile olmuş bir kültür olarak varlığını sürdüğünü aktaran Elena, Seferad köklerinden gelen bir çok kişinin de kendi dil ve kültürlerine yabancı olduklarını söylüyor. “Ama sanki rüzgar gibi kendi kültürlerini bu topraklara taşıdılar. Farklı duygular ve farklı adlarla ruhumuza karıştılar. Ve yine rüzgar gibi her yere izler bırakarak taşındılar” diyen Elena, bu nedenle albümün adını ‘me mamkas mucho’ yani ‘seni çok özledim’ koymuş. Bu özlem hem o insanları, hem de bir arada yaşanan diğer duyguları temsil ediyor. Elena’nın özlemini çektiği zamanlarda; o Makoden, bu Türk, şu Sırp şarkısı diye bir ayrımın olmadığı aşikar. Zira Elena o dönemleri, “Aşk vardı. Paylaşım vardı. Sanki müzikle konuşuyorlardı. Şimdi ‘benim’ demek istiyor insanlar. ‘Bizim’ demek  istemiyor” şeklinde özetliyor. O yüzden böyle büyük bir anlamı var albümün. Hem Seferad Yahudilerinin hikayesi, hem de dünya müziği hikayesi olarak.

PAYLAŞIM VE KÜLTÜREL ALIŞ-VERİŞ

Sonuç olarak, müzikleri, hem Ortaçağ İspanya’sı müziğini hem de yeni ülkelerinin kendine has melodilerini kucaklamış, özellikle de Bizans kökleriyle bağlantı kurdukları Osmanlı makamı içinde egzotik ezgili bir müzik doğmuştur: idyosenkratik ve özgün, tüm bunlarla beraber, evrensel... “Bir melodinin, birkaç farklı dilde, çok sayıda şarkıya dönüşebilmesi gerçeğini hep göz alıcı bulmuşumdur” diyen Elena’nın albümünde, geleneksel ama söyledikleri dillerden bağımsız bazı insanların ve bölgelerin melodik ve ritmik yapılarını taşıyan, Ladino (Seferad Yahudilerinin Türkçe İbranice hattı Rumca kelimelerle bezeli İspanyol lehçesi), Yidce (Alman İbranicesi), Makedonca, Türkçe, Yunanca, İbranice ve Boşnakça dillerinde benzer melodilerle şarkılar duyabilirsiniz.

Bu şarkılar nasıl yaratılmıştır? Kim yazmıştır? Aslında, kendini yüceltme ve bölücülüğün aksine, paylaşım ve kültürel alış-verişin sonucudur onlar. Elana, bu düşüncelerle seslendiriyor şarkılarını. Ve özlemini duyduğu bütün güzel anıları ses tellerine yapışıp kalıyor... (İstanbul/EVRENSEL)


‘BİOSCOPİJA’ TÜRKİYE’DE DE YAYINLANACAK

Elena Hristova’nın, Baklava ile birlikte çıkardığı üç albüm bulunuyor. Bunlardan ilki Makedonya geleneksel müziklerinden oluşuyor. Bir diğeri ise kendi kendi beste ve sözlerinden... Sonuncusu da hem Türkiye’de hem de Makedonya’da çıkan ‘me mankas mucho’ albümü. Bunların yanı sıra Makedon geleneksel şarkılarından oluşan ‘Bioscopija’ isimli çalışmasının Türkiye’de de yayınlanacağı süprizini veren Elena, bu albümün de çok eski, arkaik ve fantastik hikayelerle dolu olduğunu dile getiriyor.

ÖNCEKİ HABER

Aleviler, Uludere’ye başsağlığına gidecek

SONRAKİ HABER

Gazeteciliğin suç sayılmadığı bir ülke istiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...