08 Mart 2013 10:51

Kapitalizm çocuk mültecilerle kalkınıyor

Çağlayan’daki Afgan ve İranlı işçiler barınağı andıran evlerde yaşıyor. Evlerinde görüştüğümüz işçilerin en büyüğü 17 yaşında. Fason ve merdiven altı üretimin hüküm sürdüğü Çağlayan’da, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen Türk, Kü

Kapitalizm çocuk mültecilerle kalkınıyor
Paylaş
Ercüment Akdeniz

Fason ve merdiven altı üretimin hüküm sürdüğü Çağlayan’da, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen Türk, Kürt ve diğer halklardan işçiler çalışıyor. Son yıllarda, Çağlayan’ın cadde ve sokaklarında yeni yüzler belirmeye başladı. Kimi çekik gözlü kimi ise siyah deriliydi yeni gelenlerin; Özbekler, Afganlar, Moğollar, İranlılar, Afrikalılar ve diğerleri…

Daha düşük ücrete razı oldukları için ‘İşçi piyasasının düşmesine neden olan’ bu insanlar acaba nasıl yaşar? Ne yer, ne içer, ne düşünürler? Bu soruların peşine takılarak, diğer ülkelerden gelen gurbetçi işçilerle temas kurmaya çalıştık. Birkaç kapıdan çevrildikten sonra nihayet kendimizi bir grup Afganlı gencin ‘barınağına’ davet ettirebildik. Bu davetin gerçekleşmesinde İşçi Derneğinden Vahiyettin arkadaşımızın hakkını teslim etmek gerek. Çünkü bu davet, Türkiyeli olmayan işçiler için, güçlü bir güven duygusu olmadan gerçekleşemiyor.

Afgan gençlerin kiraladıkları yer evden çok izbe bir sığınağı andırıyor. Bunlara bekar odaları deniyor. Ranza ve döşeklerin bulunduğu küçük bir odaya sıkışan gençler, kışı burada geçiriyor. Elektrikli sobayla ısınan odanın aksine, rutubet kokan diğer odalar adeta buz kesiyor. Bu ‘konfor’un aylık ederi ise 500 lira! Afganlı gençlerin evinde televizyon yok. Çok istiyorlar, ama alamıyorlar. Akşam yemekleri, genellikle işyerinden arta kalan öğle yemekleri. Bu yemekleri dökmeyip onlara verdiği için doğrusu patrona şükran duyuyorlar!

“Yıllarca parklarda yattım. İnsanlar bana yardımcı oldu, yemek yardımlarıyla yaşadım. En önemli şey başını koyacak bir yerdir, güven içinde yaşamaktır” diyor Ali Ahmad. O sadece 17 yaşında ve 6 aylık kırık Türkçesiyle konuşmaya devam ediyor; “İnsan gibi çalışmak istiyoruz, bağırılmadan, ‘Hadi, hadi’ diye zorlanmadan”.

MÜLTECİ ÇOCUKLAR, ÇOCUK İŞÇİLER

Afgan gençler, aslında Türkiye’ye İran’dan kaçarak gelmiş mülteciler. Hakkari-Yüksekova üzerinden dağları aşarak, kaçakçılarla birlikte Türkiye’ye girmişler. Önce Birleşmiş Milletlere bağlı yurtlarda kalmışlar. Zaten BM’ye bağlı “Mülteci” ve “Sığınmacı” belgesiyle geziyor ya da çalışıyorlar. Evde kalan Afgan gençlerin en küçükleri 15, en büyükleri ise 17 yaşında. Sığınmacı ve mülteci olarak üstelik bu yaşta çalışmaları hiç de kolay değil. Bunun yolunu onlara gösterenler var! Sürekli yapılan mülakatlarla kaldıkları süreyi uzatabilirler. Bunun için “Annem çok hasta” gibi gerekçeleri öne sürmek yeterli olabiliyor. Bu hakkı kazanmaları, onların en kötü koşullarda çalıştırılması ve suistimal edilmesi için de bir başlangıç oluyor. Sığınmacı gençler, 18’ine geldiklerinde yurttan atılmakla ve ülkesine geri gönderilmekle yüz yüze kalıyor. Bu nedenle 18’ine kadar çok yoğun ve her tür çileye katlanarak çalışmak zorundalar. Çünkü onları geldikleri yerde bekleyen, beş parasız ve aç aileler var. Böylece yerkürenin doğusu ve güneyi, batıya ve kuzeye sadece göç değil çocuk işçiler de göndermiş oluyor. Kapitalist pazarlar çocuk mültecilerle kalkınıyor!


‘SANKİ YERİN DEĞİL HAVANIN ÇOCUKLARIYIZ’

Afgan gençlerin ve ait oldukları kabilelerin oldukça dramatik bir yaşam serüveni var. Onlar kendilerine “Hazer” diyor ve Şii inanca mensuplar. Duvara Hz. Ali’nin kılıcını çizmişler. Afganistan’da Taliban güçleri, kendisinden olmayanları katliamlarla yok etmeye başlamış. Ve Şii Hazerler kitleler halinde İran’a göç etmiş. Ama Şii olmaları İran’da mutlu yaşamalarına yetmemiş. Çünkü Hazeri olmaları nedeniyle ayrımcılığa uğramışlar. “Afganistan Şiileri kesti, kalkıp İran’a geldik. İran’da da ayrımcılığa uğradık. Yani hiç kimseye yaranamadık” diye bu durumu anlatıyor Ahzani. İranlılar için eğitim parasız olduğu halde Hazerler için paralıymış. Hazer gençler futbol kulüplerine bile kayıt edilmemiş. Bu kez göç dalgası Türkiye ve batı ülkelerine doğru yol almış. Afgan gençler İsviçre’ye, Danimarka’ya, Amerika’ya, Hollanda’ya sığınan arkadaşlarını daha şanslı görüyorlar. BM’nin daha iyi davrandığını belirtiyorlar. Türkiye onlar için sadece şanssız bir durak. Avrupa ve Amerika’nın göç yollarında yaşamını yitiren on binlerce insanı gözü buğulu anıyorlar.

'TÜRKİYELİ İŞÇİLER İYİ, KARDEŞLİK ÇOK GÜZEL'

Çeşitli ülkelere dağılmış arkadaşlarıyla sosyal medya üzerinden görüşüyorlar. İran’da bütün bunlar yasak. “Ne İranlı, ne Afgan ne de Türkiyeliyiz. Bir yeryüzüne ait değil, sanki havaya aitiz” diyor Ahzani.

İran’da etnik ayrımcılık olmasına rağmen ücret verilirken böyle bir ayrımcılık yaşanmıyormuş. Ama Türkiye’de, yerli işçilerden daha fazla çalıştıkları halde çok daha düşük ücret aldıklarını söylüyorlar. Bunun için Türkiyeli işçilere değil işverenlere kırgınlar. “Türk ve Kürt işçiler bize karşı çok sıcak ve iyiler, Kardeşlik çok güzel” diyor Ali Ahmad. Ütücülük işi yaptıklarını ve buradaki işçilerin kendilerini çok iyi karşıladıklarını söylüyor.

TÜRKÇE BİLEN ŞANSLI

İşçilerden gelen ciddi bir sorunla karşılaşmamışlar. Bir tek en küçükleri elinden yaralanmış, o da bir tinerci saldırısından. Dil bildikçe sorunlar biraz daha çözülüyor, ücretler de artıyormuş. Türkçeyi öğrenen işçiler pazarlık yapmaya başlıyormuş. Sohbetin ortasında gerçekten İranlı ve üstelik pasaportu da olan Kassoum aramıza katılıyor. Pansiyonda aylık 200 liraya bir odada kalıyormuş. Hayat dolu gözleriyle hem bizi süzüyor hem de Afgan arkadaşlarıyla kardeşçe gülüyor. Çağlayan’da kurulan derneği soruyoruz, haberleri olmadığını anlıyoruz. “Öyle bir yer mi var? Bu çok güzel, hep geliriz” diyorlar. Dernekten işçi arkadaşlar da onları kahvaltıya davet ediyor.

GELECEK NEREDE?

Hemen iki adım ötede, bir eğlence merkezi olan Taksim’i soruyoruz.“Taksim çok para” diyerek cevap veriyorlar. Biri, “Ailemi buraua getireceğim” diyor. Biri, “Para biriktirip ailemin yanına gideceğim, İran’da yaşayacağım” diyor. Bir diğeri ise “Burada çalışıp İran’daki ailemi besleyeceğim, en iyisi böyle devam etmek” diyor. (İstanbul/EVRENSEL)


(Fotoğraf: Bahadır Kılıç)

ÖNCEKİ HABER

Ferhat Encü: Zamanlama bile hesaplı

SONRAKİ HABER

Bu kan dursun, barış olsun

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa