Çelik nesil
Bu yazının amacı eğitim sistemi üzerine ortaya atılan projeleri ortaya koyup ne yapılması gerektiğini söylemek olamaz muhakkak. Belki de ne yapılmaması gerektiğine dair kafa yormak gerektiğinden ilk adım olsun diye Türkiye tarihinin çelik bir kuşağına şapka çıkartmaya çalışmak… Saygıyı hakediyorlar çünkü.
En son bazılarını Ankara'da YÖK önünde gördüğümüz çocuklar bunlar. Bu gençler üniversite sistemine nasıl dahil oldular? Filmi biraz geriye saralım, hangi sınavlardan geçtiklerini hatırlatmak için durup bir nefes alalım. 90'larda 8 yıllık temel eğitim reformu, üniversite sınav sisteminde kolej ve Anadolu liselerini kayıran AOBP uygulaması, ardından 2000'lerde sayısız reform önerisi nasıl özetlenebilir?
Basitçe bakıldığında üniversite sistemine katılmayı isteyen her genç, o yaşlarda nasıl bir gelecek isterlerse istesinler sonraki yıl nasıl kriterlerle ölçüleceklerinden emin olmadan adım atmak zorunda kaldı. Sistem güven vermedi. Yapılmaya çalışılan her reform belirsizliği arttırmanın ötesinde fazla bir anlamda kazanmış sayılmaz. Arada çalınan soru kitapçıkları, iptal edilen sınavlar, kopya skandalları gibi öğrenciler ve hükümetler, bürokratlar arasında güvensizliği körükleyen gelişmeler de oldu. Ayrıntılandırmaya gerek var mı, bunca sınav içinde belirsizlik ve güvensizlikten başka körüklenen ne oldu?
80 ile 90 arasında Türkiye'de doğmuş gençlerin hikâyeleri özetle böyleydi. Bu durumun kötü yanları kadar iyi yanları da oldu. Bu çocuklar belirsizlik altında karar almayı çok iyi öğrendiler. Kocaman yapı içinde yerlerini hazmetmeyi, mütevazı adımlar atmayı, stresle başa çıkmayı anlamak zorunda kaldılar. Bu nesil gerçekten kıymetli bir nesil... Sadece başardıkları ya da ürettikleri yüzünden değil, var oldukları için. Sadece yaşadıkları coğrafya için değil, tam da doğu ile batının ortasında, dünya için öğrendikleriyle belki faydalı olabilirler.
Bizler, bu kuşağın birer parçası olarak üniversitede kamusal hizmet vermek için direndik. Getiri götürü hesabı yapıldığında bile para kazanmak, mal mülk sahibi olmak ya da şöhret yerine bilim insanı olmayı tercih ettik. Belirsizlik içinde kalmayı, kaygıyı ve stresi kısa süreli mutluluklara tercih ettik.
Doktora yapmak insanlığın birikimine mütevazı bir katkı yapma uğraşıdır. İçinde yaşadığımız toplum yapısı ne olursa olsun hangi çağda yaşıyor olursak olalım özünde bu böyledir. Şimdi asistanlar olarak oyunun son perdesinde, finalde artık yaşlarımız genç olmaktan orta yaşlılığa giderken, bunun için zamanımız daralıyorken, yine belirsizlikle ve gelecek kaygısıyla karşı karşıyayız. İstanbul Üniversitesi'nde işten atılma durumuyla yüzleşen arkadaşlarımız için uğraştık ve kazandık. İTÜ'lü arkadaşlarımız için yakın zamanda aynı şeyi tekrar yaptık. Gözüken o ki yine de belirsizlikten yorulduk. Gerçekten artık tezlerimizi yazmak istiyoruz. Bunun için Ankara'nın bir tepesinde sabahlamaktan da yılmıyoruz, uzun toplantılara katılıp üniversite sisteminin yükünü omuzlarımızda taşımak da pes etmemizi sağlamıyor.
Evet, sanki daha fazla saygı bekliyoruz. Aceleci kararların üniversite sistemini bir anda değiştiremeyeceğini de bildiğimiz için, karmaşık sorunların basit, çoğunlukla çoktan seçmeli cevaplardan fazlasını hak ettiğini yaşayarak gördüğümüz için, faydası zararı tartışılır tasarılar altında ezilmeyi de kabullenmiyoruz. Endişemiz kendimiz için olduğu kadar içinde yer aldığımız üniversite sistemine dair. Bir kuşağı daha da önemlisi onların akademik birikimleri kadar zorluklar içerisinde biçimlendirdikleri iradelerini daha iyi anlamak, eğer üniversite sistemi değişecekse, bu değişiklikleri onlara karşı değil onlarla birlikte yapmak, onlara güvenmek gerektiği için…
Çelik bir nesil bu… Ayakta duruyor, boyun eğmiyor ve anlaşılmayı hak ediyor. Bu Türkiye'de son otuz yılda görev yapmış tüm hükümetlerin boynunun borcu gibi gözüküyor. Haksızlıkla karşılaştığında bile kopamadığı, hizmet etmekten vazgeçmediği Türkiye akademisinin güveni, çeliğe su vermek, üniversiteye daha fazla kamu kaynağı aktarılmasının ötesinde nedir ki?
*İstanbul Üniversitesi
Evrensel'i Takip Et