Bir hikayem olmalı
Biraz sonra olacakları biliyordu. Babası uyanacak, mutfağa gidecek, kendine bir çay yapacaktı. Ocağın üstünde çay demlenirken babasının elleri kasetlerini arayacaktı. Sesi yaşanmışlıklar ile birleştirip müziğe dönüştüren dengbejlerin seslerini arıyordu yaşlı elleri

Sema ÖZDEMİR
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Wan
Sabahın erkence bir vaktinde kalkardı. Kimselerin uyanık olmadığı vakitler. Ev halkının, uyanmayan şehrin, gri gölgelerini seçebildiği mahalle binalarının halen uykuda olduğu zamanlar... Sıcacık yatağından ilkin kolunu çıkarırdı. Daha sonra ensesinde birleştirirdi ellerini. Seyrederdi yukarısını. Kollarının yeterince üşüdüğünü hissettiğinde, yorganı aşağıya değin indirir bir de karnının üşümesini beklerdi. Bir dakikayı geçmezdi üşüme süresi. Sıra bacaklarındaydı. Az sonra ayakları ile bertaraf ederdi yorganını. Sabahları sıcak yatağı ile vedalaşmak zor geldiğinden kendince böyle bir yöntem bulmuştu o da.
Sonunda oldu. Ayaktaydı. Çıktı odasından. Biraz sonra olacakları biliyordu. Babası uyanacak, mutfağa gidecek, kendine bir çay yapacaktı. Ocağın üstünde çay demlenirken babasının elleri kasetlerini arayacaktı. Sesi yaşanmışlıklar ile birleştirip müziğe dönüştüren dengbejlerin seslerini arıyordu yaşlı elleri. Biraz sonra birini bulacak ve dinlemeye başlayacaktı. O bunu bildiğinden bu sefer babasından daha erken bir vakitte kalkmış, çayı hazırlayan o olmuştu. Babası uyandığında ise ona bırakılmış tek iş hangi sesi dinlemek istediğine karar vermek olacaktı. Kendilerince kurduğu sessiz bir dünya idi bu. Günün ilk saatlerinde ikisi de bir dengbejin sesinde demlenip güne hazır ediyorlardı kendilerini.
Çayın kokusuna uyandı babası. Uyandığında kızını mutfakta görünce gizlemedi şaşkınlığını:
- Günaydın kızım! Çayı sen mi yaptın?
Gülümsedi babasına. Memnuniyeti gözlerinden okunuyordu ikisinin de.
- Hı hı!
- E hadi, getir içelim. Ben seçtim kaseti. Reso’yu dinleyelim bugün de. Bizim köylüdür biliyor musun?
- Biliyorum baba, dün anlatmıştın.
Babası odasına geçti. Evin odalarında keskin uyku kokusu, yatağın içinde ömrünün yarım asrını birlikte geçirdiği kadının tatlı horultuları. Pencereyi açıp temiz havayı içeri buyur etmek istedi yataktakini de üşütmeme endişesi ile. Serin hava odayı da üşüttüğünde kapattı pencereyi. Elinde tepsisi ile girdi kızı içeriye. Oturdular yan yana. Babası açtı kaseti, kızı doldurdu bardakları. Gözleri yorganı epey kabarık tutan annesinin gövdesine baktı. Biraz sonra o da uyanacaktı seslere. Dengbej söylemeye başladı, baba kız kulak verdi; bir süre sonra ikisi de eşit değillerdi. Kızı anlamıyordu bazı sesleri, adam kaybetmişti anlatılan hikayede kendini. Çok hızlı bir ses idi kasetteki, anlamaya çalışırken kaçırıyordu ucunu hikayenin. Kürtçe’ydi, hızlı idi. Anlatılan da öyle bir şeydi ki; bir anlamayıverdin mi vay haline.
- Şey, baba! Ben az önceki kısmı anlamadım, şimdi kadın adamın onu sevdiğini bilmiyor muydu? Yoksa adama; “Neden çeşmenin başına benim için geldiğini yanımdaki arkadaşlarıma söylemedin, ben bunca yıl bunu bilmeden yaşadım, gittim başka biri ile evlendim.” diye kızıyor muydu? Yani bu kadın hiç mi anlamamış adamın onu sevdiğini? Bu nasıl iştir baba?
Çoğu kez böyle sorular sorup uyandırırdı babasını içine girdiği dünyadan. Babası içten içe kızardı ona ama hissettirmezdi. Kaseti durdurup olayı anlatmaya başlardı. ‘Bak kızım’ diye başlayan cümleler. ‘Anladın mı’ diye biterdi. Anlamasa da bazen, ikinci bir defa sorduğunda babasının ona içerlendiğini bildiğinden başını sallayıp gülümserdi. Annesi uyandığında günün baba ve kız için başladığını gördüğünde bir bardak çayı da kendisine doldurur, o da eline önceki günden başladığı patikleri alır dinlemeye koyulurdu. Hele anne ve kızın hikayeyi birlikte anlamadığı anlarda baba bu kez sinirlendiğini gösterirdi. İki kişi çok fazlaydı, bazen hikayeyi sadece dinlemek isterdi. Yine bazı zamanlar baba kendisi durdururdu kaseti ve etkilendiği kısımları kızı ve karısı ile paylaşırdı. Annesi başını sallar, o da babasını dinlemeye koyulurdu.
Son bir soru sordu kız:
- Baba, her türkünün sonunda dengbejler böyle çok içten bir ses çıkarıyorlar. ‘Hay hay haiii’ diye bir şey. Ben bazen gülüyorum bu sese baba. Valla komik geliyor bana. Peki ne anlama geliyor bu?
Babası baktı kızına gülümseyerek. Gencecik yüzüne, yumuşacık ellerine, pürüzsüz tenine, yaşam kokan atikliğine, yaşına bile uzun gelen kıvırcık saçlarına... Tek tek, her parçasını kısa bir derinlikle inceledi. Ne çok sevdi o an kızını. Bunu hissetmesi için saçlarına dokundu kızının. Hayat onun için yeni başlıyordu, hissetti yüreğinde. Sonra canı acıdı. Bu acımayı kızının da hissettiğini bilmeden zihni karşısındaki genç bedenin anımsattıklarını düşündü. Aynı düşünceyi babasına her bakışında hissederdi kızı. Babam bu kadar yaşlı olmasaydı. Yaşı yaşımdan yalnızca on beş yaş kadar büyük olsaydı. Beraber büyüseydik onunla. Yaşlanmak neden hep ölümü hatırlatır ki?
- Kızım, dedi. Her türkünün sonunda dengbejler derin bir nefes alırlar. Sana komik gelen o sesler, dengbejde nefestir. O nefes çoğu zaman bir ah olur, keşke olur, iç geçirme olur. Anlatılan hikayeyi yaşarmış gibi söylerler. Bir tanıdıklık vardır, bir yerlerde benzeşmiştir kendi yaşamları ile. Haliyle hikayenin sonu onları da etkiler. Bir ölüm, bir aşk, bir hasret, bir çaresizlik, bir fakirlik... Tüm bunlar dengbejin kendi bedeninden diline akar; sese, müziğe dönüşür. Ölen biraz da onlardır, memleket hasreti onların da hasretidir. Vardır zamanında sevip de kavuşamadığı bir kız. Fakirliğin en zorunu onlar da çekmiştir. O nefes, hak vermektir biraz da. Seni anlıyorum benim de canım acıyor demektir. Anladın mı kızım?Anlamaz mıydı hiç. Anlamıştı, etkilenmişti de. Çok geçmemiş o da canının sıkıldığı her an bir dengbejin söyledikleri sonrasında çıkardığı sesi taklit eder onlar gibi iç geçirmeye başlamıştı. Bir keresinde bunu yaptığı esnada babasına yakalanmış, beraber kahkahayı basmışlardı. Sen de mi dengbej olacaksın diyen babasına; önce yaşamam lazım, bir hikayem olmalı benim de demişti. O an kocaman bir kız olmuştu babasının gözünde.
Annesine baktı kız. Sonra babasına. Annesi uykusunu alamamış olmalı ki patiklerini örerken yine uyuyakalmış, çayını yarım bırakmış idi. Babasının ise çayı bitmiş, kasetin diğer tarafını çevirip dinleyeli bir saati geçmişti. Gün aydınlanmaya başlamış, insanlar, kuşlar, arabalar, binalar uyanmış; baba ile kızın o derin dünyasını farkında olmadan bozmuşlardı. Birkaç saat idi çaldıkları yaşamdan, insanlardan. Seslendi babası kızına:
- Kızım, şu tıraş takımını bir de aynayı getirsene bana, tıraş olayım. Bugün Cuma.
Koştu banyoya kızı. Babasının istediklerini getirmesi iki dakikaya sığmıştı. Kullanılmak üzere hazır edince aletleri, aynayı yüzüne doğru tutma işini babasına bıraktı. Yanında durup izlemeye başladı. Bir havluyu boynuna sarıp sabunu sakallarına değdirirken babası, siyahların yerini ne çok beyaz almış diye düşündü. Yine mi yaşlılık, yine mi? Öteledi ölüm düşüncesini. Biraz sonra babası ona almadığım yer kaldı mı diye yanağını yaklaştırıp soracaktı. Kızı da gösterecekti parmaklarının ucunu yanaklarında gezdirip. Babası gösterdiği yerleri pürüzsüzleştirip temizlediğinde kızını yine yanına çağıracaktı. Bunu da biliyordu. Yanağını yanağına sürtecekti. Kızı ile yaptığı anlaşmalardan biriydi bu da. Öncesinde ve sonrasında değdirirdi yanağını kızının yanağına. Acıtırsa tıraş olmalıydı, acıtmıyorsa iyi iş çıkarmıştı. Ve seslendi kızına:
- Kızım, getirsene bakalım sen yanağını
Evrensel'i Takip Et