MTTB’den AKP’ye muhafazakarlaşma otoriterlik, fıtrat
2014 birçok başka şey ile birlikte mutlak iktidarın yol açtığı cüretin en pervasız sonuçlarının görünür hale geldiği bir yıl oldu.

Fatih POLAT
2014 birçok başka şey ile birlikte mutlak iktidarın yol açtığı cüretin en pervasız sonuçlarının görünür hale geldiği bir yıl oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yaptığı konuşmada dile getirdiği “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır” sözü, Türkiye ile birlikte dünya basınında da geniş yer buldu.
Kendisi daha önce de kadın ve erkeğin eşit olmadığını savunmuştu. Dolayısıyla bu yöndeki görüşleri sır değildi. “Fıtrat” vurgusu yaparak bunu bir tık daha yukarı çıkarması, tepki almasına rağmen belli konulardaki ısrarının bir örneği olmasından da öte, Türkiye’de toplumsal ve gündelik hayatı örgütlenmesinde muhafazakar değerlerin devlet eliyle hakim kılınması tutumunun hız kazanacağının en üst düzeydeki ifadesiydi.
Erdoğan’ın yıl içinde fıtrat vurgusunu infial uyandırıcı bir biçimde iki kere kullanmış olması da, onun fıtratıyla açıklanabilir herhalde. Erdoğan, Soma’da yaşanan ve Cumhuriyet tarihinde en fazla işçinin yaşamını yitirdiği facia sonrası –resmi rakamlara göre 301 işçi yaşamını yitirmişti- 1800’lerde yaşanan maden facialarını örnek göstererek, “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var” demişti. Bu açıklamanın, o katliamda yaşamını arkadaşlarını yitirmiş olan Somalı maden işçilerinde ve yaşamını yitiren ailelerde nasıl bir infial duygusunu yol açtığına yerinde tanıklık etmiştik.
Yıl sonuna doğru da, Diyanet bu açıklamaların izinden yürüyerek tarihe not düşecek bir adım attı. İstanbul Müftülüğünce hazırlanan ve 26 Aralık 2014 Cuma günü kentteki tüm camilerde okunan hutbede, iş kazalarına karşı önlem alınması, ancak ortaya çıkan sonuca da razı olunması gerektiği vurgulandı. “Unutmayalım ki bir imtihan dünyasında yaşıyoruz. Öyleyse tedbir bizden takdir Allah’tandır” ifadelerine de yer verilen hutbe, dinin, insanların kendi inanç dünyalarına bırakılan bir şey olarak değil, kapitalist sömürü ilişkilerinin sonuçlarını, işveren lehine örten tarzda kullanımına açık bir örnekti. Sınıflı toplumlar tarihi boyunca dinin, politika ve ideoloji ile ilişkisindeki konumunu da teyit eden bu örnek, politikanın dini toplumsal hayatta nasıl hareket ettirdiğini, ona nasıl yol verdiğini bir kez daha göstermişti.
Marksizmin dinin afyon olarak kullanılmasına dair analizine tepki gösteren siyasal İslamcı çevrelerin bu tabloya ilişkin de bir açıklaması olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 5. Din Şurası’nda yaptığı konuşmada “İlimde çok büyük güçlere sahip olan bir milletin bu ilmi kaybetmesi felakettir. Bunun öğrenilmesini istemeyenler var. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek. Bu dinin bir sahibi var. Sahibi bu dini dünya var oldukça muhafaza edecektir” sözleri de, muhafazakarlığın yukarıdan aşağıya doğru boca edilmesindeki fütursuzluğun, fırsat bulduğu taktirde yeni yılda da süreceğinin habercisidir.
Erdoğan’ın yıl biterken dile getirdiği, “Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler” sözleri de, aynı tutumun bir diğer göstergesidir.
AKP Hükümeti tarafından geride bıraktığımız yıl içinde gündeme getirilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da onaylanan ‘İç Güvenlik Paketi’ de, toplumsal dokunun tüm liflerine doğru giderek yayılmaya çalışılan muhafazakarlığın, otoriterleşme ile pekiştirilerek, ‘Neo-Osmanlıcılık’ hayalinin hayata geçirilmeye çalışılacağının somut bir adımıdır.
Devlet erki kullanılarak örtülen yolsuzluklar ve biriken suçlar, onlar açısından bu yönelimi bir zorunluluk haline getiriyor. 16 yaşındaki lise öğrencisinin Cumhurbaşkanına ‘hırsız’ dediği için gördüğü zulüm bu tablonun bir göstergesidir.
‘Düşman ceza hukuku’, AKP iktidarı döneminde gerçekleşen kritik önemdeki siyasi davaların görüldüğü duruşma salonlarında en sık duyulan ifadelerden biriydi. Hukukun gerekli kıldığı delil kriterini umursamayan ve ‘düşmana yöneltilen suçlamaların kanıtlanması gerekmez’ ilkesini esas olan iddianamelerle bu ülkede siyasetçi, avukat, gazeteci, bilim insanı binlerce kişi yıllarca hapis yattı. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmış olmasının, bu yargılama anlayışının da artık ortadan kalmış olduğu anlamına gelmediğini yeni ‘iç güvenlik’ yasası ile görmüş olduk. Bu yasa ile gündeme sokulan ‘makul şüphe’ düsturu, aynı ‘Düşman Ceza Hukuku’ anlayışının bir türevidir.
Erdoğan ve AKP’nin pek çok kurmayının içinde yetiştikleri Milli Türk Talebe Birliği, otoriterliği, muhafazakarlığı çekirdeğinde var eden bir örgütlenmeydi. Yani tüm bunlar, MTTB’nin ve dolayısıyla onun ‘militanlarının’ fıtratında vardı.
Dolayısıyla bugün AKP ile hesaplaşma tüm bu gerici gelenekle de mücadele ve hesaplaşma anlamına geliyor. IŞİD barbarlığının kankası olan bu güçlerle mücadele de bizim fıtratımızda var. Bu inançla yeni bir yılı girerken haykıralım: Barbarlığı yeneceğiz, işçi sınıfı kazanacak, halklar kazanacak!
FOTOĞRAF: Ressam Burhan Kum’un “Muhafazakarlaşma” isimli tablosu
Evrensel'i Takip Et