7 Ocak 2015 16:39

Kalemleri sahipsiz değil

Baran AYDEMİR
Lycée Français
Notre Dame de Sion Lisesi
İstanbul

Osmanlı döneminde, 1908 yılının 25 Temmuz günü ilk kez gazeteler sansür memurlarının isteğince değil, gazetecilerin tercihlerine göre basıldı. 1948’de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 24 Temmuz’u basın bayramı olarak kutlamaya başladı. 1971 darbesi gazetecilere meşrutiyet öncesi dönemin baskıcı rejimini anımsatana kadar da öyle kaldı. TGC tarafından onlarca, yüzlerce meslektaş hapiste, mezarda yatarken ‘bayram’ yapılamayacağı kanısına varıldı ve ‘basın bayramı’ ifadesi kaldırıldı.

Hepinizin malumu olduğu gibi AKP-Cemaat ikilisinin giriştiği güç kavgasının 1. yıl dönümünde Cemaate yakınlığıyla bilinen Zaman Gazetesi yöneticileri hakkında soruşturma başlatılması ve birçoğunun gözaltına alınmasıyla birlikte basın özgürlüğü tartışmaları tekrardan alevlendi.

UCU KENDİLERİNE DOKUNDU DA ONDAN

Türkiye, RSF’nin (Sınır Tanımayan Gazeteciler) yaptığı basın özgürlüğü endeksi sıralamasında son 10 yılda 56 sıra gerileyerek, 180 ülke içerisinde 154’üncü sırada yer aldı.

Peki bu son 10 yılda kimler vardı iktidarda? Şu anda “ifade özgürlüğü savaşı” verdiklerini iddia eden Cemaatin Zaman Gazetesi kadrolarının eski yol arkadaşı AKP.

Bu kadrolar 10 yıldan daha öncesinden bu yana süregelen bu baskıyı neden şimdi dile getirmeye başladı peki. Ucu kendilerine dokundu da ondan.

İnsan hakları ihlallerinin sıklaştığı dönemlerde bu ihlalleri yapanlar, görevleri halkı bilgilendirmek olan ve bunu yapmaya çalışan gerçek gazetecileri hedef almışlardı.

On yıllardan beri mesleklerini hakkıyla icra etmeye çalışırken öldürülen, kaybedilen, işkence gören gazetecilerin katilleri dışarıda elini kolunu sallayarak gezerken, bu kayıpların ve cinayetlerin meşrulaştırılmasında iktidara yardım etmiş olan Cemaat kadrolarının yaptığı protestoların, “basın özgürlüğü savaşı” olarak nitelendiriliyor oluşunu aklım almıyor doğrusu.

KAFALARINI DİĞER TARAFA ÇEVİRMEKLE MEŞGULDÜLER

Sormak lazım bu ‘cesur gazetecilere’; Uğur Mumcu, Ferhat Tepe, Erol Akgün, Metin Göktepe, Hrant Dink ve daha nice gerçek gazeteci öldürüldüğünde neredeydiler? Hemen söyleyelim neredeydiler; tetiği çekenleri alkışlamakla, cinayetleri meşrulaştırmaya çalışan yazılar yazmakla veya kafalarını diğer tarafa çevirmekle meşguldüler...

Özellikle 1990’larda yoğun olarak görülen bu sistemli faili meçhuller, işkenceler ve gözaltında kayıplar sadece bir kişiye karşı değil, insanlığa karşı suç teşkil etmekte. Bu yargı uluslararası sözleşmelerce de, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkeye kabul ettirilmiştir...

Durum böyle iken 2005’te yürürlüğe giren yasa 20 yıldır sanık gösterilemeyen cinayet vakalarında zaman aşımına izin vermiş ve bu insanlık suçlarının önündeki caydırıcı tedbirleri hafifleterek önlerini açmıştır.

Ferhat, Metin, Hrant gibi gazetecilerin kanı yerdeyken basın asla tam olarak özgür olmayacaktır.

Unutmamak lazım, gerçek gazetecilik Metinlerin, Hrantların gazeteciliğiydi.

Yaklaşan ölüm yıldönümleriyle birlikte yüreklerimizde acı ve ağzımızda bir tek söylem var: Ne düşen kalemleri yerde kalacak ne de artık basamayacakları deklanşörleri parmaksız. Mücadeleleri bizim elimizle, emeğimizle büyüyerek devam ediyor, edecek!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İşçiye, düşman hukuku

İşçiye, düşman hukuku

Patronların yüzde 30 zam dayatmasına karşı yayılan grevleri engellemek için adeta düşman hukuku uygulanıyor: Besleme basın devreye sokuldu, valilik eylemleri yasakladı, e-devletten sendika üyeliği engellendi, işçilerin önüne polis-jandarma barikatı çekildi, gözaltılarla gözdağı verildi… Hiçbirinden sonuç alınamayınca ‘suç icadı’yla BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et