Birlik olsak bizi böyle çalıştırabilirler mi?
Güvencesiz, sömürüyü katmerleştiren performansa dayalı üretim yapan işletmelerde kadın işçilerin sayısı gitgide artıyor. Tekstil alanı hala kadınlar için öncelikli sektör olsa da son zamanlarda metal sektörü de kadın işçilerin istihdamının arttığı bir sektör olarak dikkat çekiyor. Bazı metal fabrikalarında kadın işçi sayısı erkek işçi sayısına yaklaşıyor, hatta geçiyor.
Eylem SARIOĞLU
Kadınlar ilerleyen yaşlarda bile çalışma yaşamına katılıyor, her geçen gün artan yoksullaşma kadını fabrikalara gönderiyor. Bazı kadınlar ise boşanma kararının arefesinde giriyor fabrikaya... Başlangıçta “geçici bir süre” için işe girseler de hayat başka bir şeyi dayatıyor. Kredi borcu bitene kadar ya da oğlu askerden gelene kadar çalışacağını düşünseler de öyle olmuyor. Öyle ki kadınlar her türlü angaryaya maruz kalsa da fabrikadan atılana kadar çıkmıyor, çıkarılmamak için ellerinden geleni yapıyor. Çünkü bu süre zarfında yeni krediler çekilmiş, yeni borçlar gırtlağa dayanmış oluyor.
PERFORMANS=KATMERLİ SÖMÜRÜ
“Bir iki yıl çalışıp borçlarımı temizlerim” diye düşünen kadın, giderek üretim makinesinin bir dişlisi haline geliyor; arzuladığı, düşlediği sorunsuz yaşam onun için hayal oluyor. Performansının kendinin bile anlayamayacağı bir biçimde arttığını, eline geçmesi gereken ücreti alamayınca anlayabiliyor ancak.
Bu zorunluluklar, kendisine dayatılan tüm çalışma biçimlerine rıza göstermeyi beraberinde getiriyor. Üretim, kayzen, performans kriterleri, kalite çemberleri adı altında uygulanan esnek çalışma modelleriyle giderek artarken, bandın hızına yetişemeyen kadın işçi, “Biz robot muyuz, nasıl bu kadar işi yapacağız!” diye tepki gösterip, ustabaşının “Şikâyetin mi var?” sorusu ile karşılaşınca; aklına çektiği kredi geliyor ve hemen alttan alma eğilimi gösteriyor.
Ama bir yandan da “insanlıktan çıkıyoruz” serzenişi artıyor. Çünkü bu üretim biçimleri, sürekli ayakta kalan kadın işçilerde varis, bel fıtığı gibi hastalıkları tetikliyor. “Sapasağlam girdiğim fabrikadan çürüğe ayrılacağım” sözünü pekçok kadın işçiden duymak mümkün artık.
Gün boyu ayakta, kolları uyuşana kadar çalışan kadınların mesaisi akşam da devam ediyor. Zira evde yemek, çamaşır gibi “görevler” onu bekliyor. Akşamki “mesai” kadını hiç dinlendirmeden ertesi gün yine daha çok artan bir temponun içine gönderiyor. Bugün dünkünden daha çok ürün çıkarmak, dün yaptığı işi bugün daha kısa sürede yapmak zorunda bırakılıyor kadın. Başında saat tutan ustabaşının “17 saniyede yaptın, daha aşağı düşürmelisin” sözleriyle, hep daha fazlasını üretmesi bekleniyor. Yoksa işten atılmakla karşı karşıya kalabilir.
Hele bir de adet dönemiyse ve bu durumunu gizlemek zorunda hissediyorsa kendini; psikolojisi adeta kötürüm hale gelebilir. Neden mi? Çünkü işyerinde tuvalet izni ya yok ya da sınırlıdır. Bir de buna ustabaşının bazen hakaret ederek, bazen kızarak, bazen de “aferin sana, daha iyisini yapabilirsin” diyerek performansı artırmak istemesi eklenince vay o kadının haline.
HANGİ FOTOĞRAF?
Patron ve ustabaşları kadın işçiyi daha zayıf gördüklerinden, ona her şeyi deme hak ve yetkisini de kendilerinde görüyorlar. Ücret dışında dağıtılan primleri almak isteyen kadın daha çok çalışmak zorundadır örneğin. “200 lira prim alacağız diye insanlıktan çıkacak şekilde çalıştırıyorlar” diye isyan ediyor bir işçi kadın, “Ama başka çarem de yok” sözüyle de zorunluluklarını ortaya koyuyor.
Bu fotoğraf Türkiye’nin dört bir yanında bulunan fabrikalarda çalışan kadın işçilerin fotoğrafı. Bu fotoğraf bazen kadınların daha içine kapanmasına sebep oluyor bazen de bir kadın işçinin dediği gibi “haklarımızı bilsek, birlik olsak bizi böyle çalıştırabilirler mi” sorularının daha çok sorulmasına... İkincisinin çoğalması için fotoğrafın biraz daha netleşmesine, kadın işçinin yaşadığı sorunların öne çıkarılmasına ve taleplerinin özel olarak formüle edilmesine ihtiyaç var.
ÇOCUKLARLA SINANMAK
Her gün bir öncekinden hızlı tempoda çalışan bir kadın işçi, öğretmenin ısrarlı görüşme talebine karşın okula veli toplantısına dahi gidemediğinden, “sorumsuz, ilgisiz anne” olarak görülüyor. Çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak için insanlıktan çıkacak biçimde çalışan kadın, bu kez çocuğunun manevi ihtiyaçlarını karşılayamadığından kendini suçluyor.
YEMEK YERKEN BİLE AYAĞIM PEDALDA
Evin tüm yükü ve sorunlarıyla çalışmaya başlayan kadın, bir de yoğun çalışma temposunun baskısı eklenince adeta davetiye çıkarılan işkazalarının da sorumlusu haline getiriliyor. Örneğin parmakları kopan bir kadın; tüm yükleri ve sorunları ile o tezgâh başında nasıl dikkatli çalışacaktı ki? Bir anlık dalgınlık ve tüm yaşamının harap olması… Suçlu kim, yaşamın tüm yükünü omuzlarında hisseden kadın işçi mi, yoksa onu daha çok çalışmaya, üretmeye zorlayan ve makinelerin güvenli bir şekilde çalışmasını sağlamayan işveren mi?
Üretim aşamasında hep aynı davranışı sergileyen işçi bir süre sonra o davranışı istem dışı yapmaya başlıyor. Yani robot gibi davranıyor. Kayseri’de bir işçi kadının “Yemek yerken bile ayağım pedalda gibi hareket ediyor” sözleri, bu durumu tam olarak özetliyor aslında.
BOŞAN VE YÜZÜĞÜNÜ ÇIKARMA!
Kimi erkeklerden, özellikle fabrika içindeki pozisyonlarından faydalanan üst düzey usta, amir ve şef konumundaki erkeklerden korunabilmek için boşanmış kadınların bu durumlarını gizlediklerini, hatta parmaklarında evlilik yüzüğü ile işe gittiklerini biliyoruz. Çünkü fabrikada çalışan boşanmış ve dul bir kadının “her şeye açık olduğu” algısıyla her türlü tacizi yaşaması “normalleştiriliyor.” Kadınlar kendilerini korumak için böyle bir yola başvuruyor.