23 Nisan 2013 10:33

Güvencesizlik tüm dünyada

İşçi sınıfı hareketi, sorunları ve mücadele deneyimleri üzerine kafa yoran akademisyenler geçtiğimiz günlerde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde bir araya geldi. Sosyal Araştırmalar Vakfının (SAV) düzenlediği “Güvencesizlik ve Mücadele Deneyimleri” Sempozyumu, sınıf ve sınıf hareketine dair önemli tar

Güvencesizlik tüm dünyada
Paylaş
Arif Koşar

Sempozyumda güvencesizlik kavramı, işçi sınıfına yönelik hak gaspları, güvencesizliğin çeşitli alanlardaki yansımaları (kadın, sakat –katılımcı özellikle bu kavramı öneriyordu-, Kürtler ve LGBT işçiler), işçilerin yaşamındaki diğer alanlara etkileri, uluslararası işçi hareketinin deneyimleri, Türkiye’de sendikalar ve örgütlenme mücadeleleri gibi konular ele alındı. Tartışmalar hem sınıfa dair akademik tartışmaların kısa bir özetini sunması hem de sınıf hareketinin akademi dünyasındaki yansımalarını izlemek açısından faydalı oldu. Burada sempozyumda dikkat çeken ve öne çıkan bazı konuları yansıtmakla yetineceğiz.


GÜVENCESİZLİK TARTIŞMALARI

Sempozyumda dikkat çeken sunumlardan birisi Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Oğuz’unkiydi. Özellikle taşeron çalışmanın alabildiğine yaygınlaştığı son 10 yılın en sık kullanılan kavramlarından birisi üzerinde duruyordu: Güvencesizlik. Tabii taşeronlaştırma ve sadece taşeronlaştırmaya indirgenemeyecek güvencesizlik; Türkiye’ye özgü değil. İngiltere ve özellikle İtalya’da ‘güvencesiz’ çalışanların ayrı bir sınıf oluşturduğu yönünde yeni teoriler de üretiliyor. Bu teorilerin popüler kavramı ise; prekarya... Akademi yeni kavramları elbette sever. Ama sorgular da. Oğuz’un sunumu bu kavramı ve güvencesizlerin ayrı bir sınıf oluşturduğu iddiasını sunumunda derinlemesine sorgulayarak eleştiriyor.

Prekarya kavramı Precarious (güvencesiz) ile proletarya sözcüklerinin bileşiminden türetiliyor. Doç. Dr. Oğuz bu kavramı savunanlardan Guy Standing’in yaklaşımını örnek veriyor. Standing beş toplumsal sınıftan söz ediyor: Elitler (dünyayı yöneten bir avuç zengin), salariat ya da maaşlılar (Büyük şirketlerde ya da kamu sektöründe tam-zamanlı, güvenceli çalışan ve sayısı giderek azalan grup), vasıflı, yüksek ücretli işlerde sözleşmeli olarak çalışan profesyonel ve teknisyenler (proficians), mavi yakalı işçi sınıfı ve prekarya (güvencesizler). Standing’e göre; prekarya; bütün sınıfların en altında yer alan daha çok kadın, genç, göçmen ve etnik azınlıklardan oluşan bir sınıf...

Doç. Oğuz Standing’in bu yaklaşımını eleştiriyor. Güvencesizliğin ayrı bir sınıf olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Üretim araçlarına sahip olmamanın, emek gücünü sermayeye satmak durumunda olmanın başlı başına güvencesizliğin kaynağı olduğunu vurguluyor. Bazı sosyal güvenlik önlemleri ve sosyal devlet uygulamalarıyla kısa bir süre ‘görünmez’ olduğunu ancak neoliberal politikalarla tüm emekçilerin yaşadığı bir gerçeklik haline geldiğini söylüyor. ‘Prekarya’nın yeni bir sınıfsal tanımlama olamayacağını belirten Oğuz sunumunda şunları ifade etti: “Güvencesizlik, işçi sınıfının çıkarları ile toplumun genel çıkarları arasındaki somut çakışma ve potansiyel direniş noktası haline gelmiştir. Ancak bu potansiyelin gerçekleşmesi, işçi sınıfının ve toplumun farklı kesimlerinin etkileşimi ile mümkündür. Tam da bu nedenle ‘proletarya karşı prekarya’ kurgusuna, işçi sınıfı içinde varolan bölünmeleri mutlaklaştırıp dondurduğu için karşı çıkmak gereklidir.”


GÜNEY AFRİKA’DA COSATU

Sempozyumda dünya sınıf hareketinden aktarılan deneyimler de oldukça önemliydi. Siyasal ve ekonomik talepleri birleştirme konusunda literatüre giren Güney Afrika’daki COSATU deneyimi hakkında Tolga Tören’in sunumu ilgi çekti. Kurulduğu dönemde halk iktidarı ya da sosyalizm gibi hedeflere yaslanmanın yanı sıra apartheid karşıtı direnişin bileşenlerinden birisi olan COSATU, işçi sınıfının demokrasi mücadelesinin önemli örneklerinden birisinin öznesiydi. Ancak apartheid sonrası dönemde COSATU, iktidar olan Afrika Ulusal Kongresinin bir bileşeni olarak giderek ‘demokratik’ iktidarla uyumlu bir sendikal hareket haline geldi. Patron, işçi ve hükümet temsilcilerinin bir arada bulunduğu korporatist sosyal diyalog mekanizmalarıyla ulusal demokratik devrimin ‘ilerletilmesini’; işçi sınıfına ihanet noktasına kadar vardı. Çünkü bu ‘ilerletme’ iktidar için yeni bir sermaye sınıfının yaratılması ya da sermayenin siyahileştirilmesinden ibaretti. Tören, Güney Afrika’da maden işçilerinin mücadelesini sırasında COSATU’nun hükümeti desteklediğini belirtirken eski COSATU yöneticilerinin madenlerin ortakları haline geldiğini ifade etti. Tören, diğer yandan Güney Afrika’daki işçi hareketinin diğer bileşenlerine de dikkat çekiyor. COSATU içinde Afrika Ulusal Kongresinden çekilmeyi savunan görüşlerden doğrudan işçi hareketine dayanan örgütlenmelere kadar bir dizi oluşumun da COSATU’nun bürokrasisine, patronlara ve hükümete karşı mücadele ettiğini kaydetti.


SINIFIN BİRLİĞİ KİMLİKLERİ İNKAR ETMEZ

Sempozyumun bir diğer önemli tartışması ise işçi sınıfının içindeki farklı kimliklerdi. Kimlik tartışması başlı başına tehlikelere açık. Çünkü postmodern yaklaşımlar; toplumdaki farklılıklardan yola çıkarak toplumsal ve sınıfsal bütünlüklerin mümkün olmadığını kanıtlamak üzere kimlik kavramını o kadar çok kullandılar ki... Buna göre toplumda sınıf yoktu, olsa olsa etnik, dini, cinsel, kültürel kimlik ve tercihler vardı. Elbette sınıf hareketinin sorunlarını tartışan bir sempozyumdaki platform bu değildi. Ama konuyla ilgili oturumda ister ister söz buraya geliyordu. Bu konuda Doç. Dr. Metin Özuğurlu’nun yaptığı üstü kapalı eleştiri ve açıklama ise önemli bir katkı oldu: “Güvencesizlik yaygınlaştıkça işçi sınıfının türdeşliği artıyor. Bu işçi sınıfı içinde farklı kimliklerin olmadığı anlamına gelmiyor. Kadın, engelli, etnik köken ya da cinsel tercih. Bunlar elbette var. İşçi sınıfının türdeşliği ve bütünlüğünden bahsedilmesi bu kimliklerin inkar edildiği anlamına gelmiyor. Sınıf denilince farklı kimliklerin yok sayıldığı iddia ediliyor. Oysa türdeşlikle farklılık çelişmez. Farklı kimlik ve özgünlükleri kabul ederken sermaye karşısındaki pozisyonun türdeşleştiğinden bahsediyoruz. Eğer bir sınıf hareketinden bahsedilecekse farklılıkları kabul etmek ama fetişleştirmemek gerekir.”


KADIN İŞÇİ HAREKETİNDEN BİR ÖRNEK

Görünenin ardındakileri yansıtan önemli bir değerlendirme Fulya Atacan’ın sunumuydu. Atacan, Mısır’da Tahrir Meydanı’nda simgelenen devrimin en temel iki bileşeninden birisinin işçi sınıfının geniş kitlelerinin katıldığı grev olduğunu vurguladı. Mısır’ın 1991 yılında IMF ve DB ile yaptığı anlaşmanın neoliberal birinci dalgayı başlattığını belirten Atacan, ikinci neoliberal dalganın ise 2000’li yıllarda gerçekleştiğini ifade ediyor. İşçi haklarına yönelik saldırılar bir yandan geniş yığınları işçileştirirken diğer yandan da önemli bir mücadele birikimi yaratıyor. İşçi hareketi de sendikal bürokrasiden bağımsız bir yönelime giriyor. Atacan, yeni genç işçi kuşağı ve örgütlenmelerinin fiili işçi hareketine dayanmasını bir olumluluk olarak işaretlerken eksikliklerine de dikkat çekiyor: Siyasete uzak durmaları. Örneğin Mısır Cumhurbaşkanı Mursi diktatörce yasalar çıkartırken onun “gitmesi ya da kalması” bu sendikalar için önemli olmayabiliyor. “Bizi ilgilendirmez, her gelen aynı” yaklaşımının yanında genel olarak işçilerin haklarını tanıyan bir yönetim istekleri öne çıkıyor. Atacan, Mısır’da kadın işçilerin de önemli bir mücadele birikimi sağladığını ifade ediyor. 3 bin kadın işçinin çalıştığı bir tekstil atölyesinde, erkek işçilerin kadınların direnişini şaşkınlıkla izleyerek greve katıldıklarını aktaran Atacan, erkeklerin “Siz gidin biz kalırız” demelerine rağmen kadın işçilerin fabrikada bizzat kaldıklarını ve böyle örneklerin giderek arttığını söylüyor. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Kayseri’de işçiler 'o gün’e hazırlanıyor!

SONRAKİ HABER

Aleviler sürece daha aktif katılmak istiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...