20 Nisan 2024 05:47

BAĞLANTILAR-9 | Ticaretten afetlere, güvenlikten tiny house'a konteyner çağı

konteyner

Fotoğraf: Pexels

Paylaş

Bu bir konteyner çağı. Bir kez böyle düşündüm ve ondan sonra zihnime tek tek konteynerler yüklendi. Bu bir konteyner çağı.

Sanki çekirdeğindeki tutmak, taşımak, içermek anlamlarına yaslanır gibi, kelimenin içine tıkıştırılmış da tıkıştırılmış. Kap kacaktan gemi konteynerlerine uzanan yol çeşitlendikçe sözlüklerdeki yeri genişlemiş. Belki bu yüzden Türkçeye zahmetsiz bir tasdikle geçmiş.

*

Rutger Bregman, “Gerçekçiler İçin Ütopya”da iPhone'u örnek veriyor. Diyor ki, çip teknolojisi ve konteynerler olmasa iPhone hayal edilebilir mi? İkisini aynı kefeye koymak tuhaf görünüyor, çipin yanında dikdörtgen çelik bir kutu... Fakat 1950'lerde taşımacılıkta kullanılmaya başlanan bu dev kutular, malların gemilere, trenlere teker teker yüklendiği, bu yüzden indirmenin ve tekrar yolculuğun çok daha uzun sürdüğü uluslararası ticaretin hızını, ritmini, velhasıl kârın miktarını değiştirdi. Dünya küçüldü, sermaye daha hızlı dolaşmaya başladı, küreselleşti. İnternet perakendeciliği de konteynerlere borçlu.

*

Kapitalizmin tarihinde bir vites değişimine bakmak için Peter Linebaugh'la 17-18. yüzyılda Atlantik ticaretine odaklanabiliriz.

Konteynere doğru yolu açan ilk mal tütün olabilir. Tütün tüccarları yükün dörtte birinin hatta bazen üçte birinin heba olmasından hoşlanmıyordu. Bunun bir kısmı gerçekten akla ilk gelen şekilde suyun, rutubetin yol açtığı hasardan kaynaklanıyordu. Ama asıl kafayı taktıkları şey gemilerde, limanlarda çalışanların hırsızlık yapma ihtimaliydi; bir miktar yapılıyordu da. 1687'de tüccarların ve gemi sahiplerinin dilekçeleriyle başlayan süreç 1699'da Yığma Tütün Yasası'na kadar gitti. Artık tütünün gemilerde açık paketlerde, bohçalarda taşınması yasaklanacaktı.

Hırsızlık vesvesesinden kurtulmanın yanı sıra, sermayedarlar bir hesapladılar, fıçı, varil ya da böyle dev sandıklar kullanıldığında yükleme ve boşaltma süresi de azalıyordu. Bu daha fazla kâr demekti. Tekniğe dair müdahale, gümrük bürokrasisi ve polis gücünün oluşturulmasına olanak veren politik müdahaleyle birleşmişti. Hırsızlığı artık başkaları çok daha büyük miktarlarda yapabilecekti.

*

2021'in Mart'ında dört futbol sahası büyüklüğünde bir konteyner gemisi kötü hava koşulları nedeniyle Süveyş Kanalı'nda karaya oturuverdi. The Ever Given'ın küresel ticarete verdiği günlük zarar 10 milyar dolar civarındaydı ve deniz trafiği ancak altı gün sonra açılabildi. Bu kaza ticaret hacminin büyüklüğü kadar sistemin kırılganlığını da hatırlatmıştı. Devasa geminin yanında yüksük kadar kalmış bir kepçenin kıyı çizgisini kazmaya çalıştığı bir görüntü ne çok dolandı o günlerde. Tanıdık bir çaresizlikti bu.

*

Peter Linebaugh, 17. yüzyılda tüccarların verdikleri dilekçelerde potansiyel hırsızlar olarak hamalları, denizcileri, kadınları, köleleri andıklarını yazıyor, açıkça “önemsiz insanlar” denmiş. Nakliyat işinden ıskartaya çıkarılan konteynerlerin kullanım alanları da sanki önce “önemsiz insanları” çağrıştırıyor. Milyon dolarlık inşaatların şantiyelerinde işçilerin dip dibe uyuduğu konteynerler geliyor insanın gözünün önüne. Ya da şehirlerin köhne köşelerine, ıssız kasaba çıkışlarına atılmış konteynerlerde yaşayanlar. John Berger'ın “Kral”ı böyle bir yerde geçmiyor muydu? Ne güzel bir romandı.

*

Taşımacılık dışı amaçlar için üretilen konteyner deyince önce deprem geliyor akla. “Konteyner kent” ne tuhaf, ne manidar bir çift. Bu tamlama bir afetten, bir felaketten sağ kurtulmanın her şeye rağmen sevincini çağrıştırabilirdi. Oysa tecrübelerimiz yönetilememiş bir krizin, iktidarın kalıcılaştırdığı daimi bir felaketin mekânı olarak işaretliyor konteyner kenti. 6 Şubat depreminden sonra defalarca sel basan ya da alınmamış canları bir daha yoklarcasına yangın çıkan konteyner kentler, birer anıt gibi. Kapitalist sömürüye, rant hırsına, metaya dönüşmeyen her şeyin değersizliğine, kamusallığı bunlarla takas eden işbirlikçi siyasi iktidarlara dair bir anıt.

*

2016'nın baharında Van Akköprü’deki küçük bir konteyner kentte bana ikram edilen çayı içmesem, o insanları dinlemesem konteyneri çağın simgesi yapan zincire bu halkayı hakkıyla ekleyemez, lafı dolandırmam gerekirdi.

2011’deki deprem sonrası yapılan konteynerleri ilk sakinleri başka çözümler buldukça peyderpey gitmişlerdi. En yoksullar sona kaldı. İkinci kuşak ziyaretçilerse Rojava'da IŞİD’den kaçanlardı. Zaman içinde onlar da eksilmiş ben gittiğimde beş aile kalmıştı.

2016'da aynı konteynerlere başkaları sığındı. Bu kez Yüksekova'da süren askeri operasyondan, havan topu isabet etmemişse evlerinin kapılarını tek çöp almadan çekip çıkan aileler. Ki aralarında 90'larda köyleri yakılarak ya da boşaltılarak merkeze göçenler de vardı; bu ikinci zorunlu göçleriydi.

*

Güvenlikçi konteynerleri, askeri konteynerler, kamu kurumlarına ek bina diye iliştirilenler... Daha uzar. Bireysel düzeyde konteynerlerin mütevazı bir çözüm olmaktan çıkıp üst düzey mimari tasarımın nesnesi haline gelişini, tiny house'lara uzanan orta sınıf trendi de yazalım bir ucuna.

Konteynerlerde taşınıyor bu düzen.

Not: Peter Linebaugh'un “Londra İdamları” Çiğdem Demir'in çevirisiyle Otonom Yayınları'ndan. Bregman'ın “Gerçekçiler İçin Ütopya”sını Duygu Akın Domingo Yayınları için çevirmiş.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa