28 Aralık 2014 03:54
/
Güncelleme: 09:51

Barbarlığın mutat kalesi: Kadın düşmanlığı

İnsan, bazı tartışmalara bakınca gerçekten başka bir yüzyılın kıyısında zannediyor kendini. Ya da şöyle diyelim, “insanlığın en ileri yüzyılı” olarak adlandırılan bu yüzyılın içinde yaşadığımız şu 15 yılı öyle bir geriye dönüşü taşıyor ki bağrında, artık çok eskide bırakmış olmamız gereken barbarlık işaretlerine her gün bir yenisi eklenirken hayret bile edemiyor insan.

Barbarlığın mutat kalesi: Kadın düşmanlığı

Sevda KARACA

İnsan, bazı tartışmalara bakınca gerçekten başka bir yüzyılın kıyısında zannediyor kendini. Ya da şöyle diyelim, “insanlığın en ileri yüzyılı” olarak adlandırılan bu yüzyılın içinde yaşadığımız şu 15 yılı öyle bir geriye dönüşü taşıyor ki bağrında, artık çok eskide bırakmış olmamız gereken barbarlık işaretlerine her gün bir yenisi eklenirken hayret bile edemiyor insan.

“Bugün neredeyiz” sorusuna hakkaniyetli bir yanıt verilecekse eğer, kadınların ne kazanıp ne kaybettiğinin hesabı tutulmalı. Şu 15 yıllık dünya hali, kadınların yüz yıllık mücadele tarihinin kazanımlarının “içerilerek el konulmasının”,  yani kadın düşmanlarının adeta “kadın haklarının en muteber savunucusu” rolüne bürünerek kadınların bütün kazanımlarının üstüne oturmasının özeti gibi adeta.

KADIN EMEĞİ BARBARLIĞIN DİREĞİ

Üretim süreçlerinin parçalandığı bu dönemde “ucuz ve denetlenebilir” kadın emeği iştahları daha da artırdı. Esnekleşme, güvencesizleştirme batağı öncelikle kadınları içine çekmek istiyor. Hiçbir hakları olmadan gönderildikleri evlerden devşirilen atölyelerde, kadınların kendilerini “işçi” olarak bile görmedikleri, “aile bütçesine katkı” adı altında parça başı üretimi korkunç koşullarda gerçekleştirdikleri, ücretli işçi olarak çalışıyorlarsa da kötünün kötü koşulları mahkum edildikleri, bütün bunları da “fıtratları gereği” kabul etmelerinin beklendiği bir çalışma hayatı “vaat ediliyor” kadınlara. Bir yandan da “kadın istihdamını artırmak” gayesinin ardına gizlenen ucuz emek gücü inşası, çalışma yaşamının cehenneme çevrilmesi, sosyal devlet kalıntılarının da temizlenerek yükün kadınların omzuna bindirilmesi, evlerin fabrikalara dönüştürülmesi süreci “aile ve iş yaşamının uyumlulaştırılması” olarak sunuldu.

Ücretli çalışmak da kadınları bağımsızlaştırmıyor, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, esnek ve güvencesiz çalışma tek başına yaşamayı mümkün kılamayacak ölçüde neoliberal-yeni muhafazakâr denetim altında.  

EN TEMEL HAKLAR SALDIRI ALTINDA

Gündelik hayatı en çok etkileyen eğitim, sağlık, sosyal hizmetler gibi alanların dini referanslarla yeniden dizayn edildiği bu süreçte kadınların kazandıkları en temel haklara göz konuldu. “Eğitim alma, sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürme, meslek sahibi olma, toplumsal ve ekonomik hayata katılma” gibi en sıradan haklar “kadınla erkek eşit değildir” söylemiyle, “kadınlar erkeklere verilmiş bir emanettir” kisvesiyle tehdit altında.

Kadınların babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edilmesi, aile irşat programları, “aile ombudsmanlığı” düzenlemesiyle boşanmak isteyen kadınlara yönelik engelleme mekanizmaları derken… Evlilik kurumu kadınlar için her zamankinden daha çok sosyal güvenlik sağlayan bir istihdam sözleşmesi adeta. Çok matah bir şey gibi sundukları “aile”, bu biçimiyle ikiyüzlü bir kontrata dönüştü.

Kadınların bedenini ve emeğini saldırıya, sömürüye açık hale getiren eril cinsellik, üzerine muhafazakar sos dökülerek pohpohlandı. Kadınla erkeğin dünyalarının birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığı, kadınların güçlenmesinden, bağımsızlaşmasından duyulan korkunun gündelik hayatta kadın düşmanlığının en banal biçimlerde tezahür edişini de beraberinde getirdiği, kadınların bahanelerle katledildiği, kışkırtılan erkekliğin kendisinde “öldürme hakkı” gördüğü bu düzende adalet, “eşitliğin” yerine ikame edilerek öte dünyada hesap sormaya indirgeniyor.
Kadınların bir savaş ganimeti olarak alınıp satıldığı, tecavüz edildiği, topraklarından koparıldıkları, göçe maruz bırakıldıkları yerlerde kötünün de kötüsü koşullarda çalışmaya mahkûm edildikleri savaş barbarlığına hiç girmiyorum bile!

Kadınları köleliğe, yoksulluğa, yoksunluğa, güvencesizliğe, örgütsüzlüğe, sağlıksızlığa, eğitimsizliğe, iş cinayetlerine, erkek şiddetine, cins kırımına mahkûm eden; bağımlılığa, çaresizlik ve umutsuzluğa, yalnızlığa iten; dini ve gerici propagandayla tevekküle, kaderciliğe, itaate, siyasi ve toplumsal kayıtsızlığa ve daha birçok musibete sürükleyen koca bir sistemden bahsediyoruz. Kadınların en sert koşullarda ayakta durmaya (yaşamaya değil, çünkü buna yaşamak denmez) mahkûm edildiği bir barbarlık anlattığımız… Siz söyleyin, kadınlara reva görülen bu hayata insanlık daha fazla katlanabilir mi?

KADINLAR YOL AYRIMINDA KİMDEN YANA?

Barbarlığın  kurumsal olarak inşa edildiği bu dönem, “eşitlik” tartışmalarının da en çok yapıldığı dönem. Uluslar arası sermaye örgütleri “az gelişmiş ülkelere yapılan kalkınma yardımlarında” (yani kendilerine bağlama hamlelerinde) ön koşullardan biri olarak “kadınların güçlenmesi ve kalkınmaya katılması için kadınların iş piyasasına katılımını artırmayı” koydu. Kadın-erkek eşitliği de liberal bir “fırsat eşitliğine” dönüştürülerek, örneğin güvenceli çalışma hakkı “kadınların özgür girişimciliğinin desteklenmesi”ne yani kadınların hiçbir hak sahibi olmadan sömürülmesine evriltildi.  “Fırsat eşitliği”nin sağlanması 2000’lerin başında Avrupa Birliği tarafından resmi gündem ilan edildi ve aday ülkelerin uyum kriterleri arasına alındı. Dünya Bankası da 2006’dan beri, “ekonomik büyümeyi kadınlar sağlar” diyerek “Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı”nı yürürlüğe soktu, “eşitlik kârlılık getirir” sloganıyla 2012 yılını “Kadın Yılı”, Türkiye de pilot ülkelerden biri olarak ilan edildi. Bu eşitliğin, kadının sosyal güvencesiz, kayıt dışı ve düşük ücretle istihdam edilmesinde yoğunlaşma anlamına geldiği ve kadınlara yalnızca daha fazla yoksulluk, yoksunluk, eşitsizlik, şiddet vaat ettiğini açıkça gördük

Bugünlerde Dünya Bankası, IMF ve BM’nin yürütücülüğünü yaptığı kalkınma anlayışı yeniden elden geçiriliyor; temeline  kadınlar yerleştirilerek! Açıklama şöyle: “2015 sonrası kalkınma gündemi çerçevesi içerisinde, kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği öncelikler arasında en başa alınmalı… Bu alana yatırım, yalnızca etik bir mecburiyet değil, aynı zamanda ülkelerin sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve toplumsal istikrara ulaşması için de itici bir güçtür. Sağlıklı aileler, krizler ya da çevresel etkiler karşısında daha dayanıklıdır. Evin geçimini ve bakımını üstlenen, gıda üretiminin ve gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal işgücünün neredeyse yarısını oluşturan, krizlerden etkilenen ülkelerde barışı inşa eden ve giderek artan şekilde siyaset ve iş dünyasında liderliğe soyunan kadınlar, ulusların temelindeki güçlü ailelerin ve toplumların belkemiğidir. Kadınlar ayrıca çocuklarının okul ve sağlık harcamaları gibi kalemlerde, gelirlerinin büyük bir bölümünü aile ve toplum bütçesine katkıda bulunmak için kullanıyor; dolayısıyla yoksulluğun azaltılmasına yardımcı oluyorlar.”

Kadınların sermayenin fırsat eşitliği, gericiliğin fıtrat adaletiyle kuşatıldığı bu soğuk ve karanlık iklimde yol ayrımına çok yakınız. Bu yol ayrımına vardıklarında, kadınların başka bir dünya özlemini körelten bu barbarlığa karşı kimden yana olacakları çok açık değil mi?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et