11 Mart 2013 13:23

AKP-Cemaat ilişkisinin sırrı: Rant coşkusu

Hükümetin cemaatlerle ve özel olarak ‘cemaat’le ilişkisi AKP tarihinin yılmaz bir bileşeni... Sadece ‘cemaat’ denildiğinde bile hangi cemaat olduğunu açıklamaya hacet yoktur. Genel bir cemaat kavramı, gizli bir şifre gibi özel bir cemaat kıvamına ve politik tartışmaların ortasına girmiştir. MİT krizinden Ergenekon ve Balyoz dava

AKP-Cemaat ilişkisinin sırrı: Rant coşkusu
Paylaş
Arif Koşar

Yazar İhsan Eliaçık’la hükümetin dış politikasından cemaatlerle ilişkisine kadar gidiyoruz. AKP ile ortak tarihsel mirası paylaşan (ya da reddeden) bir isim olarak Eliaçık’la; hükümetin ‘muhafazakar’ kesimlerle ilişki biçimini, cemaatleri, AKP’nin iktidarını sürdürmek için kullandığı argümanları konuşuyoruz. Bunlar belki çeşitli biçimlerde söylendi. Ancak hem ‘içerden’ hem de ‘dışarıdan’ ve eleştirel söylenmesi ayrıntıları arttırıyor.

Son ittifaktan başlayalım. Farklı geleneklerden, açıkçası İslamcı ve sol çizgiden örgütlerin içinde bulunduğu NATO ve Patriot karşıtı bir birliktelik oluşturuldu. Siz de içindesiniz…
NATO’ya karşı, emperyalizme karşı eylem birliği. Amacı bir eylemler dizisini yapmak. Antikapitalist Müslümanlar da var. Ben de bu ilişkiyi bir yazar olarak destekliyorum.

Hükümetin Suriye politikasını da eleştirerek…
Dolaylı olarak ilgili. Suriye’ye müdahaleye karşı çıkanlar değil sadece. Bugün Suriye, yarın İran ya da başkaları… Türkiye’nin dünyada anlamsız ve işlevsiz kalmış NATO’nun içinde kalmasının manasının kalmadığı bir durum söz konusu. Direkt bir NATO karşıtlığı söz konusu.

Türkiye Suriye’ye müdahale tartışmalarında en önde yer alıyor. Hatta bayraktarlığını yapıyor. Muhafazakarlar, Suriye’deki gelişmeleri Irak ve Afganistan’dan farklı mı değerlendiriyor?
Suriye’de Türkiye’nin tarihsel gücü ve muhafazakarların da Osmanlıcı ruhu okşanarak oraya müdahale etmek isteniyor. ABD taktik değiştiriyor.  Irak, Afganistan ve Libya’ya direk müdahale ederken Suriye’ye Türkiye üzerinden müdahale etmek istiyor. Bu işi Türkiye üzerinden yapmaya çalışıyor. Türkiye’yi fişekliyor. Suriye’ye komşu olması, uzun süreler PKK’ye destek vermiş olmasından dolayı laik kesimleri kışkırtmaya çalışıyor. Muhafazakarları da “Suriye zaten Osmanlı ülkesidir. Bizim şehirlerimizden birisi sayılır Şam. Bunu yapacak olan da sizsiniz” diyerek hazırlamaya çalışıyor. Yeni Osmanlıcılığı okşuyorlar. Bunlar da bu trene binmiş durumda.

Afganistan ve Irak işgalinde Türkiye’de kitlesel tepkiler oluyordu. Elbette henüz Suriye’nin işgalinden bahsedemeyiz. Ama camilerde cuma namazı çıkışında mitingler, eylemler oluyordu. Bu süreçte neden olmuyor? AKP’nin iktidarda olmasından mı?
Tabii hükümet politikasıyla ters düşmemek için. Hükümet ABD ve İsrail tarafında yer alıyor. İslami cemaatlerin büyük bir bölümü de hükümete bağlanmış durumda.

Nasıl bağlandı?
İş-ihale verilerek.

Tamamen ticari diyorsunuz.
Şu anda cemaatlerin çoğu hükümetten yararlanıyor. Kimisine vakıf arazisi veriyor, kimisine bina… Cemaatlerin ileri gelenlerin birçoğuna iş veriliyor. TRT’den yandaş medya kuruluşlarından. İhaleler alıyorlar ve bu işleri yapıyorlar. Eğer muhalefet ederlerse neması kesilecek ve işinden olacaklar.

Böyle doğrudan bir ilişki var mı?
Tabii… Nemalanmaya başlayanlar hükümete karşı yumuşuyor. “İyi işler yapıyor” diyorlar. Bizim böyle bir şeyimiz olmadığımız için sallama konuşuyoruz, eleştiriyoruz. Eleştirmeye de devam edeceğim.

Cemaat kadrolarına çeşitli biçimlerde iş dağıtılıyorsa farklı cemaatler arasındaki dengeler gözetiliyor mu?
AK Parti bir koalisyon. Bir sürü cemaat var. Oy karşılığında onlara bakanlıklarda yerler dağıtılıyor. Petrol istasyonlarından tut da, kamu binalarının yapımına, TRT’de programdan ihalelere kadar… İşleri sürekli onlar yapıyor. İşin nereye geldiğini anlamak için şu örnek yeterli: Anadolu Ajansına bir sürü cemaatten yetişmiş kadroyu doldurdular. Anadolu Ajansı Suriye için kermes yapıyor. Devlet kuruluşu… Kermes yapar mı?

Olacak iş değil.
Adamın vakıflarda hayatı kermes yapmakla geçmiş. Bildiği başka bir şey yok ki. Bu sefer de Anadolu Ajansında kermes yapıyor.

Eski alışkanlık.
Evet, aynı tarzı sürdürüyor.


Hangi cemaatler var bu (AKP) koalisyonda?
En büyüğü Fettullah Hoca grubu. Onlar bayağı bir kadro halinde, milli eğitimden emniyet teşkilatına kadar. Genç savcı, genç öğretmen ve bürokrat olarak bir yerlere atanıyor. Ak Parti hükümeti 30-40 yıllık İslamcı yetişmiş kadroları bürokrasiye, belediyeye taşıyor. Şu anda Türkiye’yi bunlar yönetiyor. Süleymancısından, Nurcusundan eski radikal İslamcısına kadar hepsi şu anda bürokrasiye taşınmış durumda.

Böyle çok fazla tarikat, cemaat ilişkisi var mı buralarda?
Hepsi var. Dışarıda kimse kalmadı.

Kimse mi kalmadı?
Bir iki cemaat belki olabilir. Ama yüzde 90-95’i trene binmiş durumda.

Trene binmeyen bir iki isim var mı? Mesela şu cemaat gibi…
Benim bildiğim yok.

Hepsi hükümetle ilişkili mi?
Vazife olarak da görüyorlar. “Şimdi desteklemeyeceğiz de ne zaman destekleyeceğiz” diyorlar. Mesela bazılarıyla konuşuyoruz. Adam hükümeti mi savunuyor, iktidar sayesinde elde ettiği konumu mu savunuyor? Hızlı bir Tayyip Erdoğan taraftarı kesilmiş durumda. Ben onunla konuşurken neyi savunduğunu bilemiyorum. Erdoğan’ı savunuyormuş gibi görünüyor ama nemasını savunuyor. Bunlarla 10 yıl önce 10 yıl sonra ufkundan iktidar değerlendirmesi yapılmazdı. O yüzden şöyle bir şey söyledim: AKP’yi gönülden savunan bir insan görmek isterim. O taraftakilerin çoğu aslında kendi rantını savunuyor. Çünkü iktidar bunu sağlamış. Kentsel dönüşüm. Bu kadar bina yıkılıyor, yapılıyor. Bunu kim yapıyor?

Muhafazakar kesim, “AKP’yi desteklemezsek kaba laikçi CHP gelecek. CHP’nin gelmesindense AKP kalsın” diyerek de desteklenmiyor mu? Yani sadece rant ilişkisi mi?
İktidarda kalmanın argümanları bunlar. “CHP gelirse eski baskı günlerine dönülür” deniliyor.

Böyle bir argüman var yani…
Olmaz olur mu? AKP’yi ayakta tutan bu… Ama bu karşılıklı. CHP de bundan nemalanıyor.

O da “şeriatçılar gelir” diyor.
Tabi. AKP’ninki Melih Gökçek stratejisi. Yüzde 70 milliyetçi muhafazakar oylara talip olmak. Yüzde 30 önemli değil. Onlar sol oy zaten…

Peki, CHP’nin içindeki muhalefete rağmen bir ileri bir geri ama yumuşayan söylemleri…
Bu CHP’yle zor. Silinmez ve kazınmış bir geçmişi var. İnönü, tek parti, camilerin kapatılması, ezanın Türkçe yapılması, böyle bir iki laf yetiyor. Camilerin ahır yapılmasına dair resim gösterdi Başbakan. Bilinç altına girmiş. Köklü bir biçimde CHP değişecek ya da üçüncü bir alternatif olacak. Üçüncü alternatif daha doğru…

Ben sözünüzü kesmiştim. Neden camide, Cuma namazları sonrasında eylemler olmuyor?
Eylem yapan grupların hükümetin yörüngesine girmesinden dolayı. Eylem yapılırsa hükümet kızacak. “Hem adamlara iş veriyoruz hem de eylem yapıyorlar” diyecekler. Veya “Bizim aleyhimize topluluklar içinde yer alıyorlar” diyeceğinden dolayı korkuyorlar.

Cemaatin belli kadroları için böyle ama tabandaki cemaat üyesi böyle bir çıkar ilişkisine girmemiş durumda. Onların tepkileri?
Cemaatin ileri gelenleri tepki kararı almayınca, tabanda bulunan da içine atıyor ve eylem yapmıyor.

Yani, henüz böyle bir kopuş söz konusu değil.
Adamlar Patriot dikiyorlar. ABD’de olsa bile ABD’li savaş karşıtları tepki gösterir. Ama bu Türkiye gibi Müslüman bir ülkede, diğer bir Müslüman ülkeye karşı konuşlandırılmasına bir ses çıkmıyor. Bunun vicdanları rahatsız etmesi gerekir. Biz bunu gösteriyoruz. İtiraz ettik, eylemler devam edecek. Ama şu anda ikbal günleri yaşıyoruz. İkbal, rant günleri, “Protestonun zamanı değil” diye düşünüyorlar.

Tabii açıkça ifade etmeden.
İçlerinden böyle geçiriyorlar. Halet-i ruhiye bu.


“Mukaddesatçı milliyetçi gelenekle hesaplaşıyoruz” dediniz. Ne anlama geliyor bu hesaplaşma...
Dolmabahçe’ye NATO karşıtı yürüyüş yapıldı. Bu sembolik bir şeydi. Dolmabahçe’de Deniz Gezmiş’ler 6. Filo askerlerini denize döktüler. Camilerde toplanan milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakar gençler 6. Filoyu taşlayanları taşladılar. Bu Müslümanlar için utanç dolu bir geçmiştir. Redd-i mirasta bulunmak lazım. Biz geçen sene 1 Mayıs’ta bunu yaptık. Kıldırdığım cenaze namazında bunu söyledim. Deniz Gezmiş’in mirasını savunanlarla yan yana geldik.

Redd-i miras derken… Siz de onun bir biçimde devamcısı olduğunuz için mi reddi miras?
Gençlik olarak oradan geliyoruz. Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar… Biz ‘70’li yıllarda sağcı olmayı reddetmiştik, şimdi de kapitalist olmayı da reddetmek gerekiyor. Biz sağcı değiliz diyorduk. Sağcı değil de nesin? Sağcı olmadığın kapitalist olmadığın anlamına gelmiyor ki. Biz kapitalizmi reddediyoruz.

Bu kopuş hangi tarihe denk geliyor?
Milli Türk Talebe Birliği, Necip Fazılcılar, Müslüman, mukaddesatçı, milliyetçi gençler  aynı grup içindeydi.

Henüz ayrışma olmamıştı.
Adalet Partisinden Milli Selamet Partisinin doğuşuyla sağcılık reddedildi. Sağcılığa mesafe konuldu. “Zaten solcu değiliz de sağcı da değiliz.” Milliyetçi mukaddesatçı çizgiden de ayrılıyor. Müslümanız. Fakat bu devletçi olmadığın kapitalist olmadığın anlamına gelmiyor. Ama zaman içinde gördük ki, sağcılığı reddetmek kapitalizmi reddettiğin anlamına gelmiyor. Bir Müslüman da kapitalist olabiliyor. Biz sağcı da değiliz ama kapitalist de değiliz. Antikapitalist vurgusu bunun için. Diğerleri zaten 2002’de iktidara geldi.

Kendilerine sağcı demeyenler.
“Ne sağ ne sol tek yol İslam” yazardık. “Sol da olmayan sağ da olmayan model nasıl bir şey” dendi ama sonra bir abdestli kapitalizm ortaya çıktı.
    
Antikapitalist vurgusu 2011 1 Mayısından önce de vardı herhalde… Bu kopuş süreci nereye denk düşer sizin açınızdan?
Zihniyet olarak baktığın zaman 1979-80’lerde duvarlara “sınıfsız, sınırsız İslam toplumu” diye yazardık. O zaman ülkücü çevreler de yeşil komünist derdi bize. “Dışınız yeşil ama içiniz kızıl.” “Ne demek sağcı değiliz, Müslümanız” diye bize kızarlardı. “Bu laflar ne” derlerdi. Bunlar Akıncılar içinde olan bazı gruplardı. 1992 yılında Devrimci İslam diye bir kitap yazdım. Bu kitap boyutunda ilkti. Ama teorik kaldı. Biz yöntem meselesine vurgu yapardık. “Bu işler devrimle olur, particilikle falan olmaz” derdik. Devrimcilik daha çok ona vurgu olurdu.

Erbakan’ın dediği kanlı mı kansız mı tartışması gibi mi?
Erbakan gibi demokratik yolla mı, halk hareketiyle falan mı? Bu tartışmaları yapardık. Şimdi 2002’den itibaren bunlar iktidara geldi. Takke düştü kel göründü… 2003 yılında Zaman gazetesinde hükümete yönelik ilk eleştirilerim görülebilir. Biz yavaş yavaş muhalefete başladık. 2008’in başlarından itibaren daha yüksekten eleştirmeye başladık ve böyle bir sürece girdik.

Devrimci Müslümanlar dediğiniz grupta değildi AKP. Çünkü Refah Partisinin içinde. Oradan bir ayrışmanız vardı.
Yönteme dair bir ayrışmaydı. “Siz bu partiyle İslam devleti kuramazsınız, düzene entegre olursunuz.” Biz muhalefetlerini eleştiriyorduk, 2002’de iktidar oldular, iktidarlarını eleştiriyoruz. 20 yıldır muhalefetteyiz.


CEMAAT BİLİNCİ VAR

Oslo sürecinden sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yargılanması gündeme geldi. Savcılar görevden alındı. Cemaatle hükümet arasındaki çatışma bir kez daha gün yüzüne çıktı. Genel olarak cemaatin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülen cemaati, kitlesel gücü bana göre yok ama kadro gücü olan bir harekettir. Yani Fettullah Hoca parti kursa hüsran olur ama kadrosu var. Ne demek kadro? Yani bürokrasi. Öğretmenler ordusu, hukukçular vb. şu anda devlete taşındılar. İster istemez ne oluyor? Bir odak haline geliyor. Bir cemaat bilinci var zaten. Devlet içinde bürokratik kavga oluyor.

Nedir paylaşılamayan?
Bir grup. Tarikat çatışması…

Cemaatin çıkarına uymayan nedir? Nasıl bir farklılık var?
Ayrı cemaat olmanın kendisi zaten bir kavga sebebidir. “Senin adamın değil benim adamım olacak.” Tayyip Erdoğan kendisinden daha güçlü bir ekibin olmasını istemez. Tabii cemaatler başka bir yerden yönetiliyor. Bir iş yapılsa başka türlü düşünüyor. Devlet dediğimiz şey bin tane odası olan Bizans sarayıdır. Zaten 5 yüz yıldır Bizans devletidir. 500 odalı Bizans sarayı gibidir, her bir odası 40 odalı Bizans sarayı gibidir, her odasında da 40 tane fırıldak çevrilir. Devletin klasik aygıtlarını değiştiren bir siyaset yok. Kendi ekibini yerleştirenlere siyasi hareket bile diyemeyiz.

Peki ya Abdullah Gül… ABD, Erdoğan’a alternatif olarak kullanabilir de deniyor. Kesin bir şey söylemek mümkün değil ama sizin öngörünüz nedir?
Ben AK Partinin bölünerek parçalanarak Türk siyasi hayatından çekileceğini düşünüyorum. Şu anda böyle bir şey görülmüyor. Çünkü yoğun rant günleri yaşanıyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiştir. Ne Ecevit döneminde, ne Demirel, Çiller, Menderes… Yani muazzam bir rant coşkusu içindeler. Ben muhafazakarlarda rant coşkusundan başka bir şey göremiyorum.  Suriye’ye girmek bile rant coşkusu. “Firmalarımız oraya girecek, Suriye’yi yeniden inşa edeceğiz, inşaat yatırım yapacağız, ooo malı götüreceğiz.” Böyle bir dönemde parçalanma söz konusu olmaz. Ama bir doygunluk olacak, ondan sonra kaçış ve bölünme de söz konusu olacak. Abdullah Gül’ün pozisyonu ne olur şimdilik bir şey söyleyemem. Ak Parti cemaatler koalisyonundan oluşuyor. Yani en küçük bir nema kesintisi ve ranttan yoksun olma durumunda birbirine gireceklerdir. Bunun kesin olduğu söyleyebilirim. (İstanbul/EVRENSEL)


Fotoğraflar: Ezgi Görgü

ÖNCEKİ HABER

Kendi üniversitemizi kuruyoruz

SONRAKİ HABER

Barışa taraftar olalım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...