BABAMIN SESi’NDE kaybettiğimiz bellek var
Yalnız yaşayan, yoksul bir kadın. Evin duvarının sıvası dökülüyor. “Hasan?” diye sesleniyor. Cevap yok. Telefon çalıyor. Bazen sadece sessizlik. Bazen, diğer oğlu Mehmet. “Anne gel” diyor, o gitmiyor. Yalnızlığını bozan tek ses var; eşinin yıllar önce gönderdiği kasetler.İstanbul Film Festivali ulusal yarışmasında
İstanbul Film Festivali ulusal yarışmasında En İyi Senaryo Ödülünü alan Babamın Sesi, Maraş katliamını görmüş bir ailenin sesine kulak verirken dünden bugüne uzanan bir film. Daha önce İki Dil Bir Bavul’un ortak yönetmenliğini üstlenen Orhan Eskiköy ile Zeynel Doğan, filmi birlikte yönetmiş. Zeynel Doğan aynı zamanda hikayeye esin kaynağı olan olayları yaşayan ailenin oğlu, annesi Basê de aynı adlı karakterle filmin başrolünde.
Rotterdam Film Festivali’nde gala yapan filmin Türkiye’deki ilk gösterimi İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşti. Yönetmenler Doğan ve Eskiköy ile, filmi, Maraş’tan kalanları, belleği, belleksizliği konuştuk.
Ana karakter ve başrol oyuncunuzla başlayalım. Filmde en çok gördüğümüz yüz Basê Doğan’ın. O filmi nasıl yorumladı? Daha önce, izledi mi?
Zeynel Doğan: Annem, Diyarbakır’daki evimizde iki ay önce kaba kurgusunu biraz izledi. Yarım saat falan tek başına izledi, sonra gittim yanına. Dedim “Anne nasıl?” Dedi, “Diğer filmler de böyle”. Film olmuş yani. Beklemiyordu tabii, kendisi oyuncu değil, güzel bir kadın değil, öyle görmüş ya filmlerde. İlk kez bir filmde oynuyor. Çünkü hep “Beni niye çekiyorsunuz, benimle ne işiniz var” diyordu. “Olmadı değil mi? Olmuyor” diyordu. Ama görünce, etraftan olumlu tepki alınca güveni yerine geldi. O daha çok oğlu ve arkadaşları için yaptı bunu, bir de kendi derdini de anlatmak istiyordu. Bir görevdi yaptı. Annem biz öğrenciyken de elinden ne geliyorsa yapardı. Çocukları için okuma yazma öğrenmişti, bizi çalıştırırken. “Ben oğlumun başarısına yardımcı olayım” diye düşünürdü. Film de onun gibiydi. Ama annem o kasetleri saklamasa, bu film çıkmayacaktı. Şimdi televizyonda fragmanı gördüğünde bile titriyor.
Tamamını izlememesinin, galaya gelmemesinin bir nedeni var mı?
Çekim sırasında bir restoranda yemek yiyorduk. Fazla restoran kültürü olmayan biri olduğu için orada zorlanıyordu. Çatal, bıçak vs. o yüzden buraya getirip de onu zor durumda bırakmak istemedim. İki defa söyledim ama istemeyince zorlanmasın diye ısrar etmedim.
Filmde Diyarbakır’daki oğluna gelmek istememesi gibi mi?
Evet, bize Diyarbakır’a da gelmiyor. İzleyecek mutlaka, acele etmedik sadece. Annem 58-59 yaşında. Yaşlı değil ama yaşananlar biraz onu zorladı. Genç yaşta kardeşini kaybetmiş, benden bir yaş büyük bir abim var, o uçurumdan düşüp ölüyor. Eşini kaybediyor. Oğlu dağa gidiyor.
EN DİBE VURDUĞUMUZ ZAMANLARDA BİLE ANNEM AYAKTAYDI
Babamın Sesi nasıl ortaya çıktı?
İki Dil Bir Bavul’un çekimleri sırasında, filmin yönetmenleri Özgür (Doğan) ve Orhan’la (Eskiköy) bizim Diyarbakır’daki evde oturuyorduk, Babamın Sesi’nde görünen yemek masasında. Ben bir film fikrim olduğundan söz ettim. Ses kasetleri merkezli bir şey olacak, şöyle düşünüyorum, çok net değilim diye anlattım. Aslında birçok kişiye anlatmıştım ama en çok sahiplenen ve değerini bilen kişiler Özgür ve Orhan oldu. Geliştirelim, şuralara başvuralım diye ilgilendiler. Önce belgesel yapalım dedik.
Basê’deki kasetleri alacaktık. O günlük hayatına devam edecekti, biz onu çekecektik. O da kabul etti. Zaten ben elde kamera peşinde dolaşırım. Hafızası da çok iyidir, geçmişe, dile, kültüre dair bir şey yapmak isteyenler annemi bulur zaten. İki sene belgesel olarak çalıştıktan, başvurduktan, hatta fonlar bile çıktıktan sonra, başlayacak duruma geldik. Sonra Orhan dedi ki, “Belgesel yaparsak şu noktaya gelir, kurmaca yaparsak şu noktaya gelebilir”. Bu sefer de başka zorluklarla karşılaşacaktık ama karar verdik. Mesela annem dedi ki, “Ben yaşamadığım Maraş olayını anlatmam. Konu komşu ne diyecek? Kadın yalan söylüyor diyecek.” Anne bunlar yaşandı, hatta daha kötüsü yaşandı sen biliyorsun, dedik. Orada sadece Basê değil, oyuncu olarak da var olduğunu zor da olsa kabul ettirdik. Ama bizim en dibe vurduğumuz zamanlarda bile o ayaktaydı.
Kurmacaya geçince düzeni bozuldu tabii. Evinde değişiklikler yaptık. Ama yine de onun oynamasını istedik. Doğallığı, özel Kürtçesi, Elbistan Kürtçesi vardı.
Adettir, onu da sorayım. Sen rolüne nasıl hazırlandın?
Bu bizim öykümüz olacak diye biz daha iyi anlatırız biliyorum ama başta istemedim. Orhan ikna etti beni oynamaya. Bir ay prova yaptık, Orhan, ben, annem, bütün sahnelerin üstünden geçtik. Ben kendim olmaya çalıştım. Ama kamera işin içine girince ben döküldüm. Filmde olmasını istediğimiz birçok şeyi de oyunculardan dolayı çıkarmak zorunda kaldık ve tıkandığımız yerler için alternatifli çalıştık. Şimdi baktığım zaman orada Zeynel değil, başka biri var.
Filmdeki karakterin adı neden Zeynel değil, Mehmet?
Benim aslında aile içindeki adım Mehmet. Köyde Mehmet Doğan’lar çok olduğu için babam “Bunun adı Zeynel olsun” demiş. Kimlikte Zeynel Doğan ama köydekiler Mehmet diye bilir.
ZÜLKÜF BÜYÜYÜNCE HASAN OLABİLİRDİ
İki Dil Bir Bavul’la Babamın Sesi arasında nasıl bir bağlantı var?
Orhan Eskiköy: İki Dil Bir Bavul’u çekerken Zeynel’de kaldığımız gecelerde belgesel projesini anlattı ve kayıtları dinletti bize. Ben o kayıtlardan çok etkilendim. Çok bahsetmedim ama benim babam da aslında onun babası gibi göçmen işçi. Çok uzun kalmıyor, iki buçuk sene falan kalıyor. Bizim ailede bazı etkileri var, göçmen işçi olarak gitmesi, orada kalmasının. İki buçuk sene hiç dönmediği için, kardeşim mesela 16-17 yaşına kadar babama baba demedi, çocukluğunda hiç olmadığı için. O kayıtların varlığı, o ailenin belleğini hâlâ taşıyor olması, benim çok etkilendiğim bir şey oldu. Bizde yok çünkü. Ne kaset, ne mektup kalmış. Bizim yaşadığımız coğrafyada geçmiş, unutulması, bastırılması, yok sayılması gereken duygulardır. Belleksizliğin nedeni bu işte. Osmanlı’yı reddetmek için konakları yıkıp yerine apartman dikmek gibi. Hayatımızın parçası olması gereken her şeyi, onlardan kurtulmak için yok sayıyoruz. Doğan ailesinin bunu yapmamış olmasını insanlara ulaştırmak istedik. Hasan’ın da durumunu bilince, aklıma şu geldi. İki Dil Bir Bavul’daki Zülküf, büyüyünce Hasan olabilirdi.
Zeynel: Vehip de benim.
Orhan: Evet Vehip de Zeynel bir yandan. Muhtarın oğlu, kendini ifade ediyor. İki film arasında böyle bağlantılar var. Onu anıştırıcı şeyler de koymaya çalıştık filmin içine.
Galada Orhan söyledi, Hollanda’da film bitmeden 26 kişi çıkmış, burada 2 kişi. Tepkiler nasıl demek bu?
Orhan Eskiköy: Buradaki seyircinin anlaması tabii daha kolay. İzlemesi zor bir film. Ona rağmen insanların sonuna kadar izleyip galada söyleşi kısmına kalması güzel bir şey.
Zeynel Doğan: Rotterdam’da ben çok duygulu izlemedim ama burada, her sahnede, her cümlede, nasıl anlaşılacağını düşünüp o etkiyi hissettim.
EN BÜYÜK ‘NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’ YAZISI MARAŞ’TA
Maraş bu filmin neresinde?
Orhan: Politik olarak, memleketimizde muhalefetin dağıtılması için belli dönemeçler var. Onların en önemlisi, böyle katliamlar. Maraş’ı katliamdan bahsederek, cümlelerimizi oradan kurarak anlatıyoruz. Ben bunun tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyorum. Evet, katliamı da konuşacağız ama öncesini ve sonrasını da konuşacağız. Kalanları konuşacağız. Bugüne etkisini konuşacağız. Bugün neden Aleviler kendi seslerini duyurabilen bir partiye yakın değiller, kendilerini duyuracak bir yol seçmiyorlar da, kendilerini yok edenlerin ortağı olan bir partiyle hareket ediyorlar?
Zeynel: Kürtlerin sadece Kürt olmaktan dolayı uğradıkları katliamlar, zulümler var ama Alevi Kürtlerin yaşadıklarının daha da acı olduğunu düşünüyorum. Malatya’daki, Sivas’taki, Maraş’taki, Alevi hattında yaşanan budur. Katliam yapılıyor, sonra halkın şehri terk etmesi için kapılar açılıyor. Seni karşı tarafta dövenler, ezenler, Türk ve Sünni, hem inanç, hem milliyet olarak farklı. Maraş’ın asıl sahibi onlardı, öyle sayıyorlardı. Ben nereden gelmişim oraya bilmiyorum, Nurhak’ın köyündenim. Ben Elbistan’da yaşayamıyorum. İnsanın üstüne geliyor. Bu kadar büyük bir “Ne mutlu Türküm diyene” yazısının olduğu bir şehir yok. Bizimkiler çok korkar. Elbistan’dan çıkıp Maraş merkeze gittiğimizde hâlâ tedirginlik yaşarız. Alevilik kimliğini de ön plana çıkarıp Kürtlükten sıyrılmaya çalışırlar. Zeynel de işin kolayını buldu, biraz daha kendini politik olarak daha kolay ifade edebileceği Diyarbakır’da yaşıyor.
Orhan Eskiköy: Tarihsel olarak da sürekli yer değiştirme var, beraber hareket etmesin diye insanlar. Maraş, Sivas, o hatta insanlar beraber yaşamasın, o çok tehlikeli bir şey.
Zeynel Doğan: Bu filmde kullanılan Kürtçe de o bölge için önemliydi. Özellikle tercih ettik. Elbistan Kürtçesi, Batı Kürtçesi ilk kez kayıt altına alınmış oldu. Filmimizin dil danışmanı Mazlum, bunu şöyle ifade etti, “Bu filmle bizim Kürtçe için Orta Çağ kapanmıştır, Yeni Çağ başlamıştır.”
Orhan Eskiköy: Ben bunu çok sonra anladım, belki de Türklükten kaynaklanan bir şey. Oysa genel durumu kurtarmaya çalışmaktan yerelliği düşünmüyoruz ama o da kayboluyor.
HASAN’I BİLEREK BELİRSİZ BIRAKTIK
Filmde Hasan’a neler olduğunu sormayacağım ama, neden böyle belirsiz bırakmayı seçtiniz, onu biraz açabilir miyiz?
Orhan Eskiköy: Bizde Osmanlı’dan beri, iktidarla, ağayla, paşayla sorunu olanların gittiği bir adres var: Dağ. Dünyada da öyle. Ama Türkler açısından onlar “terörist”. Kürtler açısından kahraman ama dağdan indikten sonra da iş birlikçi. Oysa bu adam çeşitli nedenlerle mücadeleyi bırakmış olabilir, yorulmuş olabilir. Bir derdi vardı savaştı ama. Bu yargıları aşmak için, onu terörist, iş birlikçi, itirafçı, kaçtı şu bu diye yaftalamamak için, Hasan’ı bilerek belirsiz bıraktık.
ASIL MESELENİN SINIFSAL OLDUĞU UNUTTURULDU
Babamın Sesi’nde Kürt meselesinin farklı görüntülerine, o kadar basit olmadığına dair unsurlar görüyoruz.
Orhan Eskiköy: Mesele asıl olarak sınıfsal. Aleviler ve Kürtler kendilerini tanımlamaya başladıkları andan itibaren, aynı sınıfın mensupları olduğunu kolayca görüyor. Ama entelektüel camia da, dünya da daha çok kimlikler üzerinden tanımlamaya başladı. Oysa asıl mesele sınıfsaldır, bu unutturuldu. Önemli olan dindar olmak artık. Bu kimlik meselesi çok daha çabuk galeyana getirilebilir bir şey. Maraş’la ilgili okuduğum en çarpıcı şey, yoksul köylülere, hatta Sünni Kürt köylülere bile, “Dinin adına öldürürsen, sana ev vereceğiz” demeleri, sınıfsal yaklaşmaları.
Zeynel Doğan: “Kürt sorunu açlık sorunudur, işsizlik sorunudur, biz bu insanları doyurursak Kürt sorunu ortadan kalkacak” diyorlar. İşte filmde buna da cevap vermeye çalıştık. Zeynel’in işi var, evi var, hayatına belli noktalarda yön vermiş biri. Ama Kürt sorununun farkında. Kürtlerle ilgili sorun kolay halledilebilecek bir şey aslında. Çözülmeyince uzatılıyor ve daha çok çözümsüz bırakılıyor gibi geliyor bana. Kürtler de iktidara geldiği yerlerde Türkler gibi, yani sevmediğimiz iktidar gibi yönetmemeli. Bunu da tartışmalıyız.