Kopuşu ertelemek ya da Cizre ayracı
Cizre’yi anlamak demek, diyalog/müzakere sürecinin bitmesi durumunda Kürt hareketinin hegemonik olduğu kentlerde nasıl bir manzara ile karşı karşıya kalınacağını görmek demek. Diğer bir deyişle, Cizre’deki hendekler belki de gelecekten bildiriyor. Ama geleceği konuşmadan önce yakın geçmişe bakalım.
Harun ERCAN*
1 hafta sonra Kobanê ayaklanmasının üzerinden 3 ay geçmiş olacak. Ayaklanmadan, son birkaç gün öncesine kadar, 110 bin nüfuslu ve Kürt hareketinin yüzde 80’in üzerinde oy aldığı Cizre kentinin kayda değer bir bölümü kelimenin tam anlamıyla kurtarılmış bölge niteliğindeydi. 2 Ocak’ta yayınlanan haberlere göre, kurtarılmış bölgenin sınırlarını çizen, devletin şiddet aygıtlarının girişini engelleyen hendekler Türk devleti ile Kürt hareketinin yaptığı müzakereler sonucunda Cizre Belediyesi’nin iş makinaları ile doldurulmaya başlandı. Yakın zamanda çözüm sürecine dair bir adım atılmazsa, Kürt hareketinin Cizre halkına hendekleri neden kapattırdığına dair bir açıklama yapması gerekebilir. Bu anlamıyla, sadece AKP için değil aynı zamanda Kürt hareketi için de, Cizre üzerinden rahatlıkla sürecin okunabildiği bir dönüm noktasındayız.
Muhtemelen Kobanê ayaklanması boyunca hiçbir kaymakam/vali, Cizre Kaymakamı M. Şamil Horasanlı kadar kendisini çaresiz hissetmemiştir. Aylardır hemen her hafta şehit cenazesi kaldıran, 1990’ların ilk yarısındakinden çok daha olgun bir öfkeyle sokaklara dökülmüş, öz savunma güçlerini hâlihazırda örgütlemiş, bedelinden korkmadan külliyen kopuşu göze alıp ayaklanmış bir kent halkı karşısında bir kaymakamın yapabileceği iki şey vardır. Orta vadeye yayılacak bir kent savaşı başlatmak ya da yaşanan derin devlet krizini ertelemenin bir yolunu aramak. Devlet, Kobanê ayaklanması esnasında olası siyasi sonuçlarından korktuğu için uyguladığı şiddetin dozunu belirli bir düzeyde tutarak ikinci yolu seçti. Lakin Cizre’deki örgütlü öz savunma güçleri ve yaratılan kurtarılmış bölge ayaklanma sonrasında da varlığını sürdürdü. Son haftalarda Cizre’de yaşanan olayların temel sebebi de bu: Yani Cizre’nin, Türk devletinin şiddet tekeline bir kent olarak süreklileştirilebilmiş biçimde meydan okuması. HÜDA-PAR aracılığıyla başlatılan son saldırı bu sebeple gerçekleşti. Haliyle, Cizre’yi anlamak demek, diyalog/müzakere sürecinin bitmesi durumunda Kürt hareketinin hegemonik olduğu kentlerde nasıl bir manzara ile karşı karşıya kalınacağını görmek demek. Diğer bir deyişle, Cizre’deki hendekler belki de gelecekten bildiriyor. Ama geleceği konuşmadan önce yakın geçmişe bakalım.
Cizre gerçekliğinin 2 yıllık askeri çatışmasızlık sürecinde birkaç aylık bir parantez değil hakiki bir ayraç olarak ortaya çıkmasının esas nedeni, AKP’nin diyalog/müzakere sürecini yürütme şekli. Cizre hendekleri, devlete karşı, hakiki çözüm niyetleri ile siyasi performanstan ibaret pragmatizmi birbirinden ayrıştıran bir meydan okumaydı. Aslında 21 Mart 2013’te PKK lideri Abdullah Öcalan, barış için iki aşamalı bir yol tarif etmişti. İlk aşamada Türk devleti ile Kürt hareketi Ortadoğu’da kazan-kazan ilkesi temelinde iki müttefik güç olarak hareket edecekti. İkinci aşamada evrensel-liberal çözüm pratikleri uygulanmaya başlanacaktı. Yani, yoğun silahlı çatışmaların yaşandığı ama başarılı şekilde çözülen benzer dünya örneklerinde olduğu gibi, yenişemeyen taraflar arasında askeri, siyasi, ekonomik ve hukuksal iktidar paylaşımının nasıl yapılacağını ortaya koyan bir barış anlaşması aşama aşama devreye sokulacaktı. 2 sene sonunda AKP’nin Ortadoğu politikası, Rojava’ya saldıran cihatçı örgütlere açık desteği, AKP’nin Kürt hareketini müttefik olarak görmediğini ortaya koydu. Diğer yandan, müzakerelere dair hazırlanan taslak plan hâlâ kamuoyuna açıklanmış bile değil. Velhasıl, hem Kobanê ayaklanmasına yol açan hem de Cizre ayracını doğuran temel dinamik, AKP’nin barış namına ciddiyetsiz, hukuksuz ve pragmatik biçimde diyalog/müzakere sürecini idare etmesi.
ROJAVA DEVRİMİ SONRASI DEĞİŞEN DİNAMİK
AKP’nin konjonktürel derdi, 4-5 ay sonra yapılacak Genel Seçimlere çözüm sürecinin “teröre son verme” süreci olduğu söylemiyle, yani en az kayıpla gitmek. Fakat AKP’nin Kobanê ayaklanmasında görüp de yüzünü çevirdiği yeni bir dinamik söz konusu. T.C. vatandaşı olan Kürtlerin büyük çoğunluğu Rojava devrimi öncesinde liberal çözüme sıcak bakarken artık durum değişti. Kobanê savunmasının yarattığı kurtuluş savaşı hissiyatı, PKK ve PYD’nin uluslararası arenada meşru görülen aktörlere dönüşmesi, Peşmergelerin geçişine AKP’nin izin vermek zorunda kalması, henüz siyasi dilini tam anlamıyla bulamamış olan bir ulusallığın kendiliğinden ateşlendiğinin göstergeleri. Cizre aslında tam olarak bu bağlamda okunmalı:Yani halklaşma yoluyla aşağıdan uluslaşma sürecinin T.C. vatandaşı Kürtler arasında ivme kazandığının bir işaret fişeği olarak. Süreç yürütülmezse, 90’ların başındakine benzer katliam denemelerine girişmeden devletin bu dinamiğe karşı koyması zor.
Kürt hareketinin 90’ların başından bu yana tarihine bakıldığında, hareketin aslında bu uluslaşma dinamiğini sürekli kontrol altında tuttuğunu hatta tabandan gelen bu tür basınçları soğurduğunu söylemek mümkün. Cizre örneğinde net bir biçimde görülen bu yeni geri adım atmayan, taviz vermeyen, kolay müzakere edilemeyen ve ulusal kopuş arayan dinamik Türk devleti için olduğu kadar Kürt hareketi için de aslında bir meydan okuma. Bu yeni dinamik, diyalog/müzakere sürecinde Genel Seçimlere kadar kayda değer sembolik veya somut adımlar atılmazsa Kürt hareketi ve HDK bileşenleri açısından iki temel sonuç üretebilir. Birincisi, Kürt hareketinin kitleleri hem sokak hem da sandık için mobilize etme gücüne ket vurabilir. Kobanê ayaklanması sürecinde legal Kürt siyasetçilerine dönük öfkeyle dışa vurulan tepkiler siyasi motivasyonsuzluğa yol açacak cari siyasi etkiler yapabilir. İkincisi, HDP projesi şimdiye kadar Fırat’ın batısında nasıl bir performans ortaya koyacağı üzerinden tartışıldı, artık tam tersi söz konusu olabilir. Cizre’de kapatılan hendeklerin yerine bir şey konmazsa, Kürtler arasında “Türkiyelileşme” üzerinden çözüm olasılığının meşruiyeti tartışmaya açılacak.
*Koç Üniversitesi Öğretim Görevlisi