10 Ocak 2015 00:57

AYM o cesareti gösteremedi

Anayasa Mahkemesi (AYM) yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi konusunda yapılan başvuruyu yetkisizlik gerekçesiyle ve oy çokluğuyla reddetti. Kararı değerlendiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Murat Sevinç, “Haşim Kılıç oturuma katılmadı. On dörde iki ile alındı karar. Yani iki de karşı oy var. Onları da okumak gerek. Sanırım AYM, yeteri kadar cesur davranmadı. Çünkü konu bakımından kabul edilebilir bulsa, başkaca ‘yasalar’ için de bu yolun açılacağını düşünmüş olabilir” dedi.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Anayasa Mahkemesi (AYM) yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi konusunda yapılan başvuruyu yetkisizlik gerekçesiyle ve oy çokluğuyla reddetti. Kararı değerlendiren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Murat Sevinç, “Haşim Kılıç oturuma katılmadı. On dörde iki ile alındı karar. Yani iki de karşı oy var. Onları da okumak gerek. Sanırım AYM, yeteri kadar cesur davranmadı. Çünkü konu bakımından kabul edilebilir bulsa, başkaca ‘yasalar’ için de bu yolun açılacağını düşünmüş olabilir” dedi.

Bireysel başvuruyu doğru bulan Sevinç, 12 Eylül askeri darbesiyle Anayasa’ya giren yüzde 10 seçim barajının büyük partilerin işine geldiğine dikkat çekiyor: “Hiç biri oy kaybetmek istemez ve bu nedenle, başka örneği olmayan bu saçma sapan baraja sahip çıkar. AKP, barajı indirmeyi, dar bölgeye geçilmesi koşuluyla kabul edeceğini açıkladı geçen yıl. Türkçesi, daha az oy ile daha çok koltuk!”

Anayasa Mahkemesi (AYM) yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılması için yapılan bireysel başvuruyu yetkisizlik nedeniyle reddetti. Her ne kadar mahkeme gerekçesini açıklamamış olsa da bu kararını nasıl okumak gerekir?
1995 yılında, çifte barajlı sistem vardı ve AYM’ye gitmişti. Mahkeme, bölge barajını iptal etti ancak ne yazık ki yüzde 10 ülke barajına dokunmadı. 19 yıl sonra aynı sorun bu kez bireysel başvuru ile önüne geldiğinde inceleme ve ‘ihlal’ bulma ya da ‘iptal’ etme bulma olasılığı vardı ancak bu kez de konu bakımından kabul edilebilir bulmadı. Yani, böyle bir konu, ‘bireysel başvuru’ konusu olamaz dedi. Kişisel olarak katılmadığım bir karar bu. Bir ya da birden çok parti, başkaca bir demokraside olmayan bir barajın seçilme hakkına, temsilde adalet ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle, başka bir şey bulamadıkları için başvuru yapıyor. Bana kalırsa, konu bakımından bireysel başvuru yoluna uygun. Aksi halde, ancak ‘itiraz’ yoluyla mahkeme önüne gelebilir, buna mukabil mümkün olamadığından ve yasaya göre partilerde bireysel başvuru hakkını kullanabilir olduğu için, böyle bir yöntem denendi. Tabii henüz kararı okumadım. Haşim Kılıç oturuma katılmadı. On dörde iki ile alındı karar. Yani iki de karşı oy var. Onları da okumak gerek. Sanırım AYM, yeteri kadar cesur davranmadı. Çünkü konu bakımından kabul edilebilir bulsa, başkaca ‘yasalar’ için de bu yolun açılacağını düşünmüş olabilir. Eğer kabul etseydi, davaya bakan mahkeme sıfatıyla, yasanın ilgili maddesini kendi önüne taşıyıp iptal etme olasılığı da vardı. Böyle bir yetkisi vardır ancak bunu yapmak, şu koşullarda, cesaret işi.

Ayrıca Mahkeme Başkanının, ‘yargı üzerinde büyük baskı’ olduğuna dair açıklamaları da göz ardı edilmemeli. Tabii, bu malumun ilanı ama yine de bir AYM Başkanının bu yöndeki açıklamaları demokratik bir sistem olsaydık, tam bir skandal olarak değerlendirilirdi. Nitekim Kılıç, aynı tavrı 367 kararına yazdığı karşı oyda da sergilemişti ve o zaman da son derece haklıydı. Çünkü, o zaman da baskı vardı. Ama Türkiye demokratik bir ülke olmadığından, kimse üzerinde durmadı bile. Demem o ki, neden böyle bir karar aldıklarını, gerekçe okununca anlarız. Buna mukabil, o gerekçede yazmayanlar, her zaman daha gerçek nedenlerdir. Tekrar etmekte yarar var: Cesur bir karar olacaktı ve AYM, o cesareti göstermemeyi tercih edip topu, baraj konusundaki düzenlemeyi yapacak olan parlamentoya atmayı tercih etti.

1933-45 ALMANYASI DA SON DERECE İSTİKRARLI!

Seçim barajı yönetimde istikrarı sağlayacağı öne sürülerek savunuluyor. Öyle midir gerçekten?
1995 yılında anayasa değişikliği yapıldı ve seçim kanunlarını hazırlarken iki ilkenin gözetileceği hükme bağlandı: Temsilde adalet ve yönetimde istikrar. Temsilde adaleti, pozitif hukuk düzenlemeleriyle sağlamak bir ölçüde mümkün. Örneğin barajı 3’e indirirseniz, daha adaletli bir sisteminiz olur. Ancak yönetimde istikrarı, hukuk kurallarıyla sağlamak o kadar kolay değil. Ama Türkiye’de olduğu gibi, istikrardan, bir partinin keyfince yönetimini anlarsanız o zaman sorun yok. Bu bağlamda, Almanya 1933-45 arasında son derece ‘istikrarlı’ bir yönetime sahipti, mesela. Bilmiyorum, sorunuza yanıt olabildi mi…

DAHA AZ OY DAHA ÇOK KOLTUK!

Türkiye’de tartışılan ve bir türlü kaldırılmayan seçim barajı sorunu nedir? Baraj neden kaldırılmıyor?
Baraj, başka ülkelerde de var. Bazı ülkelerdeyse yok. Ama olanlar da, çok daha makul seviyelerde tabii. Doğrusu, ülkedeki siyasal atmosfer ve yapıyla ilgili bir konu bu. Bir ülke, her bir siyasi görüşün Mecliste temsil edilmesinin, istikrarsızlığa neden olmayacağı kanısındaysa, baraja yer vermiyor. Bu da, pek çok koşulla birlikte, geçmiş birikimle de ilgili bir durum. Türkiye’de biliyorsunuz, özellikle 1961 Anayasası döneminde çok sayıda koalisyon hükümeti kuruldu. Dönemin koşullarıyla ilgiliydi. Seçim sisteminin payı elbette vardı ancak unutmayın ki Adalet Parti, o seçim sistemiyle, tek başına iktidar olmayı başarmıştı. (1965 ve 1969) öncesi ve sonrası bir dönem hariç (1978 Ecevit) sürekli koalisyonlar var. 1990’larda da benzer bir durum yaşandı. Yine koşullar nedeniyle. 1983 ve 1987’de henüz yaşanmamıştı çünkü darbe sonrası ANAP, berbat seçim kanunu ve barajlar nedeniyle az oy ile çok milletvekilliği kazanabiliyordu ve zaten o koşullarda başkaca partiler palazlanamıyordu. 1987’se siyasal yasaklar kalkınca, iş değişti. İşte bu tarihsel birikim, Türkiye’de koalisyon hükümetlerine, mesafeli olunması sonucunu doğurdu. Oysa tümüyle gayri bilimsel bir tespittir. Yani, tek parti hükümeti ile istikrarı özdeşleştirmek. Örneğin şu anda AB’nin en önemli iki ülkesi, Almanya ve İngiltere’de koalisyon hükümetleri var ve pek şikayetçi değiller. Ayrıca Türkiye için en sağlıklı olanın, koalisyonlar yönetimi olduğu kanısındayım. Bizdeki egemenlik anlayışı 1960’ların Celal Bayarı’ndan daha ileri değil ne yazık ki. Bu milli irade tanımı, Mecliste çoğunluğu ele geçiren bir partinin, tek parti mantığıyla hareket etmesine neden oluyor. 1982 Anayasası’ndaki en anlamlı, demokratik değişiklikler (başta 2001), koalisyon hükümetlerince yapıldı.

Her neyse, sonuçta böyle bir baraj, 12 Eylül’cüler tarafından ‘marjinal’ olarak tanımlanan partiler meclise giremesin diye konuldu. Hemen tüm iktidarlar da memnun oldu. Büyük partilerin çok işine geldi. Mesele bu. Hiç biri oy kaybetmek istemez ve bu nedenle, başka örneği olmayan bu saçma sapan baraja sahip çıkar. AKP, barajı indirmeyi, dar bölgeye geçilmesi koşuluyla kabul edeceğini açıkladı geçen yıl. Türkçesi, daha az oy ile daha çok koltuk! Türkiye’de kendi işine gelmeyen seçim kanunu değişikliklerini, yalnızca İnönü yaptı cumhuriyet tarihinde. Çok kızıyorlar ama gerçek bu. Sorun, demokratik bir ülkede yaşamıyor oluşumuz. Haliyle, her parti, öncelikle kendi çıkarını gözetiyor, demokrasinin temel ilkelerini değil. Son olarak: Rusya’da yüzde 7’ydi. Onlar da, yüzde 5’e indirdi. Varın gerisini siz düşünün.  

ÖNCEKİ HABER

Trakya Döküm’de TİS’e itiraz eden işten atılıyor

SONRAKİ HABER

Ne pahasına olursa olsun özgürlüğü savunmak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa