Sendikal hareket nereye gidiyor (3)
Emek Partisi’nin düzenlediği “Sendikal Hareketin Dönüşümü ve Sendikaların Yeniden İnşaası” başlıklı konferansın son oturumunda “sendikalar ve siyaset ilişkisi” tartışıldı.Sendikaların siyaset üstü politika anlayışının eleştirildiği sunumlarda, sendikal dönüşümün en önemli ayakla
Sendikaların siyaset üstü politika anlayışının eleştirildiği sunumlarda, sendikal dönüşümün en önemli ayaklarından birinin sendikaların politika yapması olacağı dile getirildi.
Oturumun çerçeve sunumunu yapan Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan, “Sendikaların, ülkenin tüm sorunları karşısında söyleyecek sözleri olmalı ve emek güçlerini bu politikaların sahiplerinin karşısına dikmelidir” dedi. Siyaset dışı sendikacılık anlayışının 1950’lerde Amerika’dan getirildiğini ve Türk-İş’in “siyasetler üstü sendikacılığı” ilke yaptığını hatırlatan Çaralan, “Peki acaba siyaset dışı bir sendikacılık var mıdır?” diye sordu. Çaralan, tekelleşmenin arttığı, borsa, döviz ve faiz üçgeninin ekonomi politikalarını belirlediği, IMF’nin ülkedeki toplusözleşmelerin sınırlarını dahi çizdiği günümüz koşullarında siyaset dışı sendikacılığın mümkün olmayacağını ifade etti: “Hak-İş’i örnek alalım. Sorsak politika dışında olduğunu, sendikal bir çizgi izlediğini söyleyecektir. Ama gerçeğine baktığımızda aslında tam bir hükümet sendikasıdır. Hükümeti destekleyen arka bahçe olarak ifade edilir. Ya da Türk-İş yönetiminin ağırlığını oluşturan kesime bakarsak hükümetle birlikte hareket ettikleri halde kendilerini siyaset dışı sayıyorlar. Gerçekte ise bunun mümkünatı kalmamıştır.”
SENDİKALAR NEREDE SİYASET YAPACAK?
Sendikaların varlığını sürdürebilmek için politika yapması gerektiğini belirten Çaralan, bunu da ancak toplumun dinamik güçlerini harekete geçiren, üyelerini sermaye partileri karşısında güç oluşturacak bir mevzide yapabileceklerini söyledi. Çaralan, “Bir sendikal dönüşümden bahsedilecekse, bunun en önemli ayağı sendikaların politika yapmaları olacaktır. Asıl soru politikayı nerede yapacaklarıdır” dedi.
Sendikaların, örneğin sosyal güvenlik yasasında taraf olmasının yeterli olmadığının görüldüğünü anımsatan İhsan Çaralan, şöyle devam etti: “Çünkü politika meselesi bir bütünlük meselesidir. Sendikalar, işçi sınıfı partisinin çizgisi doğrultusunda onunla paralel hareket etmiyorsa politika yapması zordur. Bu meselenin önümüzdeki dönem önem kazanacağını söyleyebiliriz. Örneğin anayasa tartışmalarında en az sesi çıkan kesim sendikalardır. Kürt sorunu konusunda herkes bir şeyler söylerken birkaç sendikanın genel kurulundaki açıklamalar dışında sendikalar sessizdir. Oysa hem görüşlerini açıklamaları hem de kendi güçlerini ortaya koyarak tutum almaları gereklidir.”
Sendikaların 1970’lerde olduğu gibi hem işçilerin güvenini kazanarak hem de işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesini örgütleyerek sermayenin saldırılarına karşı koyabileceğini vurgulayan Çaralan, “Ülkenin tüm sorunları karşısında sendikaların söyleyecek sözleri olmalı ve emek güçlerini bu politikaların sahiplerinin karşısına dikmelidir. Sınıfın partisi bunu bir çağrıyla yapabilir ama sendikalar bunu işçilerini eğiterek yapmalıdır. İşçilerle tartışılması ve onlarla politika yapılması gereklidir. Seçimlerde bile tavır koyulamıyor. Sendikalar en azından destekleyemeyeceği partileri açıklamalıdır” diye konuştu.
SERMAYE EMEKÇİLERİ SİYASETTEN UZAKLAŞTIRIR
Prof. Dr. İzzettin Önder, sendikaların işçilere politik, sınıfsal eğitim vermesi gerektiğini, bu yapılmadığı zaman emekçilerin ulus, din, ırk söylemleriyle mücadeleden uzaklaştırıldığını söyledi. Önder, sermayenin ideolojik aygıtları aracılığıyla emekçileri siyasetten uzaklaştırdığına dikkat çekti: “Devlet denen organı ikiye ayırırsak bir devlete hâkim olanlar ki bunun için mücadele yapılır. Bunu kazanan devletin baskı araçlarını kullanır. Yargı, yasama, yürütme gücünü kullanır. Ama bunlar kullanılmadan önce ideolojik aygıtlar kullanılır. Politika, medya, cemaatçilik, eğitim, kültür kullanılır. Sermaye bizi tüm bu mekanizmalarla aldatır yoğurur ve dolayısıyla siyasetin ana dokusundan uzaklaştırır. Biz de mücadele ettiğimizi zannederiz. Neden 50 yıl önce başka türlü sendikacılık yapılıyordu da bugün yapılmıyor? Bu doğaldır çünkü sermayenin organik niteliği değişmiştir. Kapitalist sistem böyle işler. Dolayısıyla hakim olmamız gereken yer bu organik değişim gerçekleşirken üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutanlara müdahale etmeden, onları tarih sahnesinden silmeden, sermaye bu dönüşümü yaparken bizim sendikal dönüşümü gerçekleştirmemiz zor. Dolayısıyla yapmamız gereken uzun vadeli bir mücadeledir.”
ADAYLARDAN TALEPLERİMİZ OLMALI
Türkiye’nin bir seçim sürecine girdiğini hatırlatarak, emekçilerin adaylardan talepleri olması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Emekçilerden, soldan yana, sosyalist adaylardan neler bekleyebiliriz? Anti-emperyalist olmak, anti-kapitalist olmak... Muhafazakar, liberal, emperyalist koalisyonla birebir mücadele eden bir anlayışımız olmalı. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel sosyal hakların, yurttaşlık haklarının savunulması önemlidir. Kadınların özgürlük mücadelesini kapsayan bir perspektif olmalı. Bir arada yaşamı savunmak çok önemli. Laiklik, cemaat-tarikat ilişkilerinin dışında kalanların yaşadığı ayrımcılığın ortadan kaldırılması, doğaya uyumlu yaşanması gerektiği anlayışına sahip olmalı, her üreticinin tarım yapma hakkını savunmalıdır. Bunların takipçisi olmalıyız” diye konuştu.
Abdullah Levent Tüzel (Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul 3. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı ve Emek Partisi eski Genel Başkanı): Siyaset hayatın her alanında var. Sermaye partileri politikacıları da sınıfı kendi siyasetinden uzaklaştırmak ve kendine bağlamak için olmadık oyunlar yapıyor. Bunun karşısında önce üyelerini, sınıfı, örgütsüz kesimleri uyarması gereken elbette sendikalar olmalı. Avrupa ve Amerika’dan pek çok yerden örnekler verildi. Bizde de TİP örneği var. Bugünse Emek Partisi var. Sınıfın kendi partisiyle sermaye düzenine karşı mücadele içine girmesi gerekiyor. Böyle bir anlayışı hakim kılmaya çalışıyoruz. Bunun karşısında sendikal hareketin içinde hakim eğilimler hep partiler üstü bir sendikacılık. Sendikalar ve emek örgütleri, sınıfın çıkarlarını siyasette temsil edecek bir duruş, bir katılım sergilemelidir. Sınıfın siyasette yer alış biçimi, bu seçimde olduğu gibi, zaman zaman kendi içerisinden adaylar çıkararak, sınıfın adına konuşacak adaylar çıkartarak gerçekleşiyor. Biz EMEP olarak, 12 Haziran genel seçimlerine, AKP’nin uluslararası sistemin ihtiyaçları doğrultusunda işçi ve emekçilerin tüm haklarını yok eden, ülke kaynaklarını yağmalayan, hala tekçi bir anlayışla halkları baskıyla ezen, hiçbir muhalif düşünceye katlanamayan, her türlü özgürlüğe acımasızca saldıran, diktatörlüğe giden iktidar anlayışı karşısında tüm emek güçlerinin, meslek örgütlerinin, Kürt siyasi çevrelerinin, Alevi örgütlerinin, çevre örgütlerinin, kadın hareketinin, gençlik mücadelesinin bir araya geldiği geniş bir halk bloğuyla girmek çabası içinde olduk. Gelinen noktada bu çalışmalar Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloğu olarak şekillendi. Mutlaka düzen partileri parlamentoda yer alacak ama emekçilerin, barışın demokrasinin ve özgürlüklerden yana halk güçlerinin temsilcileri olarak bizler de yer alacağız. Orada bir kürsü oluşturacağız. Şimdi sınıfın karşısında, halkın karşısında kimleri aday gösterdiği belli olan sermaye partileri var. Bunun karşısında da sınıfın bağımsız adayları olma iddiasında olan bizler varız. Tabii ki Süleyman Çelebi gibi bir konfederasyon başkanının CHP’den değil bu bloktan aday olmasını isterdik. Ama şimdi görüyoruz ki düzen partileri sendikal alandaki bazı isimleri aday göstererek bir kez daha sınıfı kendine bağlamak, işçi ve emekçilerin kafasını karıştırmak istiyor. Sendikaların, sendikacıların kendi adayları etrafında kendi politikaları ve çıkarları için bu seçimlere müdahale etmesi gerekiyor. Blok çalışmalarında biz bu adresi açıkça söyleyemeyiz ama talepleri sıralarız diye samimi duygularını ifade ettiler. Artık bu noktadan sonra üyelerine temsil ettikleri üyelerine açık adres göstermeliler. Bloğun bağımsız adaylarının yanı sıra blok gücü olarak hareket eden Emek Partisi 44 ilde bloğun desteklediği listelerle seçimlere giriyor. Programımız, taleplerimiz, seçim bildirgemiz ortada. Barışın, anadil hakkının, özerkliğin, ortak yaşamın temsilcisi olarak Türkiye’yi bekleyen tehlikeler karşısında umut işçi sınıfındadır diyeceğiz. Sınıfın ana gövdesini kucaklamak, bütün unsurlarıyla buluşmak için önümüzde görevler var. Biz gelin bu görevleri birlikte yapalım diyoruz. Tek kaygısı işçi sınıfının iktidarı olan, bütün halk güçleriyle birlikte demokratik, bağımsız, gerçekten laik, ayrımsız eşit haklara sahip bir toplumu bir ülkeyi yeniden inşa etmek olan bir partiyiz. Şimdi bu mücadelenin merkezinde olma zamanıdır, zaman sınıfın safına gelme zamanıdır. ORTAK DİL OLUŞTURABİLMELİYİZ Prof. Dr. Mehmet Türkay: Sosyalist partilerin sendikalara bakışlarında sorunlar var. Bu olabilir. Ama bu ilişki nasıl sürdürülecektir? Sınıfın dönüştürücü aktör haline gelmesinin koşulları var mı? “Sermaye kendi suretiyle bir dünya yaratıyor” diyor Marks. Bugün de durum budur. Tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir ama son 30 yıldır bu tek taraflı akıyor; sermaye belirliyor. Böyle zamanlarda sosyalist hareketler kendi içlerine kapanıp kendilerinden beklenilen refleksleri gösteremez olmuştur. Birbirimizle konuşurken ortak bir dil oluşturulması önemli. Önümüzdeki seçimler bunun geliştirilmesine bir zemin olabilir. Sendikalar bu meseleyi önemle ele almalıdır. Anlamak önemlidir; anladıktan sonra etkileşim kurabiliriz. Siyasi partilerin ayrılıklar değil benzerlikler üzerinden hareket etmesi birliği sağlayacaktır. Siyasi olarak bir güç iseniz varlığınız bir şekilde daha açık ve görünür hale gelir. Bugün yaşadığımız süreç muhafazakarlığın sağlamlaştırıldığı ve muhafazakarlıkla liberalliğin AKP nezdinde konsolide edildiği bir dönem ve karşımızda yeni bir 2. Cumhuriyet ve resmi ideoloji inşası var. Bu tamamıyla kapitalizmin restore edileceği anayasa projesi, sendikalar buna karşı çıkmalıdır. Ortak dili bulup o dil üzerinden işçi sınıfı ile ilişkiye geçmek zorunludur. GÜÇLÜ SENDİKALAR İÇİN İŞÇİ SINIFI SİYASALLAŞMALIDIR Atilay Ayçin (Hava-İş Genel Başkanı): Güçlü sendika yaratmakla günü birlik sorunlara çözüm yaratan sendikaları birbirinden ayırmak gerekiyor. Günü birlik sorunları çözebilirsiniz ama güçlü olmanızın ölçütü ne? Sınıfı temsil etmektir bunun ölçüsü. Sınıfla ne kadar içiçesiniz? İşçiyi ne kadar kendisiyle ilgili sürece dahil ediyorsunuz? Söz ve karar sorumluluğu ne kadardır buna bakmak gerekir? Çok iyi toplumsal sözleşme imzalayan sendikalar var. ama acımasız ve güçlü iktidarlar karşısında bir anda bu hakların bertaraf olduğunu yaşayan bizleriz. Bu sefer kazdığımız siperlerde bırakın yeni haklar almayı onları korumanın derdine düşüyoruz. Onun için güçlü sendikaları yaratmanın yolu sınıfın siyasallaşmasıdır. Bu olmazsa mücadelenin bir yanı eksiktir. Sermayenin ısrarla iktidarda olma hırsı boşuna değildir. Çünkü o iktidarda olmanın toplumların yönetimesinde ve biçimlendirilmesinde ne kadar önemli bir aygıt olacağını çok iyi biliyor. Toplu sözleşmelerimizi siyasal zemine çekmek zorundayız. Özelleştirmeye sesiz kalacaksın, seçimler yapılacak tercihlerin nasıl olmasıyla ilgili görüş bildirmeyeceksin, ekonomiyle ilgili hiçbir görüş dile getirmeyeceksin, cumhurbaşkanı tartışmasına, Kürt sorununa, öğrencilerin sıkıntılarına sırtını döneceksin... Biz toplu sözleşmelerde önümüze konulan model içinde sendikacılık yapıyoruz. İşçilerle siyasal hiçbir bağımız yok. Önümüze siyasal iktidarı koymak zorundayız. Örneğin TÜSİAD çıktı sermayenin anayasası altında kendi sınıfsal taleplerini koydu ortaya, bu tarafta emeğin anayasası olarak ortaya konulan bir şey var mı? Var mı partimiz, birebir bağımız var mı? Taşeronu kim kaldıracak? CHP mi? Eğer CHP işçi sınıfının umudu olduysa vay bize. Eğer sen 12 sendikacının, ortak adaylarımız şudur diye verdiği isimleri listene bile koyma cesaretini gösteremiyorsan sen taşeron sistemini kaldıramazsın. HERKESİN PARTİSİ OLMAK MÜMKÜN DEĞİL Yrd. Doç. Murat Birdal: Sendikaların yapabileceği sistem içerisinde bölüşümü, paylaşımı düzenlemek, emeğe doğru fazla bir aktarım sağlamak mıdır? Sendikacılığı öyle tanımlıyorsak, bu tip bir sendikacılığın yapabileceği son derece sınırlı. OECD’nin ‘Bir Bakışta Toplum’ raporu yayınlandı. Ülkemizin çok ciddi büyüdüğü bir dönemi görüyorsunuz. Başbakan’ın seçim sürecinde övünerek anlattığı bir büyüme sürecinden bahsediyoruz. Ama birçok kalkınma kriteri bakımından Türkiye OECD ülkelerinin en sonunda yer alıyor. Mesela yaşam süresi en kısa, bebek ölümlerinde OECD ortalamasının 4 misli kadar geride. Afrika ülkelerinin bir kısmının standartlarının altında yaşıyoruz ve bu bize iyi olarak sunulmaya çalışılıyor. Bu büyümeden benim payıma düşen nedir, sorusunu sormak da son derece abes kaçıyor? Bizim payımıza düşenin ne olduğu belli. Erdemir, kriz önlemi olarak, ücretlerde üçte bir oranında kesintiye gideceğim ama işçi çıkartmayacağım, demişti. Sene sonunda rekor seviyede kar açıkladı ama ücretleri eski haline getirmedi. Yaşadığımız sıkıntı budur! Sistem içerisinde çözüm üretmek olanaksızdır! Dolayısıyla sendikalar siyasallaşmak zorundadır. Nasıl bir siyaset üretilecek? Bugün baktığımızda CHP şöyle bir söylemle ortaya çıktı; “Herkes için CHP!” Nasıl olacak bu? Bir tarafta tersane de son derece güvencesiz koşullarda çalıştırılan işi var, diğer tarafta ben başka türlü çalıştrırsam işimi kaybederim diyen patron var. CHP her ikisinin de partisiyim diyor, bu olamaz! Yeşilçam filmlerinde Hulusi Kentmen’in oynadığı bir patron tipi vardır. Böyle bir patron tipi o zaman da yoktu, bu zamanda kesinlikle yok. Herkesin partisi olmak, işsizliğin bu denli büyüdüğü ortamda herkesle diyalog içerisinde politika üretmek imkânsız.