Kader…
Fotoğraf: Envato
Öğrencilerin, hocalarının ardından konuşması, yazması olağandır; ama bir hocanın, öğrencisini sonsuzluğa uğurlayıp, ardından konuşması, yazması hiç de olağan değildir. Maalesef biz çocuklara, gençlere, kıymanın olağan hale geldiği bir ülkede yaşıyoruz. Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Mert Değirmenci ve daha niceleri; son olarak ise Kader Ortakaya…
Diğer çocukları, gençleri ancak canlarına kıyıldıktan sonra tanıyabilmiştim. Kader ise benim öğrencimdi. Son olarak, katledilişinden bir hafta önce görüşmüştük. Haftalardır Suruç’taydı, heyecanla Suruç’ta tanık olduğu mücadeleyi anlattı, tekrar Suruç’a döneceğini söylerken gözlerinin içi parlıyordu. Burs almak için referans mektubu istedi, sanıyorum bu tür işlerini halletmek için kısa bir süreliğine gelmişti İstanbul’a (Ölümünden sonra yayınlanan, ailesine yazmış olduğu mektuptan burs parasını annesinin ilaçları için kullandığı anlaşılıyor). Çok uzun sohbet edemedik, bir süre önce Kobanê’de IŞİD tarafından öldürülen Abdülaziz Ürselendi için yapılacak anma toplantısına katılmak üzere ayrıldı yanımdan.
Kader, tekstil işçisiyken, üniversiteyi kazanmış emekçi bir ailenin çocuğuydu. Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra hem Kalkınma İktisadı hem de Çalışma Ekonomisi yüksek lisans programlarından dersler alıyordu. Ama öğrencilikle yetinmiyordu Kader, bir taraftan siyasi çalışmalar yürütüyor, diğer taraftan da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin ve HDK Emek Komisyonunun çalışmalarına katılıyordu. Bu yıl tez çalışmasına başlayacaktı ve tezi, “İş cinayetlerinin ekonomi politiği” üzerineydi (Arkadaşlarının kolektif bir çalışmayla Kader’in tezini bitirmek istediklerini büyük bir mutlulukla öğrendim).
Kader, ailesine yazdığı mektupta mücadelesinin amacını şu sözlerle ifade ediyordu: “Ben istiyorum ki bütün insanlar özgür ve eşit bir şekilde yaşasın. Hiç kimse bir lokma ekmek, başını sokacak bir ev için ömrü boyunca sömürülmesin. Bunların olabilmesi için de savaşmak ve mücadele etmek gerekiyor.”
Kader, emek sömürüsünün olmadığı, özgür, demokratik bir düzen özlemiyle yürüttüğü mücadelede sadece teorik çalışmalar yapmakla yetinmemiş, pratik mücadelenin de içinde doğrudan yer almıştı. Bu nedenle hemen tüm işçi direnişlerinde, 1 Mayıslarda, Gezi direnişinde ve devamındaki tüm mücadelelerin içinde Kader’i görmek mümkündü.
Kader, gerçek bir sosyalistti. Sömürünün son bulması, işçi sınıfının özgürlüğü için sınıf perspektifiyle yürütülecek bir mücadelenin kaçınılmaz olduğuna inanıyordu. Ama aynı zamanda bu mücadelenin enternasyonal bir anlayışla yürütülmesi ve ezilen, sömürülen, inkar edilen halkların mücadeleleriyle ortaklaştırılması gerektiğini de biliyordu. Kobanê’de IŞİD barbarlığına karşı toprağını, onurunu korumak için yaşamlarını ortaya koyarak mücadele eden Kürt yoldaşlarının yanında olmak istemesinin nedeni de buydu.
Tüm gençler gibi Kader’in de önüne egemenlere biat etmesi, bireysel çıkarlarının peşinde koşturması ve sistemin yeniden üretilmesine hizmet vermesi şartıyla bol tüketim yapabileceği şaşalı bir dünyaya ulaşabilme “hayali” konmuştu. Kader, vadedilen kişisel çıkarlar karşılığında insanlığı, emeği, doğayı sömüren, halkları birbirine düşürerek egemenliğini sürdüren bu sistemin çanağına su taşımayı reddetti. Düzenin kendisine karşı çıkanlara yönelik tehditleri, baskıları da Kader’e diz çöktürtemedi. O tüm bunları bir yana bırakarak doğru bildiği yola; sömürüye, barbarlığa karşı mücadele yoluna gitti.
Eğer bu ülkede çok daha fazla genç onun gibi kendisine, topluma yabancılaşmayı reddedebilseydi ve eğer bu toplum, ancak -kimi zaman marjinal, kimi zaman Vandal, kimi zaman da terörist ilan edilen- bu gençlerin mücadeleleriyle özgürlüğe, aydınlığa, refaha çıkabileceğini bilseydi ve onlara destek olsaydı; o zaman ne Kader’in ne de diğer gençlerin canına kıyılırdı.
Kader’in öldürülmesinin Kader gibi düşünen ve düşündüklerini yaşama geçiren diğer gençlere gözdağı vermeyi amaçladığını düşünüyorum. Ancak Kader’in ardından Türkiye’nin dört bir yanında pek çok gencin onun mücadelesini sürdüreceklerini haykırmasına tanık oldukça gözdağı verme niyetinin ters teptiğini görüyorum. Her geçen gün daha fazla genç, sistemin hayali vaatlerle yönlendirdiği düzenin sınırları içerisine sıkışmayı, kendi çıkarlarını toplumun çıkarları önünde tutmayı reddediyor. Toplumun da artık gençlerine, çocuklarına kıymayı alışkanlık haline getirmiş bir düzende daha fazla karanlığa boğulacağını bilmesi ve bu karanlıktan kurtulabilmek için özgür ve demokratik bir toplum özlemiyle mücadele eden gençlere ve onların mücadelesine sahip çıkması gerekiyor.
- Sözün Özü 13 Mart 2015 01:02
- HDP ve sınıf siyaseti üzerine… 13 Şubat 2015 01:00
- İç Güvenlik Paketi: Sus ve öl! 06 Şubat 2015 01:00
- Metal grevi üzerine 23 Ocak 2015 01:03
- HDK ve BHH birlikteliğine evet ama nasıl? 09 Ocak 2015 00:58
- Hedefteki akademisyenler..? 02 Ocak 2015 00:55
- 2014’ten 2015’e kalan: mücadeleye devam! 26 Aralık 2014 01:02
- Kimin yararı, kimin düzeni? Kamunun mu, toplumun mu? 12 Aralık 2014 01:04
- Sendikalara güvensizliğin kökenleri ve Memur-Sen örneği 05 Aralık 2014 01:04
- Meclis Soma Raporu’nda, çözüm yok aklama var… 21 Kasım 2014 00:58
- İşçi cinayetlerine karşı mücadele, ama nasıl? 07 Kasım 2014 01:06
- Emekçiler ölümlerden ölüm beğenmek zorunda mı? 31 Ekim 2014 01:09