06 Ağustos 2012 04:08

Sıradanlaştırılmaya çalışılan işkence

Gözaltında taciz ve tecavüz, Sedat Selim Ay’ın terörle mücadeleden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına atanmasının ardından, yeniden yüksek sesle konuşulmaya başlandı. Geçmiş yıllarda özellikle “siyasi kadınlara” bir işkence olarak kullanılan bu yöntem, bugün de “işkenceye sıfır tole

Sıradanlaştırılmaya çalışılan işkence
Paylaş
Özge Ayaz

BU NE İLK NE DE SON

Sedat Selim Ay’ın terfisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hiç şaşırmadım. Çünkü bu ne ilk ne de son. Biz, 1997’den beri devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye uğrayan kadınlara avukatlık yapıyoruz. Bu süre içerisinde birçok kamu görevlisi, asker, polis ya da jandarma cinsel işkence faili oldular. Ve bu güne kadar bunların hiçbiri hakkında ceza verilmedi.

Başka taciz davalarından yargılanıp da terfi alanlar var mı?

Örneğin Musa Çitil diye bir subay var. Mardin’de görev yaptığı dönemde yüzbaşıydı ve birçok kadına cinsel işkence uygulamaktan, tecavüzden dava açıldı hakkında ama bu adam terfi ettirildi. Yine Dargeçit’te gözaltında kaybedilen 6 kişinin faili olan ve insanları kazanlarda yakmakla suçlanan Mehmet Tire Bodrum’un Gümüşlük Belediye Başkanı. Dosyası şu an savcılıkta. Sedat Selim Ay’ın amiri durumunda olanlardan Bayram Kartal, Berfo Nenenin oğlu Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedilmesinden sorumlu biri. Bizim daha ismini bilmediğimiz binlercesi var bunların. Sonuçta hiçbiri cezalandırılmadı, hiçbiri açığa alınmadı, hepsi yükselerek görevlerine devam ediyorlar. O nedenle burada “işkenceye sıfır tolerans” demenin bir anlamı yok. Eğer bir işkenceciyi terfi ettiriyorsanız, zaten işkenceye toleranslısınızdır.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi’nin yürütücülerinden birisiniz, nedir bu proje, neden böyle bir şey yapma ihtiyacı hissetmiştiniz?

1995’te yazdığım bir yazı nedeniyle hapse girdim. 6 ay müvekkillerimle aynı koğuşta kaldım. Orada birçok kadının travması olduğunu zaten anlıyorsunuz.



İlk başta neler yaptınız, herhangi bir zorluk yaşadınız mı?

İlk başta sosyalist, devrimci dediğimiz örgütler bile bu projeyi kabullenmekte zorlandılar. Bu durum onların iş işleyişinde bile bir tabu gibiydi ve diğer işkence yöntemlerinden çok da ayrı düşünmüyorlardı. Sonra Özgür Gündem ve MED TV’de haberler çıkınca, özellikle Kürdistan’dan başvurular gelmeye başladı. Sonra yavaş yavaş kabul edildi ve birçok kesimden kadın başvuru yapmaya başladı. Daha sonra bu konuyla ilgilenen kadın örgütleri de kuruldu. Bugün baktığımızda sadece siyasi suçlular değil adli suçlu olanlar da cinsel tacize maruz kalıyor. Hatta kimliğini göstermediği için karakolda çıplak aramaya maruz kalan kadınların da haberlerini yapmıştık… Bu bizim çalışmamızda da gördüğümüz bir şeydi. Hatta konuşturmak için de değil, erkek olma duygusuyla bile cinsel taciz uygulanıyor. Mesela travestiler ve transseksüeller çok fazla cinsel şiddete uğruyorlar. Önceki yıllara oranla daha çok başvuruyorlar. Eskiden korkarlardı ama örgütlülüklerini sağladıktan sonra daha kararlı davranmaya başladılar. Ya da örneğin çingene kadınlar... Çingene mahallelerine çok yoğun polis baskısı var. Çok sayıda kadın taciz yaşıyor. Ama şöyle bir gerçeklik var, adli kadınlar da hak arama bilinci, siyasi kadınlara oranla daha az gelişmiş durumda. Siyasi kadınların daha ön plana çıkmasının sebebi o. Gerçi ben gözaltına alınan her kadının istisnasız cinsel taciz yaşadığına inanıyorum. En azından 3–4 yıl öncesine kadar böyleydi. Çünkü mantık değişmedi. Şimdi kamu kontrolü oluştuğu için daha dikkatliler sadece.

MÜNFERİT DEĞİL, DEVLET POLİTİKASI

N.Ç davasını örnek verdiniz, bunun gibi birçok tecavüz davasında özellikle işin içine devlet görevlileri girdiğinde “münferittir” deniliyor. Gerçekten münferit midir?

Bundan yıllar önce asker kökenli Adalet Bakanı vardı. O dönem toplu tecavüz iddialarıyla ilgili “Taş gibi polislerimiz varken copa ne gerek var” dedi. Bunu bir bakan söyledi Türkiye’de bugün de terfi ettiriliyorlar İçişleri Bakanı eliyle. Münferit değildir. Eğer işkenceyi yapanı, savcılarınız sorguluyorsa, dava açıyorsa, hakimler ceza veriyorsa o zaman münferit diyebiliriz. Ama hukuk tarafından korunuyorsa, resmi makam olan adli tıp “İşkence yoktur” diye rapor veriyorsa, bu bir devlet politikasıdır, bunun tartışılması mümkün bile olamaz. Çünkü sadece işkenceyi yapan suçlu değil. Onları yeterince sorgulamayan ve dava açmayan savcılar, dava açılsa bile beraat ya da zaman aşımından düşüm kararı veren hakimler, işkenceyi belgelemeyen adli tıp hekimleri bunlar hepsi sistematiğin parçaları durumdalar.  

Uluslararası hukukta durum nedir, gözaltında cinsel taciz ne zamandan beri suç olarak kabul ediliyor? 

Uluslararası hukukun da bu konuda iyi bir sınav verdiği söylenemez. Örneğin I. ve II. Dünya Savaşlarında binlerce kadın tecavüze uğradı ancak bu savaşlardan sonra kurulan Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde tecavüz bir savaş suçu olarak görülmedi. Ancak kadınların mücadeleleri sonucunda Bosna ve Ruanda çatışmalarından sonra, savaş suçu olarak değerlendirildi ve Roma protokolüyle, uluslararası ceza mahkemesi ile insanlığa karşı suç tanımında bir genişleme yapıldı. Bu tanımın içinde kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüz de var ve bu suçlarda zaman aşımı kabul edilmiyor. Türkiye ise bunları imzalamamakta direniyor. Çünkü imzaladığı anda o kadar çok şeyle suçlanacak ki! Ancak ben bu adımların yeterli olmadığını düşünüyorum.

Bu durumun sistematik bir sorun, aynı zamanda da bir demokrasi sorunu olduğunu söyleyebiliyorsak, ne yapmak gerekir?

Biz istemedikçe devlet değişmez. Yüksek sesle taleplerimizi dillendirmek gerekiyor. Sedat Selim Ay tek bir örnek ama tepkilerin bu yöne çekilmesini sağladı. Bence, bu tepkileri bitirmemek gerekiyor ve bunun sürekli bir devlet programı olduğunu dile getirmek gerekiyor. Mesela İçişleri Bakanını istifaya çağırmak gerekiyor. Ama kadınların mücadelesi açısından bakacak olursak, kadınların en çok militarizme karşı mücadele etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bize hayatımızın askerileştirilmesi dayatılıyor. Buna karşı çıkmak gerekiyor. Bunu da kadınların yapabileceğini düşünüyorum.

DEVLETİN İŞKENCESİNİ DEVLETİN KURUMU RAPORLUYOR

1993 Mardin Derik’e bağlı Taşıt köyünde, Jandarma tarafından babası ve yengesiyle birlikte gözaltına alınan 16 yaşındaki Şükran Aydın, Jandarma Bölük Komutanlığında Yüzbaşı Musa Çitil’in tecavüzüne uğradı. Davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden Şükran Aydın, gözaltında yaşadığı tecavüzü kamuoyuna ilk teşhir eden kadınlardan biri oldu. Bu davada AİHM, Türkiye’yi bağımsız hekim raporu olmadığı için mahkum etmişti. Bu mahkumiyet neyi ortaya koyuyor?

Şükran Aydın davası önemli bir karardı. Çünkü Türkiye’de işkencenin belgelenmesinde resmi bilirkişi raporu geçerli. Mahkemeler sadece adli tıp raporlarını delil olarak kabul ediyorlar. Bir devlet gücünün yaptığı işkenceyi, başka bir devlet kurumunun raporlaması gerekiyor. Uluslararası hukukta hekimlerin tamamen bağımsız olması isteniyor. Şükran Aydın kararında da AİHM Türkiye’yi mahkum ederken bunu gerekçe olarak gösterdi. Yani bağımsız bir hekimden rapor alınmamış olmasını. Ama Türkiye’de mahkemeler hâlâ adli tıbba gönderiyor. Adli tıpta ise çok iş yığılması olduğu için mesela tacize tecavüze uğramış bir kadına 1.5 yıl sonraya randevu veriyor. Kadına resmen “Sen 1.5 yıl bu travmayı atlatma, bununla yaşa” deniliyor. Böyle saçma bir şey olabilir mi? Hemen anında onun tespiti gerekir. Çok fazla sorunlar var ama Adli tıpta bu kadar ısrar etmelerinin sebebi, işkencenin bir devlet politikası olmasıyla ilgili.


15 YILDA 362 BAŞVURU 1997-2012 yılları arasında Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosuna 362 başvuru yapıldı. Bu başvuruların 30’u yurt dışında yaşayan kadınlardan, 46’sı Türkiye’de cezaevinde bulunan kadınlardan geldi. 362 başvurudan 82’sini tecavüz, 279’unu cinsel taciz vakaları oluşturuyor. 1997’den beri büroya başvuranların 44’ü 18 yaş altı kız çocuklarından oluşuyor. Suçu işleyen faillerden 264’ü polis, 93’ü jandarma/asker, 17’si özel tim, 15’i korucu, 43’ü infaz memuru, 4’ü itirafçı, biri gazeteci, biri öğretmen, biri savcı, 24’ü adli tutuklu, biri belediye başkanı, biri adliye görevlisi bekçi. Toplam sayının yüksek olmasının nedeni, bazı olaylara birden fazla failin dahil olması.

YAZILI HUKUK DEĞİŞİYOR AMA...

Cinsel taciz ve tecavüz suçlarının hukuktaki karşılığı nedir?

2005 yılına kadar Türk Ceza Kanunu’nda cinsel taciz diye bir suç tanımı da yoktu. Oysa kadınlar, çırılçıplak sorgulanıyorlardı, vücutları elleniyordu, taciz içeren küfürler ediliyordu. Ama TCK’de hiç birinin karşılığı yoktu. Yine 2005 yılına kadar tecavüz suçunun tanımı çok yetersizdi. Yargıtay kararlarıyla, tecavüz “Erkek cinsel organının, kadın cinsel organına duhulü” olarak tanımlanıyordu. Oysa kadınlar sadece vajinal bölgeden değil anal ve oral bölgelerden de ve sadece cinsel organ aracılığıyla değil, sopa ve copla da tecavüze uğruyorlardı. Bunlar suç olarak bile görülmüyordu. Ancak 2005 yılından sonra kadınların mücadeleleriyle yasada değişiklikler oldu. Cinsel taciz bir suç olarak girdi yasaya, tecavüzün tanımı genişletildi. Bekaret kontrolü 2005 yılına kadar sadece işkence olsun diye yapılıyordu. Örneğin; bizim 6 çocuklu bir müvekkilimize Mardin’de bekaret kontrolü yapıldı. Belgesi de var. Yazılı hukuk değişiyor evet, ama uygulama da sorunlar var. Hâlâ büyük bir cezasızlık söz konusu. N.Ç dosyasını hatırlayın. Biz 15 yıldır çalışıyoruz ve şu ana kadar bir devlet görevlisi dahi taciz ve tecavüzden ceza almadı. AİHM’de kabul edilen davalar oldu ama iç hukukta müthiş bir cezasızlık söz konusu.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu 10 yıllık deneyimlerini “Hepsi Gerçek” isimli bir kitapta topladı. Devlet kaynaklı cinsel şiddetini açığa çıkaran hikayeler şöyle:

l E.H: İstanbul’da yaşayan bir transseksüeldir. 1999 yılında gözaltına alınır. Komiser yardımcısı tarafından sözlü ve fiziksel cinsel tacize maruz kalır. E.H. projeye başvurur, polis hakkında dava açılır ama sanık beraat eder.

l F.Ü: “Terör Karadeniz’e ulaştı” şiarlarının olduğu dönemde, askerler Tokat Turhal’da Alevi kökenli vatandaşların yaşadığı yerlere yığınak yaparlar. Köydeki askeri birlikte er olan E.K., F.Ü’ ye tecavüz eder. F.Ü intihar eder. Eşi dava açmak istememiştir.

l K.Ö: 1955 Mardin doğumludur. İlk 1991’de Nusaybin’de gözaltına alınır. 17 gün sonra bırakılır. Evinde sığınak olduğu ihbarı üzerine 1992 yılında tekrar gözaltına alınır. Çeşitli işkence yöntemleri uygulanır, sözlü ve fiziksel tacize uğrar. Filistin askısına çıplak asılır, vajinasına bot ve sopa sokulur. Konuşmamaya devam edince de bir Özel Tim tarafından tecavüze uğrar. 33 gün sonra mahkemeye çıkartılır ve serbest bırakılır. Baskılardan dolayı önce Adana’ya, sonra İstanbul’a göç eder. Şu an Almanya’da yaşıyor.

l N.S: 1969 doğumludur. 1998’de hızsızlık suçlamasıyla gözaltına alındığında hamiledir. Üstündeki kıyafetler parçalanarak çıkartılır ve kafası bacaklarının arasına koyularak sırtına vurulur. Hamile olduğunu söylemesine rağmen işkence devam eder. Tuvalette önce vücuduna su sıkılır ardından hortum vajinasına sokulur ve tazyikli su sıkılır. Çıkartıldığı mahkemede tutuklanır. İşkence nedeniyle yaptığı suç duyurusu takipsiz kalmıştır.

l R.K: Diyarbakır’da yaşayan bir kız çocuğudur. 1996 yılında anne ve babasının evde olmadığı bir gün köy korucusu S.A tarafından tecavüze uğrar. Kız durumu teyzesine anlatır. Teyzesinin olayı babasına anlatmasının ardından, babası Mermer Karakolu’na gider. Astsubay tarafından savcılığa gitmemesi yönünde tehdit edilir. Buna rağmen dava açılır ama mahkeme koruyucuyu serbest bırakır. Yargıtay yerel mahkemeyi onar.

ÖNCEKİ HABER

THY emekçisi kadınlar: gülüşüm, giysim davetiye değildir

SONRAKİ HABER

TSK’daki tasfiye dünya basınında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa