02 Ocak 2015 00:55

Halkı baskılamanın aracı olarak şehir planlaması

‘Kahire politik güç algısını 2011'de kazandı. Fakat önemli binaları çıkardığınızda bu gücü kaybeder’ diyor Awatta. Başkentin değiştirilmesi şehrin politik ağırlığını sönümlendirebileceğini ve uzun vadede hükümet karşıtlarının moral ve ivmesini azaltabileceğini söyleyen Awatta, ‘Devletin amacı yalnızca şehri temizlemek ve elitleştirmek değil, aynı zamanda tel örgülere hiçbir şekilde ihtiyaç kalmayacak kadar apolitikleştirmek’ değerlendirmesini yapıyor.

Paylaş

Chalaine CHANG

Kahire: 2011’de geniş kalabalıkların Mübarek’i devirmek için 18 gün boyunca doldurduğu Tahrir Meydanı, Mısır’da kamusal alanın halka açılmasının başlangıcı oldu. Halkın kullanımına açık olmayan kamusal alanlar protesto alanlarına dönüşerek Tahrir’i hem merkez üssü hem de ifade özgürlüğü sembolü haline getirdi. 
“İnsanlar kamusal alanın aidiyetini kazandıklarını hissettiler. Artık kimse gerçekten polisten korkmuyordu.” diyor Kahire’deki bir kentsel gelişim araştırma merkezinde araştırmacı olan Hajer Awatta. 
Devrimi izleyen yıllarda Kahire caddeleri bir dizi yeniden yapılandırmadan geçti. Çatışmalara sekte vurmak ve önemli güç merkezlerini izole etmek adına, otoriteler, belirli caddelere boydan boya beton duvarlar inşa etti, başka örneklerde ise bazı yollar kapatıldı veya geçitler konuldu. 
Şehir düzenlemesi özellikle açık alanlar bölümlere ayrıldıktan sonra sürekli bir değişim içinde. Karşıt seslere aman vermemek için geçirilen bir takım yasaların da takviyesiyle bu yapılar meydana çıkan açık muhalefetin tahribinin somut hatıraları rolünü oynuyor. Attawa, bu durumu “Şimdi polisin, askeri polisin ve ordunun halkın önünde artan görünürlüğü özellikle Tahrir’de bu aidiyet duygusunu silip atıyor” şeklinde niteliyor. 
Ordu, rejimi şehirdeki protesto alanlarına ve kamusal alanlara, devlet ve vatandaş ilişkisini olduğu kadar halkın şehirle ilişkisini de değiştirerek tekrar el koydu. Ablukalar ve güvenlik güçlerinin sıkı varlığı başkaldırıya patlak veren şehrin apolitikleşmesini teşvik ediyor. 

AYAKLANMALARI VE ALANLARI ZAPTETMEK
30 Haziran 2013’te milyonlarca Mısırlı, Cumhurbaşkanı Mursi’nin düşmesi talebiyle sokaklara aktı, fakat ordu arkasını tutmakta hızlı davrandı. Sonunda 3 Temmuz’da durum cuntaya vesile oldu. Sokaklarda bir halk seferberliği olmasına rağmen Mursi’nin düşmesini isteyen protestocuların tümü askeri darbeyi meşru veya olumlu bir adım olarak görmüyordu. 
Kahire’de genç mimarlar için bir merkez olan Megawra’nın kurucusu May El-İbraşi durumu “Bir eylem sırasında alan dolmuştu ve alan bir nevi gösterinin arkasındaki güçtür. Ordu da kitleleri yanlış yönlendirerek bunu yapabileceğini, yani alanları doldurabileceğini ve bir halkçılık ilüzyonu oluşturabileceğini farketti ve böylece ‘alanları doldurmak’ anlamsızlaşmaya başladı” şeklinde değerlendiriyor. 

ŞEHİRDEN DIŞARIDA BIRAKILMAK
İktidarı aldıktan sonra ordu, sivil toplumu boğmak için çeşitli yasalar geçirdi. Protesto yasası, Müslüman Kardeşler’in yasadışı ilan edilmesi ve sivil toplumu kısıtlamak için değişiklikler yasal muhalefet zeminlerinin önünün alınmasına hizmet etti. Fakat daha az göze çarpan kontrol biçimleri de oluşturuldu. 
Ordunun rejimi ele geçirmesini, devlet otoritesini garantilemek adına kamusal alanların insansızlaştırılması izledi. Şehrin içinden geçerken duvarları çitler ve tel örgülerde somut bulan şehir düzenlemesi vatandaşların kısıtlanmasının, ifade özgürlüğünün düşüşünün somut göstergesi oldu. 
2011’den beri bariyerler, şehrin manzarasının sabit bir bileşeni olmasına rağmen şu an olağan karşılanıyor olmaları ve geniş ölçüde kabul görüyor görünmeleri büyük bir değişim. El-İbraşi bununla ilgili, “Bariyerler geçici olarak konmuştu, protestolar öncesi veya sonrasında ya da özel bir nedenden dolayı kuruluyorlardı fakat artık sabitlendiler. Bariyerler artık gündelik yaşamın parçası” diyor. 
Awatta ise durumu “Önceden Tahrir’e çıkan cadde olan Kasr al-Aini boyunca duvarlar vardı ve bir yerden sonra normalleşti. Şimdi ise geçitler var ve bir şokla karşılanmıyor bu durum” şeklinde değerlendiriyor. 
Awatta ve El-İbraşi bariyerlerin yalnızca Tahrir etrafında politik açıdan gergin günlerde değil günlük hayatta ve tüm şehir bazında olduğuna dikkat çekiyorlar. El-İbraşi “Şimdi ana caddelerin kapatılması bile olağanlaştı” diyor. 
Ağustos ayında hükümet, sokak satıcılarını şehrin merkezindeki işlek bir alışveriş mahali olan Talaat Harb’dan 15 dakika uzaklıktaki, daha az uğrak olan Turgoman otopark alanına taşıdı. Haftalarca sokak boyunca işportacıların tezgahları yerine polis arabaları ve tam teşekküllü zırhlarıyla polisler yerleştirildi. Talaat Harb Meydanında ise birkaç tank park halindeydi. Yol üzerinde görünüşteki meşakkatli engellere rağmen insanlar günlük işleri için yolu kullanmaya devam ettiler. Talaat Harb alışverişe gelen insanlarla, sinemadan çıkan kalabalıklarla, dondurmacıların önünde oluşan kuyruklarla dolmaya devam etti. 
Awatta’ya göre bu durum devletin kamusal alana müdahale etme çabasını ve şehrin vatandaşlarına artık görünür olan gözdağı çabalarını ortaya koyuyor. “Ordu insan hakları için daha düşük beklentiler yarattı” açıklamasını yapıyor Awatta. 
El-İbraşi, halkın bariyerlere alışkın hale gelmesine rağmen bunların ‘korkunun somut tetikleyicileri’ni ve vatandaşların sürekli tehdit altında olduğu düşüncesini temsil ettiklerini ifade ediyor ve ekliyor: “Eğer bir şehri kale haline getirmeye çalışırsanız, kafanızın arkasında hep ‘birşeylerin’ olacağı düşüncesi olur” 

SİVİL SANSÜR
İnkar edilemez ki özgürlüklerin kısıtlanması üzerinde en büyük etkileri olan sivil toplumu zapturapt altına alan yasal uygulamalardır. Fakat kentsel düzenleme de dikkate değer toplumsal kontrol yöntemlerindendir.
Kamu alanlarını azaltmak muhalefeti denetlemek açısından öncelikli yöntemler değil fakat hükümetin istikrar üzerine söylevlerinde önemli bir nokta.
Devletin kamusal alanı geri kazanması ve vatandaşların tekrar bireysel alanlarına itilmeleri vatandaş ve devlet arasındaki bölünmeyi işaret ediyor ve Mısır’ın günümüzdeki karar verme sürecindeki tek yönlü yolu vurguluyor. Fiziksel alanın yeniden elde edilmesi alakasız görünebilir fakat bu şehirle ve şehrin içinde özgür bir etkileşimin ve de toplumsal ittifaklar oluşturmanın en temel taşı.

DEVLET VE VATANDAŞLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ
DEVLET vasıtasıyla kamusal alanlara erişimin sembolik şekillerde engellenmesiyle dolaylı bir sansür uygulanmaya başlandığı kadar halkın polis ve ordu güçlerinin aşikar gözlemi altında tutulduğu dinamik bir durum yaratıldı. Bu aynı zamanda kamusal alanların “aidiyetinin” vatandaşlardan yeniden rejimin ellerine görünür bir geçişiydi. Cunta, terörü bitirme iddiaları ve yarattığı “iyi vatandaş- hain” tanımlarından destek alarak halkı, rejimini desteklemenin istikrara erişmek için tek yol olduğuna ve daha da önemlisi Mısır’ı ilerletmek için tek yol olduğuna ikna etti. Awatta, “Son üç yılda ana değişim insanların haklarını talep etmede kendilerini yetkin görmeyi bırakmaları oldu. Eğer görürlerse ‘bencillikle’ suçlanıyorlar” diyor. 
El-İbraşi, şehir boyunca var olan bariyerlerin, devlet ve sakinleri arasındaki güç ilişkilerinin bir yadigarı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sanki ‘nasıl hareket edeceğiniz üzerinde kontrolümüz var’ diyorlar. Vatandaşa yönelik bu hor görü çok tipikleşti.” 
El-İbraşi, devletin kendi korkularının bir reaksiyonu olarak yıldırma ve gözdağı verme politikalarına başvurduğuna değiniyor: “Duvarlar için kullanılan beton bloklar devletin halktan nasıl korktuğunun somut bir tezahürü”. 
Dahası, rejim güç ve kontrolü elinde bulundurup aynı zamanda halkla “aynı safta” görünmeye çabalıyor. El-İbraşi, “İktidar devrimin olmaması ve Tahrir’in eylem alanı olarak kullanılmaması gerektiğini ifade etmekten çekiniyor. Açıktan bir düş kırıklığı yaratmak istemiyor” diyor. 
devlet kamusal alanlara erişimin sembolik şekillerde engellenmesiyle dolaylı bir sansür uygulanmaya başlandığı kadar halkın polis ve ordu güçlerinin aşikar gözlemi altında tutulduğu dinamik bir durum yaratıldı. Bu aynı zamanda kamusal alanların “aidiyetinin” vatandaşlardan yeniden rejimin ellerine görünür bir geçişiydi. Cunta, terörü bitirme iddiaları ve yarattığı “iyi vatandaş- hain” tanımlarından destek alarak halkı, rejimini desteklemenin istikrara erişmek için tek yol olduğuna ve daha da önemlisi Mısır’ı ilerletmek için tek yol olduğuna ikna etti. Awatta, “Son üç yılda ana değişim insanların haklarını talep etmede kendilerini yetkin görmeyi bırakmaları oldu. Eğer görürlerse ‘bencillikle’ suçlanıyorlar” diyor.  El-İbraşi, şehir boyunca var olan bariyerlerin, devlet ve sakinleri arasındaki güç ilişkilerinin bir yadigarı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sanki ‘nasıl hareket edeceğiniz üzerinde kontrolümüz var’ diyorlar. Vatandaşa yönelik bu hor görü çok tipikleşti.” 
El-İbraşi, devletin kendi korkularının bir reaksiyonu olarak yıldırma ve gözdağı verme politikalarına başvurduğuna değiniyor: “Duvarlar için kullanılan beton bloklar devletin halktan nasıl korktuğunun somut bir tezahürü”. 
Dahası, rejim güç ve kontrolü elinde bulundurup aynı zamanda halkla “aynı safta” görünmeye çabalıyor. El-İbraşi, “İktidar devrimin olmaması ve Tahrir’in eylem alanı olarak kullanılmaması gerektiğini ifade etmekten çekiniyor. Açıktan bir düş kırıklığı yaratmak istemiyor” diyor. 

ŞEHİR MERKEZİNİN APOLİTİKLEŞTİRİLMESİ
KAHİRE şehir merkezi aynı zamanda ülkenin politik merkezi. 2007'de finansal, ticari ve kültürel bir merkez olarak yeniden yapılandıran fakat kent merkezini yüksek nüfus yoğunluğundan rahatlatmak amacıyla yerleşim yerlerini şehrin dışına, çölün içine atan “Kahire 2050 Planı” açıklandı. 
Yıllarca başkentin merkezini Suez yolunun 60 kilometre aşağısına taşınması teklif edilmişti. Haziran ayında ise Başbakan İbrahim Mahleb tartışmayı bakanlıkların ve idari binaların trafiği rahatlatmak ve insan kalabalığını azaltmak için taşınmasını teklif ederek başka bir zemine oturttu. Awatta'ya göre iki teklif de vatandaşların şehir merkeziyle bağının kopmasına sebep olacak. Kahire 2050 oynayacağı rol itibarıyla “belli bir sakin türü” sağlayacak ve finans ve turizm çerçevesinde bir merkez yaratacak. Hükümet binalarının taşınması ise diğer yandan bir apolitikleştirme örneği olacak. "Kahire politik güç algısını 2011'de kazandı. Fakat önemli binaları çıkardığınızda bu gücü kaybeder” diyor Awatta.
Başkentin değiştirilmesi şehrin politik ağırlığını sönümlendirebileceğini ve uzun vadede hükümet karşıtlarının moral ve ivmesini azaltabileceğini söyleyen Awatta, “Devletin amacı yalnızca şehri temizlemek ve elitleştirmek değil, aynı zamanda tel örgülere hiçbir şekilde ihtiyaç kalmayacak kadar apolitikleştirmek” değerlendirmesini yapıyor.

 *Middleeasteye.net sitesinden çeviren Cansu Özyapıcıel

ÖNCEKİ HABER

Çanakkale'de orman işçilerine 48 saat sonra ulaşıldı

SONRAKİ HABER

Dersim’e yapılacak müze de halkı mağdur etti!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa