09 Haziran 2012 15:34

Bu taş hükümete tsunami olarak dönecek

"Hamlet tespih çekiyorŞükür Godot geliyorJuliet için Romeo dağları deliyorMuhafazakar sanat böyle laflar ediyorArtık oyunları bile fen işleri yazıyor           Yuh yani…"“Bu şarkının sözleri böyle miydi?” diye düşünenler olabilir aranızda.

Bu taş hükümete tsunami olarak dönecek
Paylaş
Ayşen Güven

Şükür Godot geliyor
Juliet için Romeo dağları deliyor
Muhafazakar sanat böyle laflar ediyor
Artık oyunları bile fen işleri yazıyor
           Yuh yani…"

“Bu şarkının sözleri böyle miydi?​” diye düşünenler olabilir aranızda. İstanbul Şehir Tiyatrolarının başına belediye bürokratları getirilince Şarkının Yazarı Fırat Tanış, sözleri bu şekilde uyarlamayı uygun buldu. Tiyatrolarımızın özelleştirilmesine, sanatçılardan ve halktan arındırılmasına karşı düzenlenen eylemlerin marşı oluverdi bir anda “Yani”. Tiyatro eylemlerinin ön saflarında yer alan Tanış’a bu duruşundan ötürü İstanbul Seyirci Platformu tarafından “Vasıf Öngören Ödülü” verildi.
İstanbul Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunu olan Fırat Tanış, Başbakanın hani şu yarım porsiyon hani halktan kopuk dediği aydınlardan biri. Oysa biz onu Geniş Aile dizisindeki “Koyu Bilal” olarak biliriz, “Bir Zamanlar Anadolu”daki oyunculuğuyla anarız, “Testosteron” oyunundaki performansı vardır aklımızda… Davula tokmağı vurup, gitarın teline basarken bir de “Şehrin Tiyatrosu Yok Edilemez” diye slogan atarak sokaklara çıkınca, Başbakanın hışmına nail olmamak mümkün mü?
“Bu ülkede hiçbir şey olmuyor yani” diyen Tanış, dünyada hükümetin sanatçısıyla ve vatandaşıyla böyle kavga ettiğinin görülemeyeceğini söylüyor. Bu yüzden Başbakana “Bu dünyada yaptıkların bu dünyada kalır” hatırlatmasını yapan Tanış, tiyatrolar konusunda “Hükümet bir taş attı ama o taş onlara tsunami olarak geri dönecek” diyor. Her ne kadar tiyatroya korku sokulmak istense de bir tehditten ziyade değişim için fırsata dönüştürülebilecek bir süreçten geçildiğini düşünen oyuncu, sözlerini umutla bağlamayı ihmal etmiyor: “Gün de geçer dem de geçer”…
16 Haziranda başlayacak “Sanat Maratonu” eylemleri için hazırlık toplantısından bir parça alıkoyduğumuz Tanış’la dertli mevzuları iç karartmadan konuştuk. Bu arada sanatçıdan sizlere; iktidarın sillesini yemiş herkese, THY işçilerine, cezaevindeki öğrencilere, kürtaj hakkı ellerinden alınan kadınlara, baskı altına alınmak istenen akademisyenlere gelsin... Fırat Tanış’ın kamulaştırdığı “Yani” sizin için de çalıyor...

Hem Şehir Tiyatrosu Yönetmeliği’ndeki değişiklik hem de Devlet Tiyatrolarının kapatılmasını hedefleyen düzenleme bir tehdit olarak da yorumlanıyor…Sizce de öyle mi?
Bir tehdit olarak yorumlamıyorum. Nedeni şudur ki; ben 1998-2003 yılları arasında yani 5 yıl kadar Şehir Tiyatrosunda çalıştım. Her şeyden önce bu gelişmelere benim kişisel itirazım; talebin ortaya konma biçiminden ötürüdür. Dünyada görülmemiştir ki; bir hükümet sanatçısına, vatandaşına karşı sanki kavga eder gibi bir tavır sergilesin. Bir gecede bu konunun uzmanlarına, üreten emekçilerine danışılmadan kararlar alınsın, düzenlemeler yapılsın. Kimin tiyatrolar için ne düşündüğü, hangi zeminin bu konuda neye müsait olduğu bilinmeden, birdenbire böyle metazori (zor kullanan) bir şekilde bunun ifade edilmesi nasıl kabul edilebilir? Hem de kabadayıca bir edayla. Yoksa ben, tehdit olarak algılanabilecek böylesi bir durumun bir fırsat zeminine dönüştürülebileceğine de inanıyorum. Bir kere yetkili ağızlar, bizim söylemlerimizi çaldılar. Bizi eleştirdiğimiz, değişmesini arzu ettiğimiz bir işleyişe dayanarak suçladılar. Başbakanın ve çevresindekilerin ifade ettiği gibi, ödenekli kurumların içerisinde bir disiplin sorunu olduğu zaten yıllardır söylenegeliyordu. Ve bu problemler, burada çalışan her akıl baliğ insanın şikayetçi olduğu bir durum idi. Tam da bu yüzden, “özelleştirmenin” değil tabii ama “özerkleşmenin” ortaya konulabileceği ve gerçekleştirilebileceği bir ortam yaratabiliriz diye düşünüyorum. Yani böylesi bir durumu bir tehditten çok bir fırsat olarak algılıyorum. Yoksa Anayasanın “Devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur” diyen 64. maddesinin değiştirilmesi lazım gelir. Eğer onu değiştirirlerse de, sanırım kendilerini buraya getiren, bütün uluslararası ilişkilerin dengesini bozmak zorunda kalırlar. Bence Hükümet bir taş attı, fakat bu taş ona tsunami olarak geri dönecek.

ÖZGÜR SANAT SLOGANIYLA EYLEM YAPMAKTAN HİCAP DUYUYORUM

Hükümet işçisinden öğrencisine, kadınından gencine, doktoru da akademisyeni de, sanatçıyı da aynı anda pervasızca karşısına alabiliyor. Sizin söylediğiniz gibi “halkıyla kavga eden iktidar” nereye varacak acaba?
Her gün paravan gündemler icat edildiğini düşünüyorum ve bu vaziyeti çok problemli buluyorum. Öyle bir cenderenin içine çekiliyor ki insanlar… Neleri tartışıyoruz bir baksanıza:  “Dünyada sanat özgür olmalı mıdır? Olmamalı mıdır?​”, “Sanat kimin içindir? Toplum için mi, babam için mi?​”, “Kürtaj nedir?​”. Böyle tartışmalar söz konusu olabilir mi? Ben “Özgür Sanat Özgür Tiyatro” sloganıyla eylem yapmaktan hicap duyuyorum. Bu ayıptır! Ama öyle bir çark dönüyor ki, iktidar gerçekten kendi enstrümanlarını kullanarak korkulan her ne varsa yapabileceğini hissettiriyor. Gerçekten özgür olmayan bir sanat dünyası varken,  2 bin 200 tane öğrencinin kendi düşüncelerini savunduğu için hapishanelerde olduğu, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısının her yıl katlandığı , Türk Hava Yolları işçilerinin grevinin yasaklandığı bir Türkiye fotoğrafına baktığımızı unutmayalım. Hani o İnternet’te paylaşılan son 24 saatte ülkemizde neler olduğunu yazan inanılmaz listedekiler ve aklınıza gelebilecek diğer bütün gündemleri bu iktidar gerçek kılabilir. Bunları düzelteceklerine dair en ufak bir veri de yok elimizde. Soruyorum size; zamandan başka sonsuz olan ne var ? Bizim bedenlerimiz, bu dünyadaki eylemlerimiz, ihtiraslarımız, tutkularımız, iktidarlarımız bunların hepsi geçicidir. Başbakan bir konuşmasında diyor ki; “Bu dünyadan giderken bu dünyada yaptıklarımızı da beraberimizde götüreceğiz”. Hayır işte! Bu dünyada yaptıkların bu dünyada kalacak.

98 yıllık Şehir Tiyatrosu geleneği içinde, düşünün kaç kuşak yetişmiş, evrilmiş, bugüne gelmiş. O insanlar karşılaştıkları tutum karşısında “dur ya noluyor” deyip elbette korktular. Yani buradaki korkunun skalası çok geniş. “Bu ülkeye şeriat gelecekten” tutun da, “Eyvah memuriyetimiz elimizden alınacak” demeye kadar çok geniş bir açılımı var. Ödenekli kurumlar içinde bir yenilik, değişiklik gerekliliğinin ihtiyaç olduğu konusunda herkes hemfikirken, seçilen yöntem çok tepki çekti. Ve bu yöntemin ancak, korkan bir kafa tarafından ortaya çıkarıldığı düşünülüyor. Bir de bizim şehir tiyatrosu sanatçısı dediğimiz öyle 10-20 bin kişi değil yahu bin kişiden bahsediyoruz. Ve neyse o bin kişinin durduğu yer, bu kadar az olmalarına rağmen, böyle bir reaksiyonu ortaya koyacak kadar gücü nerden alıyorlarsa, işte o korkutuyor birilerini. Asıl korku orada başlıyor. Her şey çok ortada; hesaplar, planlar aşikar. Ben bu bin tane tiyatrocuyu asıl korkutan şeyi söyleyeyim; bir insan doğasının iktidarla, siyasetle, politikayla nasıl bozulabileceğini biliyor onlar. Ondan sonra o erklerin kitleleri maniple ederek, nerelere vardırabileceğini çok iyi bilen bin kişiden bahsediyoruz.

Nereden biliyorlar?
Çünkü bu insanlar Shakespeare çalıştılar yani Richard’ı bilirler. Macbeth’i oynadılar; iktidar hırsının bir insanın doğasında nelere yol açtığını bilirler. Caesar’ı bilirler mesela. Julius Caesar’ın koca bir halkın hayatında nelere yol açtığını bilirler. Çünkü bu insanlar insan okumayı biliyor. Burada korkutan şey bu. Halbuki korku duyurmaya gerek yok, korkuya gerek yok. Bu insanlar herkesin sanatçısı. Görünüyor işte; ortadaki oyunun kahramanları, yazılan roller, oyunun kaç perde olduğu ve finali de görülüyor.

ASIL ELİT İKTİDARIN KENDİ AYDINLARI

Peki insan doğasını bu kadar iyi bilen tiyatrocular Başbakanın dediği gibi “elitist” yani halktan kopuk mu?
Bu tiyatrocular kendilerini hiçbir konuda ayrıcalıklı görmezken, bir de elit deniyor değil mi? Neresi elit bu insanların. Asıl elit Anadolulu Nuri Bilge Ceylan, Orhan Pamuk elit. Elitizmin tanımını da doğru dürüst yapmıyorlar. Bu iktidarın yarattığı kendi aydınları elit. Muhafazakar sanat gibi amuda kalkmış bir gerçeği, ortaya koyan İskender Pala’dan ala elit mi var? Şehir Tiyatrosu çalışanları bildiğin devlet memuru, emekçi. Oyuncu olmanın dışında bu insanlar trafikte şoför, aynı zamanda anne-baba, çoğu kiracı, tek bir ay çift maaş alıyorlar. İnanın ellerindeki koşulsuzluklara rağmen, kendilerini çok aşarak büyük başarılara imza atıyorlar.

Tiyatroların sezonu kapattığı dönemde her şey patlak verdi...
Elbetteki bu kasıtlı bir şeydi yani.

Başbakanın açıklamalarının, yapılan eylemlerin ardından birçok tiyatro son oyunlarını oynadı. Seyirci sayısının arttığı gibi bir gözlem var mı?
Kesinlikle. Üstelik bir şeyi yasaklarsanız o çok daha cazip bir hale gelir. Mesela kürtaj meselesine gelirsek. Kürtajı yasakladığınız zaman, bu ülkede yapılmayacağı anlamına mı geliyor? Hayır değil! Yapılacak hem de ehli olmayan ellerde ve sonuçları ölümlerle bitecek. Kim bilir ne koşullarda yapılacak? Bir şeyi yasaklarsanız onun gerçekleşmesi için gerekli olan bütün zeminleri hazırlamış, açık etmiş, ortaya koymuş oluyorsunuz. Şöyle kişisel bir kanaatim de var: Şu an ödenekli kurumların; Devlet ya da Şehir Tiyatrolarının içerisindeki sanatçılara yapılacak en büyük kötülük, onları eski yönetmelikle baş başa bırakmak olur. Evet değişmesi gereken şeyler var. Ama bu şekilde mi değil.

Bitirirken...
Gün de geçer dem de geçer...


Pek çok toplumsal olayda olduğu gibi tiyatrolar hakkındaki açıklamalar, eylem duyuruları, tepkiler... En hızlı sosyal medyaya yansıyor ve o mecrada çokça tartışılıyor. Levent Üzümcü ve siz başta olmak üzere tiyatrolar üzerinden yaptığınız her türlü eleştiri adeta “muhafazakar” bir kesimi harekete geçiyor. Böyle hazır kıta sizlere cevap vermeyi bekleyenler mi var?
Evet net olarak öyle bir güruh var. Bence oradaki tepkiler, insan zekasının tabanını ve tavanını gösteriyor. Bunların toplumsal bir karşılığı varmış gibi gelmiyor bana. Daha çok kişisel tepkiler olduğunu düşünüyorum. Bir şeye inanırsınız ya da inanmazsınız. Bu kimseyi ilgilendirmez. Ama o kadar katı ve sert tavırlarla karşılıyoruz ki. Çünkü, çok sevgisiz kaldık. Sevgi denen şeyi sahiden unuttuk, çok eskilerde kaldı. Şimdi yeniden seve seve sevmeyi öğreneceğiz. Belki de artık sosyal medyada sadece şarkı paylaşmalıyız.

“YANİ” Yİ KAMULAŞTIRDIM

Sizin “Yani”şarkısını tiyatrolar için uyarlamanız bu süreçle simgeleşti. Ne diyorsunuz hazır dillere iyiden iyiye pelesenk olmuşken albüm gelir mi?
O konuda hep bir çekincem var. “Herkes albüm yapmıyor musun?​” diyor. Albüm yapanların şarkılarının sanal ortamdan çatır çatır indirildiği bir dünyada oralarda çok problemli geliyor bana. Ayrıca bir bandrol, bir kayıt altında müzik yapıyor olmak...  Bunların hepsi, müziğin gerçek doğası içerisinde tartışma götüren şeyler.  O konularda kafamda sorular var. Albüm yapmalı mı yapmamalı mı?

Şarkı sözü yazarlığı sizin için devamlı bir durum mu?
Atla deve değil. Bir elin on parmağını geçmez. Bunun da abartıldığını düşünüyorum. Sağ olsun insanlar çok ilgi gösteriyorlar. Ama hakikaten neler var ya? Bu ülkede Kerem Turer diye bir insan evladı var. Yaşayan  gerçek bir ozandır. Çok değerli insanlar var ben onların yanında Abdurrahman Çelebi oluyorum.  

Bu durumda sizin için müzik meselesi bir süre daha “Hamlet tespih çekiyor”  ile devam edecek herhalde?
3. Antalya TV Ödül töreni öncesinde otel odasında Süleyman’la, “Abi bir şey yapmamız lazım” dedik. “Fen İşleri de oyun yazıyor” diye konuşurken ben orada hemen değiştiriverdim. Böyle bir şeyin benden çıktığı için utanç duyduğum, “emo”muyum neyim dediğim bir şarkı da böylece işe yaramış oldu. Bu haliyle içinde bulunduğumuz dönem her şeye uyabilir. Görüyoruz ki hiçbir şey olmuyor “yani”. Bunu her şeye adapte edebilirsiniz. Buradan duyuruyorum. Halkımıza hediyem olsun. Ataması yapılmayan öğretmen arkadaşlar “yani olmuyor kimse atanmıyor istesem de” diye değiştirebilir, THY’deki arkadaşlar “uçulmuyor istesem de” diye, öğrenciler “düşünülmüyor istesem de” diye değiştirebilir, kadınlarımız kürtaja uyarlayabilir. Şarkıyı kamulaştırdım, sözleri herkese açık.

KARİYERİM ZARAR GÖRÜR MÜ KAYGISI TAŞIMIYORUM

Tanınmış hatta “ünlü” bir sanatçı olarak, davulunuzu, gitarınızı alıp bu eylemlerde soluğu almanızı sağlayan neydi?
Her şey o kadar ani oldu ki. Aslında üzerine düşünmeye fırsat bile olmadı. Eylemlere gitmemi sağlayan şeyin içgüdü olduğunu söyleyebilirim. Ben işlerimle ilgili öyle kaygılar hiç taşımadım. Aman popülerim. Yok  televizyonda yaptığım işleri engeller mi? Hani bir yerde kariyerim zarar görür mü? Kariyerimin bu sürece dahil olmamla zarar göreceğini falan düşünmüyorum. Böyle kaygılar hiç taşımadım, taşımıyorum da.


GEL ŞEHRİM SEYRET

Sanat Maratonu için başlangıç çizgisine yaklaşıyoruz....
Evet Kadıköy’de, Belediye’nin desteklediği bir eylem, duruş, direniş, festival artık buna nasıl bir isim koyarsanız. Pek çok başlığı ve alt başlığı olan, hangi başlığı hangisinin altına koyarsınız, onu da bilmiyorum. “Gel Şehrim Seyreyle!”, “Bitmeyen Tiyatro”, “Sanat Maratonu” diyoruz. 16 Haziranda başlayacak, bitiş tarihi katılımcıların sayısına, gelen isteğe ve bizim paşa gönlümüze göre belirlenecek olan bir etkinlik programı.Kadıköy Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda. Karpuz alır gibi “Ordan bana elli tane tiyatro oyunu ver” diyemicem ama, onlarca diyebileceğim oyunun, pek çok müzik grubunun konserinin olduğu, resim-heykel atölyelerinin sergilerinin, şiir dinletilerinin, söyleşilerin, film gösterimlerinin olduğu 24 saat süren büyük bir festival, eylem olacak. Yani, “Gel Şehrim Seyret”.


(Fotoğraflar: Yusuf Aslan)

ÖNCEKİ HABER

Fantezi değil, kanlı canlı direnişçiler

SONRAKİ HABER

Mecliste bir ilke imza attı, işçilere kürsü açtı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...