Anladım suçumu!
Yazın başında köydeki evden çıkıp, bir sonraki güzün eve giren mısır tanesinin öyküsünün belgeselini çekmeye çalışan arkadaşımı, daha güz gelmeden, mısır tanesini eve koyamadan mahpusa koydular.Yazın, 2500 rakımda şu an üzerinde oturduğum taştan biraz daha yukarda bir yerde, adeta bir bulutun içinde o
Yazın, 2500 rakımda şu an üzerinde oturduğum taştan biraz daha yukarda bir yerde, adeta bir bulutun içinde oturup beklemiştik sisin çekilmesini. Çocukluğumuzun içinden geçtiği “Derebaşı” virajlarını, çocukluğumuz kadar uzak bir yerden tekrardan görebilmek, fotoğraflayabilmek umuduyla…
İki saat beklemiş, sisin çekileceğinden umudumuz kesilince gerisin geri dönmüştük. Mısır tanesinin öyküsünü işte o zaman anlatmıştı bize Murat..
İki ay sonra, mısır taneleri evlerinde ama O mahpustayken tekrar gittim oraya. Bizi terör örgütü üyesi yapan nedenden dolayı; çocukluğumuzu daha net görebilmek ve anlatabilmek için. Rusların kazma kürekle inşa ettiği, yüzyıldır yıkılmayan taş duvarları izlerken, sesleri vadinin derinliklerinden uğuldayarak gelen HES yapımında çalışan dozerlerin “Derebaşı”ndaki toprağa inen her darbesinin, beynimim derinliklerine işleye işleye, acısı kalbimi eze eze izledim çocukluğumu. Ve işte o zaman anladım suçumu…
Çünkü onlar hayatı paradan ibaret görüyorlar. Oysa “Derebaşı Virajları” bizlere hayata dair neleri öğretmedi ki; doğa karşısında ki zayıflığımızı mesela… Bu yüzden korkunca, virajları tırmanan Thames marka kamyonların şoför mahallinden bagajına uzatılmış hoparlörlerinden gelen Kur’an sesine odaklanıp Tanrı’ya sığınmayı bu virajlar öğretti onlarca nesile. Şehir çocukları mahallelerinde bisiklet binerken bizler, kamyon kasasından aşağıya atlayıp, viraj aralarını kestirme yoldan dikey olarak çıkmayı ve kamyonla yarışırken kendine güvenmeyi…
Demirkapı’daki taş yolun, insanlar tarafından büyük kayalardan küçük küçük parçalar koparılarak yapıldığını duyunca, insanoğlunun gücünü; isterse dağları bile delebileceğini; virajı tek seferde dönemeyip geri gelen kamyonun dingil tekerinin yolun aşağısına kadar sarkıp havada kaldığı anda kasanın en arkasında olmanın verdiği heyecanı, risk alma duygusunu; yağmurda ıslanmanın verdiği ferahlığı, Ağustos sıcağında, kavurucu güneş altında insanın içinin ısınışını, üzerimizi kaplayan kesif bir sis tabakasının ıslaklığında, brandanın altına toplanıp birbirine yaslanırken hissedilen insan sıcaklığını… Son virajdan sonra, şoför mahallinde değiştirilen kasetten gelen sesle kemençenin, aslında yaylaların sesi olduğunu, yaylalardan aşağı inerkense, gittikçe artan derenin uğultusunun Karadeniz köylerinin sesi olduğunu…
Şimdi bu vatanı satmak ve bu vatan üzerinden rant sağlamak isteyenler sıcak evlerindeyken, bu dağları aşmak için kayaları delip yol yapan, fotoğrafta görüldüğü gibi patikaları hala silinmemiş olarak gözüken neslin çocukları içeride!. Hem de, sadece ve sadece bir aşk uğruna; toprağın ve suyun aşkı uğruna… Bizler bu dağları HES’leri yapanlar ve savunanlar gibi parası için sevmedik. Bizler bu dağları her türlü kahrına rağmen verdiğimiz emeklerimiz için sevdik; taşına, toprağına, otuna, suyuna her şeyine binlerce yıldan beri verilmiş bir emekle sevdik ve sevmeye devam edeceğiz.
Bu dağları delen neslin evlatları, binlerce yıllık sevdalarını asla satmayacak ve sattırmayacaktır. Ve bu dağların yamaçlarında, mısır tanesinin öyküsü anlatılmaya devam edecektir.