Uykudan uyanmak
Fotoğraf: Envato
Nuri Bilge Ceylan’ı ilk kez “Mayıs Sıkıntısı” ile tanımıştım. Filmi izledikten sonra da, iki yıl önce “Bir Zamanlar Anadolu’da” üzerine yapılan tartışmalar ve “Hükümetin Tabibi” yazıma konu olan mesleki ilişki merakına dek, kendi sınırlı sinema dağarcığımın dışındaki yönetmenler arasına katmıştım. Sabırsız, sürekli değişime dönük, öfkeli ama hep umutlu mizacımla hepsi birbirine benzeyen kasabalardan, birbirinin aynısı yollarla değişmeden geçen ve ilk kez mecburi hizmet yollarında tanık olduğum insanlık hallerinin üzerime boca ettiği umutsuzluk duygusunu bağdaştırmam mümkün olamamıştı. İki yıl önce “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmini izleyip, Çankırı’nın bir köyünde mecburi hizmetini yapan arkadaşımı ziyarete gittiğimde, yol boyu yaşadıklarımı iliklerimde hissedince, bu ilişkinin sonuna bir nokta daha koymak gerekir diye düşünmüştüm. Oysa geçen hafta da “Kış Uykusu” ile ilgili bütün tartışmalar, yazılar ve bir görüntü sihirbazı olduğunu düşündüğüm Gökhan Tiryaki’nin bu filmin görüntü yönetmeni olmasının yarattığı dayanılmaz merak ile filme gittim ve Nuri Bilge Ceylan filmlerine üçüncü noktayı da koyup, bu ilişkinin bitmesine gönlümün elvermediğini kabul etmek zorunda kaldım.
Taş atan çocuğun gözündeki öfkenin, kendi çaresizliğini başkalarının çaresizliğinde boğmaya çalışan kadının, uzattığı paraları ateşe atan babanın gözlerindeki öfkede yansımasını izlemek bile kendi başına bir politik sinemadan beklediklerimi karşılamaya yetmişti. Görsel bir şölenle, bu kez o volkanik coğrafyanın da etkili bir dille oyuncular arasına katıldığı, her oyuncunun verebileceğinin en fazlasını alarak; bazen dışarıdan bir gözle bizi tiyatro izlemeye zorlayan ama sinemanın olanaklarıyla o rahat koltuğun bir köşesine de bizi iliştirip, iki kardeşin can acıtma töreninin yanı başına sokulmamıza, her sözün biraz da bizim canımızı acıtmasına izin veren bir dil tutturmuş bu kez Nuri Bilge Ceylan.
Çoktan teslim olmuş kadınların bir kuş kanadı gibi çırpınışları, atın dizlerinin üzerine çökertilerek teslim alınmasındaki o hiddetten, avdan dönen erkeğin hani adıyla müsemma varoluşunun yarattığı, mahcubiyetini dahi gizleyemediği muzaffer yüz ifadesine uzanan, örtük şiddetin kurbanları olarak yaşadıkları çaresizlik duygusunun zihnimde yarattıkları ile çıktım sinemadan. Ağzımda özgür bırakılan atın, çaresiz yeniden yakalanacağı anın buruk tadı. Şiddetin bitmeyen döngüsü…
Farklı bir duygu, tanıdık bir öfke vardı bu kez ama. Film şaşırtıcı bir şekilde öfkemi bilemişti. Belki “Bir Zamanlar Anadolu’da” da alttan alta sezilen mizahın bu filme hakim olmasından, belki baba ile oğulun gözündeki öfkenin, çaresizliği yenen gücünden…
Yeni bir yönetmen kazandım, kış uykusundan uyandım… Olağanüstü iyi bir ekip çalışmasının yarattığı sanatsal üretimi izlemenin verdiği hazzı yaşattıkları, dünyamı zenginleştirdikleri için de teşekkür borçluyum bu ekibe. Mutlaka izlenmeli, derim!
- İnadına tanıklık 05 Aralık 2024 04:41
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45
- Sistematik işkence 19 Eylül 2024 04:41
- Narin bir çocuk 12 Eylül 2024 04:43
- Savaş hesabı 05 Eylül 2024 05:26