16 Nisan 2011 12:35

İlişkileri bir kalıba sığdırabilir misiniz?

“İnsan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer...” diyor Ankaralı yazar Barış Bıçakçı, Bizim büyük Çaresizliğimiz adlı romanında. İki erkek birbirlerine aşkla bağlanabilir mi? 20 sene ayrı şehirlerde bir arada yaşaman

İlişkileri bir kalıba sığdırabilir misiniz?
Paylaş
Devrim Büyükacaroğlu

Ender ve Çetin, birlikte yemek yapmak, yürüyüşe çıkmak gibi basit yaşamsal eğlencelerden öylesine büyük keyif alırlar ki bir başkasına hiç ama hiç ihtiyaçları yoktur. Ta ki Almanya’da yaşayan bir başka arkadaşları Fikret’in, -anne babasını trafik kazasında yitirmesi nedeniyle-, kız kardeşi Nihal, bizimkilerin evine yerleşmek zorunda kalana kadar… Gel zaman git zaman ikisi birden Nihal’e aşık olur…

Ve bizimkilerin şahane dostluğu araya bir kadının girmesi nedeniyle bozulmaz, inanır mısınız?… Hatta daha da güçlenir… Özet geçerek anlatmanın zor olduğu bir kitapla karşı karşıyayızdır..

Beyaz perdede ya da TV ekranında, ya da pop şarkılarında yeniden yeniden üretilen klişeleri; aşka dayalı gerçek bir ilişki yaşayan herkes mutlaka gülünç bulur. Fakat iş, ilişkiler hakkında konuşmaya gelince, klişelerin tuzağına düşmemek o kadar kolay olmaz.    Hele ki edebiyat ve sinema dilini klişelerin sığ dünyasından kurtarmak daha da güç.

“İnsanlar arası ilişkilerde bir sınır var mıdır? Varsa nerede durmaktadır?​” sorusuna yanıt arayan Bizim Büyük Çaresizliğimiz, ikili ilişkilerle ilgili klişeleri alt üst eden, özgürce, insan ilişkilerinin kendine özgü evreninde dolanan, çok ama çok özel bir kitap…

Kitapla aynı isimli sinema filmi Cuma günü vizyona girdi. Yönetmenliğini Seyfi Teoman’ın yaptığı filmin senaryosunda ise Teoman’ın ve Bıçakçı’nın isimleri var. İlk filmi Tatil Kitabı ile bir dolu ödül toplayan Seyfi Teoman’ın ikinci filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz dünya galasını Berlin Film Festivali’nde yapmıştı.


Kitabı okudun ve “bunu çekmeliyim” mi dedin?
Ben zaten Barış Bıçakçı’yı yazar olarak tanıyordum, o zamana kadar çıkan bütün kitaplarını da okumuştum, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i de çıkar çıkmaz almıştım. Aramızdaki En Kısa Mesafe kitabından iki öyküyü Tatil Kitabı filmimde kullanmıştım. Barış’tan o öyküleriyle ilgili izin almak için tanıştık, çok iyi anlaştık. Barış’ın Tatil Kitabı senaryosuna da yardımları olmuştu. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i ilk okuduğumda çok etkilenmiştim, aklımdan geçirmiştim “bundan film yapılır” diye. Barış ilk başta çok şüpheyle bakıyordu ama bir şekilde ikna ettik.

Neydi seni etkileyen kitapta?
Genel olarak ben Barış’ın edebi tarzının karşılığını sinemada bulmaya çalışıyorum kendimce. Mümkün olduğunca sade bir şekilde küçük ama önemli insani durumları eksilterek ve çok laf kalabalığına girmeden, temelden bir yerden ele alarak kuruyor edebiyatı. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de iki erkeğin çok yakın arkadaşlığı ve bir şekilde alternatif bir aile kurmaları meselesi benim çok ilgimi çekti. Esas olarak romanın temelinde olan; “İlişkilere sosyal anlamda illa bir kılıf koymanın anlamı var mı?​”, “Tanımlamaların kendisi ilişkileri sınırlıyor mu?​” soruları kişisel olarak çok ilgilendiğim meselelerdi zaten. Bu ana fikir ve genel olarak romandan geçen duyguya sadık kaldığım sürece her şeyi değiştirebileceğimizi konuştuk. Romandan taşan duygu ile filmden taşan duygunun aynı olması gerektiğine karar verdik, ama kitaptan çok da uzaklaşmaya gönlümüz el vermedi.

‘Çaresizlik’ diye ifade edilen tam olarak nedir?
Aslında o filmin adında gizli. “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”,  tüm çaresizlikleri bağlayan temelde büyük bir çaresizliğe işaret ediyor. Bir yandan ironik bir taraf da var. Bir şeye büyük dediğiniz zaman onun kendisiyle dalga geçiyorsunuzdur. “Büyük çaresizlik” dediğimiz şey romanda bir cümlede gizli; “Bizim büyük çaresizliğimiz, Nihal’e âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmamasıydı. Asıl çaresizlik buydu.” Bir sürü çaresizlikleri var; Birincisi duydukları aşk. Biri Çetin’in biri Nihal’in başına gelen anne babayı kaybetme hikâyesi... Tüm bunların ördüğü o acı dünya. Bunların kıza aşık olduktan sonra içine düştükleri açmazlar. Nihal’in çaresizliği, sonra bunların evlerine bir yabancının gelmesinden kaynaklanan çaresizlik -aslında istemiyorlar Nihal’i ilk başta-. Kıza alıştıktan sonra onu koruma kollama, kıza âşık olduktan sonra onun erkek arkadaşının çıkması. Böyle sürüyor bahsettiğimiz çaresizlikler ve büyümeyi istememe hali ile ilgili bir çaresizliğe bağlanıyor.

ERKEK, YETİŞKİN SAYILMAK İÇİN İKTİDARIN PEŞİNDEDİR

Büyümek istememe çaresizliği neden?
Bunlar lise çağlarında, dostluklarının başlangıç zamanlarını çok güzel geçirmiş. Çetin’in bir ailesi olmadığı için neredeyse bir aile kurmuşlar. Üç yılı normalde lise öğrencilerinin alışık olmadığı şekilde aynı evde geçirmişler ve tüm o büyümenin getirdiği şeylerle, ergenliğin heyecanları ve yeni keşifleriyle beraber bir altın çağ yaşamışlar ilişkilerinde. 20 yıl sonra bir araya gelerek bunu tekrar yapmaya çalışıyorlar. Büyümek istemeyip orada kalmak istiyorlar aslında sorumluluk anlamında.

İkisi de aynı yaşta ve birlikte kalmak istiyorlar...
Aslında evet aynen öyle, ama bu da mümkün değil. Büyüme gibi bir mecburiyet var. Gençliğin getirdiği o saflıkta kalamıyor olmak, onu bir ömür boyu sürdüremiyor olmak, bunun değişmek zorunda olması, zamanın geçmesi, bunun durdurulamaması... Böyle felsefi bir şeyi var tabii...

“İçindeki çocuğu öldürme!” geyiğinden bahsetmiyoruz değil mi? Çok samimi ve gerçek bir şey yaşadıkları her ikisinin de...
Çok akıllı ve her şeyin farkında adamlar bunlar. Yetişkin olduğu halde çocuk taklidi yapan insanlar değiller. Gençlikteki basitliğin, sıradanlığın, saflığın peşindeler. Yetişkin olmanın yüzleşilmesi gereken kötü tarafları var. Cinsler arası kıskançlık mesela, bunların bir şekilde bilinçli olarak uzak durduğu bir mesele bu. Erkek iktidarı meselesi var sonra. Erkekler yetişkin sayılmak için o iktidarın peşindedirler. Kontrol, güç, hem cinsel hem sosyal iktidar... her türlü iktidar birbirinin devamı. Bunu genel olarak reddedip, iktidarsız kalıyorlar. Erkeklik iktidarından vazgeçmeleri çok riskli ki bunun açmazlarını da bir şekilde göstermeye çalışıyoruz.

Bu kadar güçlü bir sevgi ve bağlanma için istemekten fazlası lazım sanırım...
En başta böyle bir şey için geçmiş lazım. Şu anda ikimizin yapabileceği bir şey değil bu mesela. Ortak geçmiş, onların mitolojisi oluyor. Mitoloji şart, sürekli bahsedecekleri, referansta bulunacakları, o geçmiş, bu işin harcını oluşturuyor.

Ama sadece dünde değiller, bugünleri de aynı lezzette...
Aynen... Hayatın basit insancıl yönlerinden keyif dediğimiz o şeyi, bir şekilde kapitalist anlamda, gazetelerin ekleriyle pazarlanan kültürden çok, gerçekten o insancıl şeylerden, insanın temel şeylerinden, yemekten, beraber vakit geçirmekten, beraber yürümekten falan keyif alıyorlar.

Yemek özellikle önemli galiba…
Evet, çok önemli... Bunun insancıl tarafının yanında yaşadıklarına dair kanıt gibi bir anlamı da var. Yaşadıkları yenilgilere karşı ya da moralleri bozulduğunda bir şeyler yiyorlar. Çünkü insan, özellikle kendini ölüme yakın hissettiğinde ya da başına kötü bir şey geldiğinde yaşamı hissetmek için bir şeyler yapmak istiyor.

“Basit şeylerden zevk almaya başlayınca aşık olduğumu anlıyorum” diyor kitapta Ender... Şatafatlı ritüeller değil de en sıradan şeyleri birlikte yapma isteğini aşkın delili sayıyorlar...
Aşk, sevgi dediğimiz şey, iki kişinin diğerlerini dışlamasıdır, ortak bir dünya geliştirmeleridir zaten.

HERKESİN BİR AİLEYE İHTİYACI VAR

Peki bütün bu durumun kendisi, büyümeyi istememe, lisedeki birlikteliği tekrar yaşama isteği… Patolojik bir şeyden bahsetmiyoruz değil mi?
Patolojik olması için farkında olmamaları lazım bence. Yaptıkları şeyin farkındalar, sadece böyle bir yöntem bulmuşlar.

Hayatın karşısında bir oyun sanki!
Gibi... Burada şöyle bir şey var; herkesin bir aileye ihtiyacı var. Bu aileyi klasik anlamda; karı-koca- çocuk, çekirdek aile bağlamında düşünmeyip, en yakın birisini bulmak olarak görürsek... Bu bir ihtiyaç; herkes kendi ruh ikizini arar, çok yakın olacağı birilerini ister. Her yaptığını affedecek, affedeceğin, derdini anlatacağın, yanında susabileceğin birini istersin... Bu bazısı için annesi olur, bazısı için babası ya da kızı olur, oğlu olur, karısı olur, sevgilisi olur... Kitapta da zaten iki erkek tek bir erkek gibi. Bir elmanın iki yarısı gibi birbirini tamamlıyor. Bir kadın için belki ideal partner ikisinin birleşimi olabilir, öyle bir tasarım da var kitapta. Her iyi roman gibi soyut bir fikri de karşılıyor. Velhasıl bu büyümeme isteği bu ilişkinin temelini oluşturuyor. O olduğu için bu ilişki bu şekilde devam ediyor. O olduğu için erkeklik iktidarından vazgeçebiliyorlar. O olduğu için bu tip bir şey kurabiliyorlar. O şey patolojik bir şeyden çok insani bir tercihin sonucu gibi duruyor.

Bu iki adam arasındaki duyguya aşk dememiz isabetsiz olur mu peki?

Aşk dediğimiz şey bir insanın tüm hayatını beraber geçirmek istediği insansa bu bir aşk. Bu kadar geniş tanımlarsak tabi. Ama cinsel bir aşk var mı? Yok. Bunlar bir taraftan karı koca gibi de. Belli rolleri oynamak zorundalar aile oldukları için. Genel olarak bunların hepsine aşk diyebiliriz.

BİRÇOK ŞEYİ CİNSELLİKLE AÇIKLAMAK KOLAY

Bir erkek ve bir kadın arasında yaşansaydı bu ilişki belki bizi bu kadar etkilemeyebilirdi. Filmin temel sorusunu sorayım yeri gelmişken; ilişkilerde insanlar arasında bir sınır var mıdır?
Oradaki “Sınır var mıdır?​” sorusu, “Elimizdeki kalıplar ya da sosyal alışkanlıklarımızdan gelen tanımlama biçimlerine sığdırmaya çalışmak doğru mudur?​” aslında... Çünkü burada bu ilişkiyi farklı kılan şu; bunlarda ciddi bir arkadaşlık var ama aralarında cinsel bir çekim yok, ilişki de yok gizli ya da açık. Ne kadar görüyorsak o kadar bu iki karakter arasındaki çekim. Belki bir kadınla erkek arasında cinsellik olmadan böyle bir dostluk anlatsa o da ilginç olabilir. Çünkü birçok şeyi cinsellikle açıklamak kolay. Bu, biraz soyut da bir fikir, cinsellikten soyutladıktan sonra nasıl oluyor meselesi yani...

Bir sürü “olmaz” var filmde. En yakın arkadaşının doğumuna tanıklık ettiğin kız kardeşine aşık olamazsın. İki erkek bu kadar yakın zaten olmaz. İki erkeğin aynı kadına aşık olması hoş olmaz, olursa da onların araları bozulmalıdır. Bu kızın bu adamlardan birine aşık olması beklenir, olmaması da bir enteresandır. Dolayısıyla hiç bir yol ayrımında klişeyi seçmemiş bir hikâye...
Romandan kaynaklanıyor tabii bu.

Bu tercihleri fantastik buluyor musun?     
Sosyal olarak böyle bir şey mümkün. Ankara’da geçmesi de bununla çok ilişkili. Ankara’da böyle bir şeyin olabileceğini düşünüyorum, çünkü bu adamlar İstanbul’un o genel rekabetçi, keskin, o hoşumuza gitmeyen taraflarına bulaşmamış adamlar. Bence bir fantezi değil.

ALTERNATİF ERKEKLİK İNSANİ UMUDUMUZ

Aynı kadına âşık olmalarına rağmen birbirlerini rakip görmemelerini nasıl algılamalıyız?
Onların da düzeni o aile. Asla kız arkadaşları alternatif bir şey olarak görmüyorlar, belki de o durumla yüzleşmekten korkuyorlar. Gönüllü olarak iktidarsız olma hikâyesiyle kol kola gidiyor bu durum.  İnsan belli durumlarda en kolayını seçer. Bunların açısından da hayatlarındaki en önemli şey o dostluk. Çok erdemli insanlar oldukları için değil de hayatlarındaki en güçlü şeyi bozmamak için böyle bir şeyden kaçınıyorlar. Belki de onların kötücül tarafları budur, bir kötücül taraf olmalı insanda...

Bu arkadaşlıkta bir üçüncüye yer yok herhalde!
Evet, mesela Fikret var ama “onlarınki bir başka”... Şöyle bir şey var; bu karakterleri idealleştirip, kuyruklarına da çok takılmak istemiyorum. O yüzden filme tavrım biraz mesafeli. İster istemez onların da açmazı var çünkü; onun için adı “çaresizlik”. Böyle bir ilişkinin mümkün olduğunu, alternatif erkeklik meselesinin önemli olduğunu düşünüyorum. İktidarı reddeden, mümkün olduğunca bizim o alıştığımız anlamda bütün o maçoluk hallerine bulaşmamış erkekliğin… Bence fantastik değil ama özel koşulları var. Bu karakterlerin başına gelen özel koşullar gerçekleştiği zaman böyle şeyler olabilir. Bu da bizim insani umudumuz.


GENÇ SİNEMACILAR ZAMANIN RUHUNU YANSITACAKLAR
 

90’larda gençliğini yaşamış şimdi de sinema yapan bir kuşak var, senin de aralarında yer aldığın… Pek çoğu ikinci filmini çekti ya da çekiyor. “Yeni Sinema Hareketi” de biraz bu ekibin üzerinde yükseldi…

El yordamıyla yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Doğal olarak bir dayanışma ihtiyacı hissettik. Bu kuşağın gençliği, 90’larda geçti, 12 Eylül sonrasına tam denk gelmedi. Politikadan korkmayan bir kuşak bizimki. Belki filmlere kısmen yansıyor ama daha çok yansıyacağını düşünüyorum ben. Bizden üst kuşaktaki abilerimiz, ablalarımız birer bağımsız adacık gibidir. Hepsi kendi başına, kendi tırnaklarıyla kazıyarak bulundukları noktaya gelmişlerdir. Bizse bazı konularda dayanışma içindeyiz, öyle olmaya çalışıyoruz. Bazıları eksiklik olarak görüyor ama farklı alanlarda farklı tarz filmler yapılıyor olması bence çok değerli. Biçimsel özellikli birliktelikleri zorlama buluyorum. Belki bir süre sonra bu gençlerin yaptığı filmlerin zamanın ruhu anlamında belli bir tutarlılığı ve sözü yansıtacağını düşünüyorum.

Genel olarak umutlusun Türkiye sinemasının geleceğinden sanırım…

Evet, üretime devam edileceğini düşünüyorum. Özellikle Kürt sinemacıların, kısa filmcilerin ve Alman kökenli Türklerin kısa filmlerinin çok çarpıcı ve güçlü olduğu gördüm.

Neden?

Ötekiler daha konformist bir yerden bakıyor. Diğerleri kötü demiyorum ama bir çeşitlilik var. Yeni damarlar geliyor. Bir zaman sonra uzun film de yapacaklardır. İşte bizim kuşak da var… Bunların hepsi farklı ama hepsinde büyük bir sinema yapma arzusu var.

ÖNCEKİ HABER

‘Greve hazırız’

SONRAKİ HABER

Erdoğan’dan 2023 masalları!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa