02 Ocak 2015 00:55

Hedefteki akademisyenler..?

Hedefteki akademisyenler..?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 49. TÜBİTAK 2014 Yılı Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri töreninde Türkiye bilim dünyası için -her zaman olduğu gibi- “tarihi öneme haiz” bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Erdoğan şunları söyledi: 
“Düşüncelerinden dolayı bilim insanlarının özgürlüklerini elinden almayı hatta onları sürgüne göndermeyi ilimle, bu toprakların kültürüyle, birikimiyle denk düşürebilir miyiz? Hatırlayalım, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na bir ekleme yaptılar, önemli bir kısmı üniversite hocası olan 5 bin kamu çalışanının işine son verdiler, sokağa terk ettiler. Bunların hepsi yetişmiş profesörlerdi, doçentlerdi. Maalesef on yıllar boyunca ülkemizde bunlar yaşandı. Nasıl ki siyaset bir çerçeve içine alınmak, belli kalıplara belli sınırlara hapsedilmek istendiyse, üniversite, bilim, fikir, eğitim aynı şekilde dar kalıplara dar bir çerçeve içine alınmak istendi. Bakın şu anda dahi, üniversitelerimizde 1940’ların dünyasında yaşayan, o günlere takılıp kalmış, maalesef üzülerek söylüyorum, akademisyenler var. Elbette çeşitlilik olarak, bir numune olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız, ama bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade etmemeliyiz.”
Erdoğan’ın bu konuşmasının alıntılandırdığımız bölümünde, bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanın yapmadığını yaparak, bilim insanlarının özgürlüklerinin ellerinden alınmasını, sürgün edilmesini açık bir dille eleştirmiştir. 12 Eylül darbesinin ardından gelen sivil cumhurbaşkanlarından ne Özal, ne Demirel ne de Sezer ve Gül’ün akademisyenlere yönelik baskılara ve 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile yapılan tasfiyeye yönelik bu kadar net bir eleştirisi yoktur. Ancak Erdoğan, geçmişte akademik özgürlüklere yapılan baskıyı eleştiren sözlerinin devamında, akademinin tamamen kendi ideolojisinin, iktidarının tahakkümüne girmesini istediğini -tehdit içeren bir dil kullanarak- ifade etmekte ve kendisi akademik özgürlükleri alenen ayaklar altına almaktadır. 
Erdoğan, kendi ideolojisini, iktidarını yeniden üretmeye hizmet etmediği için eleştirdiği akademisyenleri, “1940’ların dünyasında yaşayan akademisyenler” olarak tanımlamaktadır. Kendisinin “yeni” Türkiye’sine ayak uyduramamış, halen 1940’lı yıllarda şekillenen “eski” Türkiye’nin ideolojisini yeniden üretmeyi kendilerine vazife edinmiş bir kısım akademisyen olduğu doğrudur. Egemen sistemi (yani kapitalizmi) bütünlüklü analiz edip, toplumsal sorunlara -sistemi de karşısına alan- köklü çözümlemeler geliştirmek yerine sadece içinde bulundukları dönemin egemen ideolojine hizmet eden akademisyenler her dönem var olmuştur. Bunlar ya kapitalizmin dönüşüm süreçlerine -kendileri de dönerek- ayak uydurmuş ya da geçmişi yeniden canlandırmak hayaliyle yollarına devam etmiş ve gerçeklikten koparak, arkaikleşmişlerdir.
Erdoğan’ın konuşmasının bütünü gibi “1940’ların dünyasında yaşayan akademisyenler” tanımlamasının ardından gelen cümle de çelişkili ifadeler barındırmaktadır. Cümlenin başında“bir numune olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız” denilerek “eski” Türkiye’nin akademisyenleri küçümsenmekte ama akademik özgürlükler çerçevesinde olması gerektiği gibi bunlara saygı da gösterileceği söylenmektedir. Ancak cümlenin devamında “…ama bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade etmemeliyiz” denilerek, daha önce küçümsenen bu akademisyenlerden korku duyulduğu ve bunların baskı altında tutulması gerektiği belirtilmektedir. 
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Cumhurbaşkanı’nın 1940’ların dünyasında yaşadığını iddia ettiği akademisyenler, kapitalizmin dönemsel koşulları içinde gerçeklikten önemli ölçüde kopmuş olduğuna göre egemen ideoloji ve dolayısıyla Erdoğan’ın iktidarı için bir tehdit oluşturmazlar. O halde “…bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade etmemeliyiz”sözlerinin ardındaki endişe nedendir?
Erdoğan’ın konuşmasının bütünüyle birlikte değerlendirildiğinde daha da açık olarak anlaşılacağı üzere burada hedefe konulan “eski” Türkiye’nin ideolojisini ve siyasi iktidarlarını yeniden üreten akademisyenler değildir. Burada endişe duyulan ve üzerinde baskı kurulması gerektiği belirtilen, 1848 devrimleriyle tarih sahnesine çıkan ve kapitalist sisteminin dünya için insanlık için eşitsizlik, sömürü, savaş, yoksulluk ürettiğini görerek, kapitalizmin herhangi bir biçimini yeniden üretmek yerine işçi sınıfının, toplumun iktidarını amaçlayan bilimsel sosyalizmi benimseyen akademisyenlerdir. Zira emek sömürüsü, doğa talanı, savaşlar her geçen gün daha fazla insanın yaşamını karartmakta ve bununla birlikte kapitalist ideoloji de giderek meşruiyetini kaybetmektedir. Bu koşullar içinde kapitalist sistemi köklü bir biçimde eleştiren ve kapitalizmin toplum üzerinde, doğa üzerinde yarattığı tahribattaki rolünü gözler önüne sermeyi amaçlayan akademisyenler üzerinde baskı kurulmak istenmesi son derece anlaşılırdır. Bilimsel sosyalizm yolundan yürüyen akademisyenler, zaten kapitalizmin her döneminde egemenler için tehdit olarak görülmüş ve baskı altına alınmaya çalışılmışlardır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı konuşmasında her ne kadar daha önceki baskıları eleştiren sözler sarf etmiş olsa da diğer dönemlerin iktidar sahiplerinden farklı bir yaklaşım içinde olmadığını bir kez daha göstermiştir (12 yıllık AKP iktidarında akademiye yönelik baskılar da zaten bu yaklaşımı doğrular yöndedir). Bu konuşmadaki geçmiş dönemlere ilişkin eleştiriler ve akademik özgürlüklere baskının en yoğun olduğu 1940’ların akademisyenlerini hedef(miş) gibi göstermesi, kendisinin baskıcı anlayışının üzerini örtmek çabasından başka bir şey değildir.
Sözün özü: Bilimi egemen ideolojiyi ve iktidarları yeniden üretmenin bir aracı kullanmayı reddeden ve toplum için doğa için bilimi savunana akademisyenler her dönemde olduğu gibi bugün de tehdit olarak görülmekte ve baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu baskıları aşmanın ve akademiyi özgürleştirmenin tek yolu: Toplumun, emekçilerin üniversiteye ve bilime sahip çıkması ve bunu mücadelelerinin bir parçası haline getirmesidir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa