4 Ocak 2015 10:34
/
Güncelleme: 5 Ocak 2015 04:09

Metin o haberin içindedir!

Gazeteci öldürmek bu devletin fıtratında vardır. O nedenle de kendi başına failini bulduğu tek bir basın emekçisi cinayeti yoktur. Gazeteci cinayetlerine dair gerçekliğimizin bir yüzünde devletin bu hali duruyor.

Metin o haberin içindedir!

Fatih POLAT

Metin Göktepe’nin gazeteciliğe başladığı dönem, Türkiye’de özellikle Kürt basın emekçilerinin ve dağıtımcılarının arka arkaya öldürüldüğü bir dönem olan 1990’lı yılların ilk yarısıydı. Musa Anter, Namık Tarancı, İzzet Kezer, Hüseyin Deniz, Ferhat Tepe ve Hafız Akdemir’in aralarında bulunduğu çok sayıda meslektaşımız Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde, devletin Kürt politikasının dolaysız sonucu olarak katledilir ve cinayetleri ‘faili meçhul’ bırakılırken, bu dönemin hemen ardından 1990’lı yılların ortalarında Türkiye’nin batısında da gazeteciler sık sık polis terörünün hedefi oluyordu.
O yıllar gerek gençlik eylemleri, gerek aralarında kayıp yakınlarının da bulunduğu insan hakları eylemleri ve gerekse de işçi ve emekçilerin direnişlerinin yoğun yaşandığı yıllardı. 12 Eylül rejiminin topluma giydirdiği elbisenin dikişlerinin atmasına neden olan bu eylem ve direnişlere polisin tutumu sert olurken, bu eylemleri izleyerek halka ulaştırmaya çalışan gazeteciler de polisin bu tutumundan nasibini alıyordu. Metin’in katledilmesi böyle bir ortamda gerçekleşti.
Daha önce çokça söylendiği gibi, basın emekçileri Metin’in kafasına inen copları kendi bedenlerine inmiş saydı. Çünkü o dönemde, sokaktaki hak arama eylemleri ve direnişleri haberleştirmek için izleyen Metin Göktepe’nin meslektaşı ve arkadaşları o copların sık sık hedefi oluyordu. Metin’in haberini yaptığı kesimler de, ona karşı kullanılan o copları kendi bedenlerine inmiş saydılar. Hem Metin'in onların haberlerini izleyen bir gazeteci olması nedeniyle hedef alındığı için; hem de kendileri de o saldırının birçok kez  hedefi oldukları için.
Metin katledildikten sonra gösterilen güçlü tepki ve davasının örgütlü, ısrarlı takibi, sadece devletin kolluk güçlerinin ceza alarak hapis yatmasını sağlamadı, aynı zamanda gazeteci cinayetlerine belirli bir dönem için firen de koydu.

GAZETECİ CİNAYETİ DEVLETİN FITRATINDA VAR

Ardından bu alçakça saldırılar yeniden başladı. Hrant Dink’in katledilmesi bunlardan biriydi.
Ve son olarak da, 14 Ekim 2014’te Azadiya Welat dağıtımcısı Kadri Bağdu’nun silahlı saldırı sonucu katledilmesi, bize 1990’lı yılları hatırlattı. Kadri Bağdu cinayetinde 2.5 aydır ilerleme sağlanamadı. Emniyet, “Failleri bulamadık” derken Bağdu ailesinin avukatı Tugay Bek, “Siyasi bir cinayet, faili meçhul bırakılmak isteniyor” dedi.
Metin Göktepe’nin katledilmesinin ardından devletin bakanlarının tepkisi de benzerdi: “Duvardan düşerek öldü”, “Gözaltına alınmamış.”
Gazeteci öldürmek bu devletin fıtratında vardır. O nedenle de kendi başına failini bulduğu tek bir basın emekçisi cinayeti yoktur.
Gazeteci cinayetlerine dair gerçekliğimizin bir yüzünde devletin bu hali duruyor.
Diğer yanında da ölmekle bitirilemeyeceğini her günkü faaliyeti ile ortaya koyan, gerçeğin fedailiğinden milim sapmayan bizim taraf var. Yani gerçek anlamda susmayan ve susturulamayan ‘özgür basın’.
Bunun içine hangi gazetecilerin, hangi basın kurumlarının gireceğini aklıyla, vicdanıyla okur da, cümle alem de bilir. Burada tekrarlamaya gerek yok!
Ancak burada bir kez daha tekrarlanması gereken bir şey var. O da, basın emekçilerinin bir dönem ortaya koyduğu dayanışmanın bugün açısından erozyona uğradığı gerçeğidir.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon sepetine konması için olmadık cambazlıklar yapanlar, yalan yanlış haberler yazanlar da gazetecilerdi. Yine KCK basın davası kapsamında gözaltına alınan gazetecilerin adliye süreci devam ederken, diğer meslektaşlarını atlatma iştahı ile ‘tutuklandılar’ diyerek haber verenler de gazeteciydi. O kesimin, bu kez kendisi hedef olduğunda, bu yaptıklarının en ufak bir özeleştirisini dahi yapmadan, basın özgürlüğü mağduriyetinin tarihini kendisinden başlatması da başka bir alemdi. Ve soralım; acaba dünyanın hangi ülkesinde bombalanmış bir gazeteyi ziyaret etmemekle övünen bir basın meslek örgütü başkanı var?
Metin Göktepe dönemindeki dayanışma haberciliğin gündelik ilişkileri açısından da geçerliydi. Arkadaşını ‘atlatmak’ değil; haberini arkadaşıyla paylaşmaktı marifet olan.
Metin’in katledilmesinden sonra oluşan basın özgürlüğü mücadelesi atmosferinde de bu değerler öne çıkarıldı.
Bugün de -zaten okur bildiği için- burada sıralamaya gerek olmayan basın kurumlarında aynı paylaşımcılık ve dayanışma yaşatılıyor. Onlarla da sınırlı değil, mesleki değerleri savunmanın hiç de kolay olmadığı büyük medya plazalarında da bu konuda, ekmeğini, işini riske etme pahasına direnç gösteren meslektaşlarımızın var olduğunu biliyoruz.
Ancak bu değerlerin mesleğin gündelik ilişkilerinde kendisini hissettirmesine ihtiyaç var. Hamurunda gerçeğe bağlılık ve dayanışma olan haber, halka da bağlı haberdir. Metin Göktepe de zaten o haberin içindedir.

Evrensel'i Takip Et