29 Aralık 2014 00:58

Devlet karnımdaki çocuğu da öldürdü

Adalet arayışını sürdüren Roboskîli ailelerle katliamın ardından geçen 3 yıl boyunca yaşadıklarını konuştuk. Katliamda kardeşi dahil 11 yakınını kaybeden, siyahlar içinde evlenen, 9 ay sonra karnındaki bebeği kaybeden Hanım Encü ve neşesini kaybeden Roboskîli gençlerden Faruk Encü, katliamla birlikte hayatlarının nasıl bir kabusa dönüştüğünü anlattı.

Paylaş

Dosya: Bitmeyen Yas: Roboskî

Hazırlayanlar: Cumhur DAŞ/ Vecdi ERBAY

Adalet arayışını sürdüren Roboskîli ailelerle katliamın ardından geçen 3 yılda neler yaşadıklarını konuştuk. Katliamda hem kendi kardeşini hem de nişanlısının kardeşini kaybeden, bir yıl sonra, siyahlar içinde evlenen Hanım Encü ve neşesini kaybeden Roboskîli gençlerden Faruk Encü katliamla birlikte hayatlarının nasıl bir kabusa dönüştüğünü anlattı.

Hanım Encü katliamdan önce nişanlanmış, düğün hazırlıkları yapıyordu. Sınırda gerçekleşen katliamda kardeşiyle birlikte tam on bir yakınını kaybetti. Bunlardan biri nişanlısının kardeşiydi. Bombardıman Hanım Encü’nün gelinliğini, umutlarını ve neşesi de katletti. Evlendi ve karnındaki 9 aylık kızını doğuma bir hafta kala, yaşadığı stres yüzünden kaybetti.

NİŞAN GÜNÜM ÇOK GÜZELDİ

Dosyamızın ikinci gününde Roboskîlilerin aradan geçen 3 yılda neler yaşadığını ve adalet arayışlarını evine konuk olduğumuz Hanım Encü anlatıyor:

Katliamdan önce nişanlanmıştım. Nişan günüm çok güzel geçmişti. Kardeşlerim yanımdaydı. Ancak katliamdan sonra neşemiz bir daha yerine gelmedi. Roboskî’yi paramparça ettiler. Onlardan sonra bizim hayatımız da çok değişti. Artık Roboskî’de düğün olmadı bayram olmadı. Katliamdan önce rengarenk bir hayatımız vardı şimdi hep siyahlar içindeyiz. Ben babamın evinden çıkarken beyaz gelinliği bile giymedim. Kimliğini taşıdığımız devlet çocuklarımızı katletti. Bana da o gelinliği çok gördü.

ELİME KINA SÜRMEDİM

17 Şubat 2013 tarihinde evlendim. Gelin olduğum gün gecenin karanlığında babamın evinden kap kara elbiselerle çıktım. Gelin olan kızların beline kırmızı kuşak bağlıyorlar ya benimkine kara kuşak bağlandı. Kına gecesinde elime kına sürdürmedim. İnsanlar gelip hayatımıza nasıl devam ettiğimize baksınlar. Gelip de içimizdeki acıyı görsünler. Bir genç kızın en büyük hayali sevdiği adama beyaz gelinlikle gitmektir. Bense sessiz sedasız bir şekilde gözyaşlarımla, o kara elbiselerimle babamın evinden çıktım. Hayat bize çok acımasız davrandı.

BU DEVLETİN ADALETİ YOK

Bizim gözümüzde bu katliamı yapan devlettir. Bu katliama sesiz kalan herkes de bunun ortağıdır. Katliamın üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen halen bir şey yapmadılar. Susmaya devam ediyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bize olan tehditleri, baskıları, ‘susun, konuşmayın, bir kazadır oldu’ demeleri... Eğer 34 insanın böyle öldürülmesi bir kaza olsaydı biz kaza derdik, susardık. Ama ekmek parası için giden 34 çocuğu paramparça ettiler. Böyle kaza olur mu hiç? Madem kazaydı, bir kez bile neden özür dilemediniz? Bu devletin ne adaleti var ne kanunu var, ne insanlığı ne de vicdanı var.

DEVLET ÖZÜR DİLESE, SORUMLULAR YARGILANSA…

Bizim acımız hep içimizde kalacak. Ancak adalet sağlansa, en azından geceleri uyurken başımızı yastığa koyunca bu 34 kardeşimizin faillerinin bir ceza aldığını bilmek bizim içimizi biraz da olsa rahatlatacak. Bunu yapanların elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşmadıklarını bilmek içimizi birazcık ferahlatacak. Sivas katliamında, Maraş katliamında insanlar birlik olup karşı çıksaydı ve bunların failleri adalet önüne çıksaydı belki bugün Roboskî katliamı olmazdı. Roboskî’de olanları örtbas etmeye çalıştıkları sürece başka katliamlar da yaşanacak. Başka çocuklar da paramparça edilecek.

BİR GÜN EŞİMİ DE KAYBEDECEK MİYİM?

Kaçakçılık diyorlar ya; bu bizim için sınır ticareti. Katliamda eşim ve ben kardeşlerimizi kaybettik. Eşim yine de sınıra gidiyor. Bizim için ekmek teknesi. Sabah onu uğurladığımda, kahvaltı hazırladığımda kardeşimle olan anılarım aklıma geliyor. En çok bir gün eşimi de kaybedecek miyim diye endişeleniyorum. O acıyı bir gün yine yaşayacak mıyım?

BEBEĞİMİ KAYBETTİM

Katliamdan sonra çok acılar yaşadık. Onca acıdan sonra geçen yıl sevineceğim, mutlu olacağım bir durum olmuştu. Hamileydim. Ancak karnımda taşıdığım 9 aylık bebeğimi, kızımı kaybettim. Doktor gün içinde yaşadığım stresle bebeğimi kaybettiğimi söyledi. Düzenli doktor kontrollerimi yapıyordum. Doğuma on gün kala biraz rahatsızlandım. Eşim evde yoktu. Ağabeyimi aradım beni doktora götürsün diye. Biraz bekle arabayı alıp geleceğim dedi. Araba diğer ağabeyimdeymiş. Onu da Uludere’nin girişindeki arama noktasında gözaltına almışlar. Ondan sonra ben kendimden geçmişim. Ambulans buraya gelene kadar iş işten geçmişti. Hastaneye gidene kadar bebeğimi kaybettim.

ÇOK ÇABUK BÜYÜDÜK, MÜCADELEYİ ÖĞRENDİK

28 Aralık 2011’den önce de Roboskî’de çok zor şartlarda yaşıyorduk. Ama mutluyduk. Çocuktuk o zaman. Bu geçen süre içinde çok çabuk büyüdük. Acımızı içimizde yaşayarak, devlete karşı, bu katliamın faillerine karşı dimdik mücadele içinde ayakta kalmaya çalışıyoruz. Katliamdan sonra hepimizin hayatı çok değişti. Ama mücadelemizden, davamızdan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. Roboskî’ye adalet gelene kadar, bize katliamı yaşatanlar adalet önüne gelinceye kadar.


ERDOĞAN AİLELERLE GÖRÜŞTÜ AMA…

Hanım Encü, katliamın ardından AKP’lilerin köye gelişi ve sonrasında yaşananlara dair hislerini ise şu sözlerle anlatıyor: Tayyip Erdoğan başbakandı biz bu katliamı yaşadığımızda. Şimdi Cumhurbaşkanı oldu. Eski başbakanın eşi, kızı ve milletvekilleri buraya gelerek annelerle konuştular. Ben, onlar da ‘anne’ dedim. Vicdanları vardır diye düşündüm, ama reklamlarını yapıp gittiler.Erdoğan’la Roboskîli aileler görüşünce ben hiç umutlanmadım. Çünkü katliamdan 3 ay sonra Meclis Alt Komisyonu geldi buraya. Van milletvekili Gülşen Orhan annelerle konuştu. Biz şunu düşündük: Bunlar buraya kadar geldi, bu katliama, bize yapılan bu haksızlığa karşı bir şey yaparlar. Ama dosyaları kapatmaya çalıştılar, takipsizlik kararı çıkardılar. Gelip burada bizim acılarımızı kendilerine reklam yaptılar. Roboskî’yi unutturmak istediler. Ankara’ya gittik, umut ettik belki failler bulunmuştur diye. Dosyalarını üstünü örttüler, dosyaları çöpe attıklarını söylediler. AKP milletvekili Ayhan Sefer Üstün çıkıp Mecliste ‘Benim içim rahat’ dedi.

ANNEM BU ACIYA NASIL DAYANIYOR?

Kendi acısı bir yana annesinin acısını anlatıyor sonra Hanım Encü: Bazen düşünüyorum da annem bu acıya nasıl dayanıyor. İnsanın canını en çok acıtan yavrusunun acısıdır. Katliam haberini almadan önce evde nişanlım, babam, annem vardı. Ben neşeli şekilde konuşuyordum. Annem köşeye oturmuş, ne konuşuyor ne de gülüyordu. Böyle hep düşünüyordu. Yavrusunun yaşayacaklarını hissediyordu demek ki. Ben yavrumu kaybettiğim gün aklıma hep annem geldi. Kardeşimden iki yıl sonra bebeğimin acısını yaşadım ben de.

ÇOCUKLAR ‘BİZ NEDEN HEP MEZARLIĞA GİDİYORUZ’ DİYOR

Hanım Encü anlatmaya devam ediyor: Ben amca çocuğumu, dayıoğlumu, kardeşimi, bu katliamda kaybettim. Ailemden toplam 11 kişi öldürüldü. Mesela annemlere, amcamlara, ablamlara gidiyorum, aradan 3 yıl geçmesine rağmen başka bir şey konuşamıyoruz. Gidenlerle anılarımızı, devletin katliamdan sonra bize yaptıklarını konuşuyoruz. Bütün konuşmalarımızda onlar var. Katliamdan bu yana güzel bir günümüz olmadı. Aile içinde ne zaman sohbet etmek için bir araya gelsek hep katliamdan bahsediyoruz. Yıldönümü geliyor, acaba ne olacak, insanlar gelecek mi? Yoksa yalnız mı kalacağız? Failler yargılanacak mı yargılanmayacak mı? Hep bunları konuşuyoruz. Çocuklar bu durumdan çok etkileniyor, özellikle bayramlarda… Buradaki herkes her bayram sabahı namazdan sonra kapılarını kilitleyip mezarlığa gidiyor. Çocuklar ‘Biz neden mezarlığa gidiyoruz’ diyor. Çoğu bu yaşadıklarımızı anlamıyor bile, üzülüyorlar.


TOP OYNADIĞIMIZ SAHAYA CENAZELERİ GELDİ

Faruk Encü neşesini yitiren, katliamdan sonra birden büyüyen Roboskîli gençlerden. Roboskî için adalet arayışını şimdi gazetecilik yaparak sürdürüyor. Faruk’la Roboskî’nin yıkık halı sahasının önünde konuşuyoruz. Katliamdan önce haftanın 4-5 günü halı sahada maç yaptıklarını anlatıyor Faruk ve ekliyor: “Katliamın olduğu gece çocuklar 9 gibi evlerine gelecekti, 10 gibi halı sahada maçımız vardı. Biz 8 kişilik bir takımdık. Biz oynamasak da maçı seyreder, sohbet ederdik. Ama sonra halı sahaya, maç yapacakları yere cenazeleri geldi. Sonra kar yağışıyla halı saha yıkıldı. Önceleri halı sahaya bakıp maç izlerdik, şimdi ise buraya geldiğimizde sınıra doğru dönüp kardeşlerimizin katledildiği yeri izliyoruz.” Artık gençlerin top bile oynamak istemediğini söyleyen Faruk, “Bir keresinde Şenoba’ya halı sahaya maç yapmaya gittik. Normalde 40 dakika oynayacaktık. Ama 5 dakika bile oynayamadan çıktık hemen. Çünkü o gençler bizimle beraber halı sahaya geliyordu” diyor.

‘BİR KARANFİLİ ÇOK GÖRDÜLER’

Devletin uyguladığı baskılara örgütlü olarak karşı durmaya çalıştıklarını belirten Faruk Encü, “Burada biz katledildik ama yine biz yargılandık. Devlet 34 insanımızı paramparça etti, torbalara kattı ve üzerine bizi yargıladı. Katliamın olduğu yere bir karanfil bırakacaktık. Ancak bir karanfilin karşılığı biber gazı, kurşunlar, tazyikli sular oldu. Devlet burada insanların susması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ama bize dayattıkları sistemi kabul etmiyoruz” diyor.


KÜRT GERÇEKLİĞİNİN TA KENDİSİ

Mehmet ASLANOĞLU*

GEÇTİĞİMİZ yıl katliamın yıl dönümünde, BDP Eş Genel Başkanı Selehattin Demirtaş, onu dinleyen binlerce kişiyi derinden etkileyen bir konuşma yapmıştı karlar altındaki Roboskî’de. Güney Kürdistan’a 500 metre, Doğu Kurdistan’a birkaç saat mesafede bulunan o damın üzerinde, “Bugün Kürt’ün gücü vardır, onuru, şerefi, şehitleri vardır. Kürt’ün tek eksiği vardır o da Kürdistan’dır. Bir Kürdistanımız olsaydı Roboskî olmazdı” demişti.
Katliamın yaşandığı andan itibaren, Roboskîli ailelere ve Kürt halkına yapılan hakaretleri, muameleyi burada uzun uzun anlatmaya gerek yok.. Ama bir gerçek vardı: ‘Bir Kürdistanımız olsaydı Roboskî olmazdı.’
Roboskî kadar travmatik, hatta onu da aşan felaketlerle yüzyüzeyiz yine. Türkiye ve bölge gericiliklerinin desteğinde IŞİD, Güney Kürdistan yönetiminin himaye etmesi gereken Êzidîlerin vatanı Ezdixan’a, Şengal’e saldırı başlattığında olanağı olanlar daha IŞİD gelmeden şehri terk etti. Êzidîler üzerine araştırmalarıyla tanına akademisyen Amed Gökçen, durumu Agos gazetesine şöyle özetliyordu: “Şengal Êzidîlerin en alt sınıfının yaşadığı bir bölge. Geçim kaynakları, hamallık, inşaat işçiliği gibi gündelik işlerdir. Neredeyse çöle yakın Şengal’de ekilebilecek arazi de yoktur. Hayvancılık da zayıftır. En acı olanı; Şengalli Êzidîler, paraları olmadığı için gidemediler. Biraz parası olanlar, arabası olanlar zaten IŞİD gelmeden gittiler. Kalanlar gidecek maddi güçleri olmayanlardır. Eğer bu insanların Irak’ta sahibi olsaydı, o insanları oradan çıkartmak büyük bir külfet olmazdı. Musul petrollerine gözlerini dikenler, orada yaşayan Êzidîler için hiçbir şey yapmadılar. Şu anda o kadar büyük bir travma yaşıyorlar ki… Çünkü Êzidîler ‘72 ferman’ dedikleri katliamlarda hep bunu yaşamışlardır.”
Nasıl ki Kürdistan’ın o aşılmaz dağlarındaki köylerini ‘Botan’a (yurt) çeviren mazot vb. ticareti ile geçimini sağlamak zorunda olan Roboskîliler ise, Sünni Kürt ve Sünni Arapların çemberi altında Şengal’i Ezdixan yapan da Êzidîlerin en alt sınıflarıydı. Yüzyıllardır ‘72 Ferman’ın yarattığı travmaya rağmen gideceği başka yer olmayanların vatanıydı Ezdixan! Ama Kerkük IŞİD tehdidi altına girdiğinde 2 günde Peşmerge birliklerini Kerkük’e yığan ‘Kurdistana Azad’, Kurdistana Rengîn’ Şengal’de olan biten karşısında kılını kıpırdatmadı. Öcalan’ın ve KCK’nin 2006’dan beri yaptığı uyarılara kulağını tıkadı, Şengal halkını silahlandırmadı, oradaki Peşmerge kuvvetlerini ağır silahlarla donatmadı! Hal böyle olunca ‘Kurdistana Azad’ın burnu dibinde, IŞİD Şengal’e saldırdığında hafif silahlı peşmergeler kenti sivillerden önce terk etti! Çünkü Irak Hükümeti’nin bir parçası da olan Güney Kürdistan Yönetimi’nin dar egemen sınıf çıkarları bunu gerektiriyordu. Güney Kürdistan yönetiminin egemen sınıf çıkarları, yoksul Êzidîleri korumaktan daha önemli olduğu için böyle davrandı. 73. fermana giden yol Özgür Kürdistan’ın gölgesinde böyle açıldı.
Şengal trajedisinin görüntüleri dünya kamuoyunu sarsarken 4 parça Kürdistan’daki Kürtleri bambaşka bir görüntü sarsıyordu. Bir çığlık kulaklarımızı sağır ediyordu. Gazeteci Berfin Hezil ve kameraman arkadaşının IŞİD’in saldırıdığı ilk saatlerde Şengal’den geçtiği görüntüler. ‘Kürdistana Azad’ın resmi üniformalı askerlerinin jip ve kamyon kasalarında Şengal’i terk etme görüntüleri! Berfin’in, kamyon kasasında Şengal’i terk eden Peşmergelere sorduğu ‘Niye Kaçıyorsunuz’ sorusu/çığlığı… Bir Kürt gazetecinin bir Kürt askere sorduğu Kürtçe soru...
IŞİD tehdidinin Hewlêr’e dayandığını göremeyecek kadar politik körlük yaşayan Güney Kürdistan yönetimi, Şengal’i kaderiyle başbaşa bırakırken Êzidîlerin çığlığına dikkat kesilenler, imdadına koşanlar da vardı. YPG/YPJ saatler geçmeden Şengal’e vardı. Adeta Musa’nın köle kavmini Firavun’dan kurtarmak için Kızıldeniz’i yarması gibi, IŞİD canilerinin işgal ettiği toprakları yararak bir koridor ile mazlum halkı Rojava’ya ve Zaho’ya ulaştırmayı başardı. Yoksul Êzidîlerin o koridordan çoğunlukla yürüyerek Zaxo’ya, oradan Roboskî’ye ulaşması hayatın bir cilvesi mi, bir tesadüf mü yoksa Kürt gerçekliğinin ta kendisi mi?
Êzidîler 73. Fermanı ‘Özgür Kürdistan’ koşullarında yaşadı. Sonraki tüm hamleler, peşmergenin bugün YPG/YPJ ve HPG ile birlikte Şengal’de savaşıyor olması 73. Fermanı tarihten, Êzidîler başta olmak üzere Kürdün hafızasından silebilir mi? Tıpkı Roboskî gibi Şengal’de Kürdün hafızasına silinmemecesine kazındı artık. 4 Parça Kürdistan birleşse de Êzidîlerin bu travmayı bir 100 yıl daha yaşayacağı gerçeği değişmeyecek...

Emek Partisi Diyarbakır İl Yöneticisi

YARIN: Mezarlıkta bir köy... Roboskî-Der Başkanı Veli Encü anlatıyor

ÖNCEKİ HABER

Arap Coğrafyası 2014 yılını geride bırakırken

SONRAKİ HABER

Roboskî'de 100 yıllık devlet geleneği devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa