Cumhurbaşkanına hakaret davaları raporlaştırıldı
Yaklaşık 3 bin kişinin yargılandığı Cumhurbaşkanına hakaret davaları raporlaştırıldı. Raporda bu kadar ayrıcalığın krallarda dahi olmadığı vurgulandı.
Cem GURBETOĞLU
Ankara
Son yıllarda yaklaşık 3 bin kişinin yargılandığı Cumhurbaşkanına hakaret davalarına ilişkin insan hakları örgütleri rapor hazırladı. Suçu düzenleyen TCK 299. maddenin “sansür yasası” işlevi gördüğü belirtilen raporda, bu ayrıcalığın monarşilerde krallar için bile sağlanmadığı vurgulandı.
Cumhurbaşkanına hakaret davaları, Meral Tamer’in yazılarında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettiği suçlamasıyla ceza aldığı davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği karar üzerinden raporlaştırıldı. Raporu Prof. Dr. Yaman Akdeniz ve Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) için hazırladı.
ADI DEĞİŞTİ, RUHU ERDOĞAN’LA ŞAHLANDI
Tartışmalara ve rapora konu olan Gazeteci Meral Tamer Artun, 17 Ağustos 1999 depremine ilişkin öncesinde ve sonrasında gerekli önlemlerin alınmaması konusunda Milliyet gazetesinde yayımlanan “Enkazın baş sorumlusu kim?”, “7.4’lük deprem Demirel’i sarsmaz” başlıklı yazıları nedeniyle dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretle suçlandı. TCK’nin eski 158. maddesi uyarınca Tamer, Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Eren Güvener ile birlikte cumhurbaşkanına basın yoluyla hakaret ettikleri iddiasıyla yargılanıp 1 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Tamer’in cezası ertelenirken, Güvener’in cezası ise para cezasına çevrildi. Yargıtayın onay verdiği ceza 2001 yılında AİHM’ye taşınmıştı. Başvuruyu kabul eden AİHM, hakaret iddiasının “Sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında siyasetçiler bakımından kabul edilebilirlik sınırlarının daha geniş yorumlanması gerektiğine” dikkat çekti.
AİHM, karara dayanak yapılan TCK 158. maddeyi de, hem devlet başkanına diğer kişilere göre fazla koruma sağlaması hem de suç devlet başkanına karşı işlendiğinde, başka kişilere karşı işlendiğinde verilecek cezadan daha fazla ceza verilmesi nedeniyle genel ilke ve içtihatlara aykırı buldu.
Kararda, basın alanındaki suçlamalarda nefret suçu ve şiddete teşvik gibi istisnai haller dışında gazetecilere hapis cezası verilmemesi içtihadına da dikkat çekildi.
Cezalar ertelenmiş ya da para cezasına çevrilmiş olsa da, “Başvuranlar üzerinde uzun süreli, iz bırakan ve cesaret kırıcı sonuçlara neden olmaktadır ve cezaların ertelenmesi veya para cezasına çevrilmesi bu tür olumsuz etkileri ortadan kaldırmamaktadır” denilen kararda AİHM, içtihatlara aykırı TCK 158. maddeye dayanarak verilen cezanın ifade özgürlüğünün ihlaline neden olduğuna hükmetti. Kararın ardından yapılan yeniden yargılamada ise 2010 yılında beraat kararı çıktı. TCK’de 2005 yılında yapılan değişiklikle bu suç TCK 299. maddede düzenlendi. Türkiye her ne kadar bu değişiklik ve “seçmece” Yargıtay kararlarını örnek göstererek sorunun giderildiğini iddia etse de, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle bu suçlamayla yargılananların sayısı hızla artmaya başladı. Erdoğan’ın iki buçuk yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde ise artık yargılananların sayısı binli rakamlarla ifade ediliyor.
2000 YILINDA 4, 2015’TE 1953 DAVA
Prof. Dr. Yaman Akdeniz ve Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak da, İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) için Artun ve Güvener davası hakkında AİHM kararı üzerinden cumhurbaşkanlığına hakaret davalarını raporlaştırdı. Raporda, AİHM’nin Türkiye’ye ilişkin benzer kararları, Venedik Komisyonunun önerileri, Anayasa Mahkemesinin kararları ve güncel davalardan örneklere yer verilerek değerlendirmeler yapıldı.
Raporda yer verilen verilere göre, 2000 yılında cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla sadece 4 kovuşturma başlatılırken, 2015 yılında ise bu 1953 oldu. Bu rakam, 1993 yılından bu yana bu suçlamayla yargılanan 3 bin 134 kişinin yüzde 62’sine tekabül ediyor.
Son altı yılda açılan 2 bin 673 davanın 1505’i karara bağlanırken bunlardan sadece 280’inde beraat kararı çıktı. Sadece 2015 yılında 238 kişi cumhurbaşkanına hakaretten ceza alırken, 151 kişi hakkında verilen cezanın açıklanması geri bırakıldı. Sadece 120 davada beraat kararı verildi. Raporda, Erdoğan’ın avukatlarının sadece geçtiğimiz yıl ağustos ayında geri çekilen şikayet sayısının 4 bin olduğu yönündeki açıklamaları hatırlatıldı.
MAKAMI DEĞİL, ŞAHSI KORUMA YASASI
Davaların hemen hiçbirinin cumhurbaşkanlığı kurumuna yönelik ifadeler aleyhine değil, doğrudan cumhurbaşkanının şahsiyetini korumaya yönelik olduğu belirtilen raporda, AİHM kararlarına atıf yapılarak “Modern monarşiler açısından bile kabul edilemeyecek, bir kişiyi ‘kusursuz, mutlak, özel hayatında yaptıklarıyla bile devletin sembolü’ olarak göstermenin insan hakları ve hukuk devletine saygılı bir cumhuriyette asla kabul edilemeyecektir” denildi. AİHM’nin sembolik yetkileri olan İspanya kralının özel olarak korunmasını bile AİHS’ye aykırı bulduğu hatırlatılan raporda, hükümete sorununun çözümü için TCK 299’un tamamen kaldırılması çağrısı yapıldı.
ELEŞTİRİ YASAĞI
Raporda özetle şu değerlendirmelere yer verildi:
- Cezaların orantısız: Açılan davalarda tutuklu yargılama kararı verilmesi, infaz edilemeyecek olsa bile hapis cezası istenmesi, hapis cezalarının yüksek para cezalarına çevrilmesi, devletin tüm kurumlarının TCK 299 konusundaki hassasiyetleri, ülkede yaygın bir otosansürün işlemesine neden olmuştur.
- Siyasi eleştiriler hakaret kabul ediliyor: Cumhurbaşkanı'nın şahsı esas alınmakta, siyasi niteliği dikkate alınmıyor. Siyasi söylem ve eleştiriler hakaret kabul ediliyor. Kamusal tartışma bağlamında değerlendirilmesi gereken "hırsız", "katil", "diktatör" ifadeleri hakaret olarak kabul ediliyor.
- Olay/değer yargısı ayrımı yapılmıyor: Yolsuzluk iddiasında hırsız, ölüm olayında katil sıfatları değer yüklü ifade niteliği taşımasına rağmen bu tür ifadeler hem bağlam analizi yapılmadan anlamı dışında, hem de olgu/değer yargısı ayrımı yapılmadan değerlendiriliyor. Kişilerin ifadeleri, onlara yükledikleri anlam dışında bir anlam yüklenerek yargılanıyor.
- Toplum sorunlarını tartışamaz hale geliyor: “Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle açılan binlerce soruşturma, hem gazetecileri toplumun yaşamını etkileyen sorunlarını aleni tartışmalarına katkıda bulunmaktan caydırmakta hem de toplumun bir kesiminin meşru protesto hakkını kullanmasını imkansız hale getirmektedir. Bu tür bir yaptırım, yine aynı sebeple, basını bilgi sağlama ve kamuoyu bekçiliğinde bulunma görevini yerine getirmesini de engellemektedir.