16 Mart 2013 14:12

Tüpünden çıkan macun geri girmez

Tunus ve Mısır’da meydana gelen devrimlerin üzerinden iki yıl geçmesinin ardından, dönemin toplumsal coşkusu yerini derin bir düşünceye bıraktı. Duygu hali yerini, yaşanılan olayların daha serinkanlı bir şekilde analiz etme durumuna bırakması gerekir. Kuşkusuz, hiç kimse iktidardan indirilen diktatörlere, bozguna uğratılan zorbalara

Tüpünden çıkan macun geri girmez
Michel Rogalski

ÖNGÖRÜLMEYEN DURUMLAR

Bu sosyal olaylar elbette bir parantez içine alınabilecek kadar basit değildir. Oyunun sona erdiği anlamına gelen düdüğü çalma ve kazanılan son partiyi de alkışlama hiç kimsenin şahsi iktidarına bağlı değildir. Benzer sosyal isyan sürecini yaşayan diğer toplumlar yumuşak başlı olmamışlardır ve eskiden yüreklerine kazılan korkuları da artık kalmamıştır. Çünkü yaşanılan korku yer değiştirmiştir. Tüpünden çıkan diş macunu tekrar yerine konulamaz. Ancak, tüpün ayaklar altına alınmayacağı anlaşıldıktan sonra, atalet, intikam almaya susamışlık hali ve geri planda, gölgede kalan tutkuların, özgürlüğün kazanıldığı ilk zamanlarda, aksi yönde pıhtılaşma ihtimali de vardır. Bu durumda, kültürel ve stratejik bir alanın evrim geçirme geçici sürecinde meydana gelen olayları yeniden düzenleme ihtiyacıyla birlikte, tetikte olma zamanı artık gelmiştir. Geçen iki yıllık sürede, Ortadoğu’da her şey alt üst olmuştur. Toplum dağılma riski geçirmiş, devrim süreci içten darbe alma riskiyle karşı karşıya kalmış ve dış etmenler etkisi altında zaman akıp gitmiştir. Var olan toplumsal eğilimler ve sosyal sorunlar teyit edilmiştir. Arap - Müslüman coğrafyasında bütünsel olarak evrim geçirme ihtiyacı sınırlarından taşmıştır. Batı Afrika’da bulunan Mali bölgesi de bu durumdan etkilenmiştir.

İSLAMCILAR ÇİFTE AVANTAJDAN FAYDALANDILAR

Despotlar halkın hayatından çekildi. Bundan sonraki toplumsal yapılanmalarda müdahil olma manevra kabiliyetiyle birlikte, toplumda sosyal inşa zamanı başladı. Halkın varını yoğunu en çok kaybettiği bir zamanda politik sıfat kazanan toplumlar ortaya çıktı. Özü itibariyle sivil toplumda siyasal rekabet için gerekli olan, ama uygulamada, iktidar aygıtına bağlı, neredeyse tek tip üretim bandı sonucunda kurulan siyasal partilere iktidar alanı sağlandı ve bu partilere faaliyetlerinde tolerans tanındı.

İslamcı güçler, uzun zamandan beri, bu durumdan faydalanarak toplumsal kontrol mekanizması elde etmiş, toplumsal yaşantı açısından hassasiyet arz eden dini faaliyetleri karşılamada yetersiz kalan devletin zayıflığından siyasal çıkar sağlamıştır. İslamcı güçler, kısa bir sürede, çok önemli siyasal rol üstlenme yeteneğine sahip olarak, organize olmuş tek bir toplumsal güç sıfatıyla ortaya çıkmıştır. İslamcı güçler, ayrıca, konjonktürel olarak meydana gelen çifte avantajdan faydalanmışlardır. Bu avantajlar; iktidardan alaşağı edilen baskıcı rejimlerin kurbanları olma durumu ve en başında Suudi Arabistan ve Katar’ın yer aldığı, siyasal İslam’ı destekleyen yönetimlerden gelen uluslararası mali destek şeklindedir.

SİYASİ MÜCADELE EŞİT ŞARTLARDA VERİLMEDİ

Arap Baharının önemli etkilerinden biri olan, iktidarın devredilmesi için önerilen seçim yapma alternatifi Selefiler tarafından elin tersiyle reddedilen, şiddete başvurulması yolu gösterilen Müslüman Kardeşler’in merkez kurduğu bölgede meydana gelen bu toplumsal dalga kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Şeriatın temel prensiplerini bütün toplumsal katmanlar üzerinde uygulamaya geçirme isteği yönünde her iki sosyal oluşumun hedefi çok yakın durmaktadır. Danışma kurulları kısa sürede organize edilmiş, organizasyon sürecinde temel teşkil eden sosyal yapı olarak yasama erki kurulmuştur. Alınan sonuç her yerde aynı olmuştur: Laik, ilerici ve özgürlükçü güçlerin zayıf kalan atılımı, vatandaşların aman dilediği “İslamcı” dalgalar.

Bir yandan yapılandırılmış sosyal organizasyon, diğer yandan da toplumsal bölünme ve dağılma veya arzu edilen sonuçlara varmayı sağlayan sosyal anarşi durumu. Sonucu önceden hedeflenmeyen, ancak,  toplumsal ciddi kaygılardan beslenerek yürütülen, eşit şartlarda verilmeyen siyasal bir mücadele. Bugün ortaya çıkan sosyal durum, kökleri derinde olan bir geçmişten ilhamını almaktadır. Bu durum, Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen siyasal evrim sürecinin geçirdiği onlarca yılda yaşanılan siyasal olayların günümüze yansımasını vermekte ve uygulanan yaptırımları göstermektedir.


Arap-Müslüman coğrafyası, Ortadoğu, bir kaç on yıllık süre zarfında, zulmün en kötü türevlerini yaşamıştır. Yaygın özgürlük hareketlerinin baş göstermesiyle, ulusal inşa olaylarının meydana gelmesiyle,  antiemperyalist duyguların yoğun olarak yaşanmasıyla bilinen bu coğrafya çok sayıda savaşa sahne olup, yıkımlar yaşamıştır. Özgürlük hareketleri hep bastırılmıştır. 50’li ve 60’lı yıllarda meydana gelen olaylarda önemli roller üstlenen ilerici güçler ve Marksist oluşumlar, günümüz şartlarında bölgede yükselen değer haline gelen, çağın gerisinde kalmış ve dine dayalı saltanat sürdüren yönetimler tarafında şiddetli baskılara maruz kalmış, esas düşman olarak gösterilip, hedef seçilmiştir. Siyasal ve köktenci İslamcı yönetimler, bölgeye gelen Batılı güçlerden daha çok Arabın ölümüne neden olmuştur. Mevcut siyasal panorama, meydana gelen dini-etnik çatışmaların önemli bir kısmını gösteren sosyal bir şema üzerinde organize edilen yeni iktidar hattı okuması yapılan eski panoramayla yer değiştirecektir. Bir türlü dengesinde durmayan bu sosyal durumla, bugün bölgede yaşanılan çatışmalara fazladan değer atfedilmiş ve diğer kıtalardan bölgeye bakıldığında, toplumsal talepler daha az görünür hale getirilmiştir.


ARAP BAHARI ZULMÜN KALBİNDE ORTAYA ÇIKMIŞTIR

Bu coğrafya, yaygın olarak, siyasi ve askeri müdahalelerin yapıldığı, sınırların yeniden belirlendiği bir alan olmuştur. Bazen zayıf düşen yönetimlerin silah namlusunda öfkesini kustuğu ve varlıkları kabileler arasındaki iktidar mücadelesine bağlı olan, ticari faaliyet ve sözleşmelerin kırılgan halde olduğu bir barış sürecinin gölgesinde gelişme kaydettiği her yerde bu böyle olmuştur. Irak ve Libya, bölgesel zorbalar ile işbirliği yapan çıkar düşkünü iş adamları tarafından yağmalanmıştır. Somali, adam kaçırma ve korsanlık faaliyetleri yürüten çetelerin insafına bırakılmış, iflas etmiş bir devlettir. Sahel bölgesi, çevresini saran sefalet okyanusu dikkate alınmaksızın, yüksek düzeyde güvenliği sağlanmış kaynakların yer aldığı bazı küçük adalar üzerine dikkatlerin toplanacağı, istikrarın olmadığı geniş bir alana dönüşmek üzeredir. Bu bölgede emperyalizm, kaos ve İslamizm, yaşayan halklara büyük felaket getirmek üzere, at başı hüküm sürecektir. Arap Baharı hareketi işte bu zulmün tam da kalbinde yer almaktadır. Bu hareket, bölgedeki iktidarların yeni otoriter türevleri ve bu türevlere eşlik edip, gittikçe daha da artan şiddet uygulamalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Baskıcı yarı askeri milis kuvvetleri Mısır’da olduğu gibi, Tunus’ta da sahneye çıkmışlardır.

Milis kuvvetleri, halkın yüreğine korku tohumları ekmekte ve bireysel özgürlüklere saldırı yaparak, kamusal alanlarda yeni bir sosyal düzen dayatma denemesi yapmaktadır. İran’daki bazı uygulamalarda olduğu gibi, faaliyetlerinde dinsel prensiplerden referans alan toplumsal ahlak komiteleri kurulmuştur. Tunus’ta sol kesimin liderlerinden birine düzenlenen siyasi suikast ile birlikte yeni bir eşik daha aşılmıştır. Bu suikast ile verilen mesaj gayet açıktır: Toplumun ilerici kesimini oluşturan tabakanın, ister sandık başında olsun, isterse güç kullanmak suretiyle olsun, İslamcı bir yönetimin iktidara gelme zamanı geldiğinin ve “Arap Baharı” kavramının hemen unutulması gerektiğinin anlaşılması lazımdır. Bir süreden beri aynı model Fas’ta, Sudan’da, İran’da, Türkiye’de ve Körfez ülkelerinde uygulamaya konulmaktadır. “Arap halk isyanlarının” istenilen sosyal model yönünde seyretmesi amacıyla uygulanan baskılar sert olmuştur.


HİÇBİR KOMPLO, TOPLUMSAL DALGAYA SET ÇEKEMEDİ

Hiçbir analist, Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali ve Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimleri gibi otoriter rejimlerin, bu coğrafyadaki siyasal yaşantının geleneksel şemalarına pek de uygun düşmeyen tarzda, kısa sürede çökebileceğine dair öngörüde bulunduğunu iddia edemez. Bu toplumların peşinden gittiği hiçbir liderin olmayışına, bir partiye veya, herhangi bir devrim programının uygulanmamasına, kitlesel düzeyde mücadele verenlerin bir arada örgütlenmemesine rağmen olaylar bu şekilde gelişmiştir. Despotların ülkeyi terk etmesi ve halkın aşağılandığı baskıcı döneme son verilmesi için sadece bir slogan ve toplumsal bir arzu yeterli olmuştur. Bu yönetimlerin hiç biri, üzerine doğru gelen toplumsal fırtınayı görememiştir. Hiçbir komplo, yükselen sosyal dalgaya karşı set çekememiş ve olayların yönünü değiştirememiştir. Bu rejimler çökmüştür. Çünkü bu baskıcı yönetimlerin sonu gelmiştir. Korku artık yer değiştirmiştir. Baskı araçları iktidar sahiplerini yerlerde sürükleyerek,  halkların yararına olacak şekilde, geleceğe yönelik çalışmıştır.

Çeviren: Nizamettin Karabenk