Türkiye’den neden Sovyetolog çıkmadı -1
O hassas ve hayati dönemde Sovyetler Birliği’ne hatta 90’larda dahi Rusya Federasyonu’na yönelik birikimli ve yetkin sol-sosyalist gazete ve dergilerden görevlendirme yapılmaması / yapılamaması tartışmasız; maddi imkânlar (olanaksızlar), potansiyel diplomatik engel ve problemler ile diğer bir takım üçüncül öznel, moral ve inisiyatif faktörlerine bağlıydı.

Okay DEPREM
Bir ülke düşünün ki, çok değil; ‘80 askeri darbesinden önce Metin Toker’in “Sağ’da ve Sol’da Vuruşanlar” kitabına göre 60’tan fazla, kimilerine göre Türkiye’nin o malum miladına ramak kala 100 küsuru bulan sayıda ve çeşitlilikte sol parti, örgüt ve fraksiyona ev sahipliği yapsın. Yine o ülkede başta söz konusu dönem olmak üzere (65-80), devrin soğuk savaş konjonktürünün de etkisiyle; dünyada aynı politik gücü destekleyen, yine aynı lidere/liderlere sempati duyan, ve hatta aynı siyasi pakta destek veren ve buna paralel olarak da olaylara aynı ideolojik pencereden bakar görünenler bile kendi içlerinde 3’e, 5’e bölünmüş olsunlar. (Biyolojideki mitoz bölünmenin sosyo-ideolojik ve -politik sahadaki karşılığı olsa gerek.) Ve en nihayetinde, adı geçmeyen ülkede her iki kişinin tesadüfen yan yana geldiği durumda bile siyasi parti kurmaları neredeyse milli spor sayılsa bile (gerçek ulusal-olimpik spor OKEY’e haksızlık etmemek gerekir bu noktada) aradan geçen onlarca yılda bu ülkenin bir tek Sovyetolog (Sovyetler Birliği’nin ve ondan önceki Rusya’nın toplumsal tarihi, ekonomi politikası ve siyasal tarihi uzmanı) çıkartamaması manidar bir o kadar da trajik hatta traji-komiktir. Gelin şimdi bu tespiti geçerli kılan tarihsel ve sosyal nedenler üzerinde duralım…
TÜRKİYE’NİN ‘SOVYET UZMANI’ TEMSİLCİSİ ÜÇLÜ!
Türkiye, Sovyetoloğu olmamasının her anlamda açık ve eksiklerini en çok SSCB’nin dağıtılması döneminde yaşadı. Tarihler 1987 yılının falanca ayını gösterdiğinde, Sovyetler Birliği’nin revizyonist-liberal lideri M. Gorboçyov’un Glasnost ve Pere-stroyka açılımları ile gevşeme sinyalleri vermesi üzerine bölgeye çullanan uluslararası muhabir ve gazeteci korosuna Türkiye’den ise 3 ünlü sima eklenir. Her devirde olduğu gibi o zaman da devletçi-statükocu basının merkezi yayın organı olan Hürriyet; Ertuğrul Özkök, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’dan müteşekkil 3 kişilik bir “gazeteci timi”ni Moskova’ya ‘Hadiseleri yakınen ve derinden takip etmeleri’ üzerine olay mahalline yollamıştı. O sırada gazeteci kimliği altında TC’den Sovyetlere yollandığı bilinen ve hatırlanan ilk ekip budur. Gönderilen 3 kişi de şu veya bu şekilde mürekkep yalamış ve de basında şu veya bu biçimde bir şeyler yapan, ve SSCB, sosyalizm veya sol gibi kavramlarla ilgili hem fikri hem de zikri olan şahıslardır.
BİRAND İLE SINIRLI SSCB MUHABİRLİĞİ
Ne var ki, ne tek kelime Rusça’ları vardır, ne o zamana kadar özel olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği üzerine, akademik, bilimsel, entelektüel anlamda tek sayfa eserleri ne de Rusya başta olmak üzere Sovyet toplumunun herhangi bir bölgesinde az çok bir yaşam deneyimi üzerinden birlik halkını yerelden yeterince gözlemlemiş olmaktan gelen ampirik bilgileri. Dahası söz konusu 3 kişi de neoliberal solcu kimlikleri ile Sovyet düşmanı veya en hafif tabirle Sovyet antipatisine sahip gazetecilerdi. (Bu önyargının, yavaştan semirmeye başlayan sosyal statüleriyle olduğu kadar cahillikleriyle de ilgisi yok değildi şüphesiz.) Halbuki kendilerini ahbap-çavuş ilişkileri sayesinde ansızın buldukları Moskova’ya o sıralar, Batı dünyasından (Avrupa ve Kuzey Amerika) hatırı sayılır nicelikte olduğu kadar nitelikte de gazeteci, yazar, akademisyen ve politolog gidip gelmeye çoktan başlamıştı. Kısa bir zaman sonra ise o kadrodan geriye bir tek Mehmet Ali Birand kalacak ve her şeye rağmen azımsanmayacak bir sosyalist mücadele tarihine ve sol birikime sahip Türkiye, Birand’ın yapağı, basit ve derinliksiz bulvar basını tadındaki haber ve programlarına mahkûm kalacaktı. ‘Huylu huyundan vazgeçmez’ derler. Nitekim aradan tam çeyrek asır geçtikten sonra Kırım’ın anavatana (Rusya’ya) dönmeye hazırlandığı kritik günlerde, referandumdan hemen önce en geniş katılımlı basın toplantısında onlarca Batılı gazetecinin oldukça iyi ve hafif aksanlı Rusçalarıyla sorularını yönelttiği seçim komisyonuna İngilizce olarak sualini yönelten elbette sadece Türkiye muhabiri olmuştu (NTV’nin ‘kadim’ / kendi favori sözcüğü / muhabiri).
SOL CENAH GİDEMESE DE NEFESİ YETMEDİ
Merkezi sermaye basınında, yazı işleri katında tavla oynarken gelen şeş-beşe göre görevlendirme yapılması geleneği bir tarafa; o hassas ve hayati dönemde Sovyetler Birliği’ne hatta 90’larda dahi Rusya Federasyonu’na yönelik birikimli ve yetkin sol-sosyalist gazete ve dergilerden görevlendirme yapılmaması / yapılamaması tartışmasız; maddi imkânlar (olanaksızlar), potansiyel diplomatik engel ve problemler ile diğer bir takım üçüncül öznel, moral ve inisiyatif faktörlerine bağlıydı. Ancak bu durum, Sovyet ülkesinin çözülme sürecine girdiği dönemde masa başında ve uzaktan yazılıp çizilenlerin içerik ve derinliğinin sorgulanması önünde engel değildir elbette ki. O dönemde Marksist, komünist yayın organlarında sürecin tarihsel ve sosyo-ekonomik analizi noktasında değerlendirmeler yapılmaya başlanmış olsa da; bunlar niyet, samimiyet ve ciddiyetlerinden; ve de sol-sosyalist literatür ve külliyat konusundaki teorik ve ideolojik hakimiyet ve derinliklerinden bağımsız olarak genel anlamda sığ, formalist ve az çok bilindik ve tahmin edilebilir sloganımsı tez ve görüşlerden meydana geliyordu…
2. bölüm haftaya...
Evrensel'i Takip Et