Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun
Yılbaşının üstünden 4 gün geçmişti. O gün Ümraniye cezaevinde bir katliam olduğu haberi gelmişti ve ne olduğu veya ne yaşandığı henüz bilinmiyordu. Soğuk bir gündü ve yeni açılan henüz idaresi tam oturmayan cezaevine girmemiz engellendi.
Efkan BOLAÇ
Yılbaşının üstünden 4 gün geçmişti. O gün Ümraniye cezaevinde bir katliam olduğu haberi gelmişti ve ne olduğu veya ne yaşandığı henüz bilinmiyordu. Soğuk bir gündü ve yeni açılan henüz idaresi tam oturmayan cezaevine girmemiz engellendi. Geceyi araç içerisinde cezaevi önünde geçirmemize rağmen hiçbir bilgiyi doğrulatamıyorduk. Cezaevine tekrar girmek istediğimde görevli olan teğmenin ve emrindeki askerlerin saldırısına uğradım. En nihayetinde stajyer kimliğimle ve zorlamayla cezaevi içerisine girebildim. İçeride neredeyse bir savaş yaşanmıştı. Herkesin yaralı olduğunu ve üç tutuklunun katledildiğini öğrendim (sonra bir kişi daha, Gültekin Beyhan, hastanede yaşamını kaybetti).
Cenazelerin ikisi Alibeyköy mezarlığına defnedilecekti. Cenazeye kitlesel olarak katılımın olacağı anlaşılınca 8 Ocak sabahından itibaren bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş ve her yer polislerce tutulmuştu. Mezarlığa doğru hareket edilince bir anda ortalık karıştı. Kalabalık kitleye polis saldırarak herkesi gözaltına almaya başladı. Mezarlık çok eğimliydi ve yağış da vardı. O saldırıda birçok insan düşerek veya kayarak yaralandı. İnsanların yaralı olması bile gözaltına alınmalarına engel olmadı. Neredeyse bin kişi alındı. Eyüp Stadyumu’na götürüldü.
Gözaltı işleminin haksız olduğunu söylememden ve engel olmak istememden rahatsız olan polisler beni de cop, tekme ve yumruklarla gözaltına alarak minibüse bindirdiler. Minibüs içerisinde de benzer muamele devam ederken minibüs giderek kalabalıklaştı. Dolunca Eyüp Stadyumu’na götürüldük. Stadyumun önünde polisler telsiz talimatlarıyla insanları indirerek zorla içeri soktular. Minibüsün içinde iki kişi kaldık.
Biri ben biri de Metin Göktepe...
Metin’i önceden de tanıyordum. Neredeyse her eylemi ve davayı gazeteci olarak takip etmesiyle samimiyetimiz artmıştı. Metin ile yan yana oturtulduk ve polislerin bize ne işlem yapacağını bekledik. Beklerken Metin, “Bunlar herkeste sarı basın kartı var zannediyor. Bana sarı basın kartı sordular olmadığını söyleyince beni de aldılar” dedi. Benim durumum da onunkine benziyordu. Stajım bitmiş ama avukatlık ruhsatım henüz gelmemişti. Yani avukat kimliğim yoktu. O dönemlerde yeşil defter şeklinde olan stajyer kimliğim vardı ve polisler bu kimliği kabul etmeyerek almışlardı beni de.
Biraz sonra telsizlerden amirlerinin talimatı geldi. Beni bırakmalarını ama Metin’i almalarını söylediler. Metin minibüsten inerken bana tebessüm etti ve “Az sonra çıkar gelirim” dedi...
Metin stadyuma giderken ben orada olan avukat arkadaşlarımı bularak bilgi almaya çalıştım. Akşama doğru gözaltındaki insanların serbest bırakılacağı söylendi. Herkes çıktı ama Metin çıkmadı. Sorduk ama polislerden net cevap alamadık. İçeriden çıkanlar Metin’in polislerce feci şekilde dövüldüğünü ve kendinden geçtiğini söylüyordu. Ama polis ısrarla “Metin burada yok diyordu. Saatler sonra Metin’in bir çay bahçesinde fenalaştığı ve öldüğü söylendi. Sonrasında ardı ardına yalanlar gelecekti. İçişleri Bakanı Metin’in duvardan düşerek öldüğü yalanını söylemekten bile çekinmedi. Sonunda baskılara dayanamadılar ve Metin’in katledildiğini kabul ettiler. Hatta özür de dilediler. Ama Metin’i katledenler şimdikinin destan yazanları gibi kayırıldı kollandı...
Mahkeme uzaklara gönderildi, istenildi ki dava sahiplenilmesin. Dava sonunda da katliamcılar, işkenceciler neredeyse ceza almadan kurtuldular, aftan yararlandılar... Olan Metin’imize oldu...
Devlet bizi yine yanıltmamış ve o gün 12 Eylül’ü tekrar yaşatmıştı. 19 yıl oldu ve 19 yıldır hep kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğu...
19 yıldır bahar tazeliğinde kırılan dal gibi sızlıyor yaramız...
Fadime Ana’nın metaneti ve “Hepiniz benim Metin’imsiniz” sözleriydi o günden beri bizi ayakta tutan...
Devletin yalan söylemesi ne ilkti ne de son olacaktı. Metin’in katlinden yıllar sonra Gezi’de katlettikleri için de aynı yalanları söyleyenler çıktı. “Arkadaşları öldürdü, bayrak yaktı” vs. yalanları bu devletin genlerinde var ve halkın devleti olmadığı sürece de bu yalanları söylemeyi kendine hak bilecek.
Katiller her katliamda olduğu gibi aramızda. Onları aramıza salan da yine onu koruyan zulüm mekanizmasıdır...
Metin Göktepe nezdinde tüm basın şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Charlie Hebdo’nun yöneticisi Charb’ın tehditler konusunda ettiği lafı duyunca hepsi aynı kandan geliyor inandım: “Çocuklarım yok, karım yok, arabam yok, kredim yok. Bu biraz cafcaflı olacak ama boyun eğmektense ölmeyi yeğlerim.”
Dizlerinin üstünde sürünmeyenlere bin selam olsun...