18 Ocak 2015 05:47

Fikirler öldürür mü?

Doğayla ve yaşamla ilgili çelişkilerimizin en katı tezahürleriydi bu cinayetler. Hepsi de insanlarda verili olarak bulunan öldürme isteği nedeniyle değil, öldürme eylemine teşvik eden inanç kurumlarının devamlılıklarını sürdürmelerinden kaynaklandı.

Fikirler öldürür mü?

Hakan ERDOĞAN 

Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıdan sonra İslam ve şiddet ilişkisiyle birlikte önümüze yığılan sayısız soru herkesi meşgul etmeye devam ediyor. Zizek de konuya dahil oldu ve New Statesman’deki yazısında cinayetleri işleyenleri “hayatını aşkın bir Dava’ya adayanlar” olarak “her türlü maddi ve kültürel zenginlik içinde uzun ve tatmin edici bir yaşam sürenlerin” karşısında konumlandırdı. Bu ayrımı, Nitezsche’nin pasif ve aktif nihilizm arasında kurduğu karşıtlıkla bağlantılandıran Zizek, gözlerini kırpmadan en kanlı eylemlere girişen bu fanatik köktencilerin içinde oldukları çelişkiye değinerek güzel bir soru soruyordu: “Bugünün sözde köktencileri sahiden Gerçek’e giden yolu bulduklarına inanıyorlarsa, niye inanmayanlar tarafından tehdit ediliyor hissetsinler, niye onları kıskansınlar ki? Bir Budist, Batılı bir hedonistle karşılaştığında onu hiç kınamaz. Basitçe, hedonistin mutluluk arayışının başarısızlığa mahkum olduğunu düşünür.”  Ona göre sorun, köktencilerin dünyevileşme eğilimleriydi. Kutsamaya, inanmaya çalıştıkları bir öte-dünyaya kendilerini yeterince kaptırmamışlar; neo-liberal dünyaya fazlasıyla (herkes kadar) dahil olmuşlar ve hiç de gayri-maddi olmayan erekler için kıyasıya mücadele etmeye başlamışlardı. 

ZİZEK’İN ‘ŞİDDET’ TARİFİ 
Zizek, düşüncelerin metafizik bir uzaya taşınıp sahiplerinin bedenlerini de bu dünyadan çekip almalarına o kadar safça yaklaşmıştı ki sorunun faturasını sanki  dünyevileşme eğilimine fatura etmişti. İnanç sahipleri, mağaralarına çekilmiş rahipler gibi her şeyden ellerini, ayaklarını çekseler mesele kalmayacaktı. Oysa arada kalmış ve kafaları fena halde karışmış radikaller dünyadan pay istiyor ve şiddete baş vuruyorlardı. Öte-dünyaya sokulup ne yaptıkları bilinmez ama o topraklardan ellerinde silahlarıyla dönmüşlerdi. Başka türlü olamaz mıydı? Hiç farklı oldu mu diyerek cevap verebiliriz bu soruya. Öfkeyle savaşmak kararlı duruma geçme hissi oluşturduğu için çekici gelmişti onlara. Tamamlanma duygusu ile gerçekleştiğinde ölmek de öldürmek de güzeldi. Ancak Zizek’in yaklaşımı doğru tespitler içerse de derinleştirilmeyi gerektiriyordu. Zira, İslam sadece yaşam sonrasına değil bu dünyaya da hükmetmek üzere ortaya çıkan ve dünyevi olaylarla ilgili ayrıntılı emirler içeren bir sistemdir. Radikal olsun veya olmasın Müslüman olan hiç kimsenin Zizek’in tarif ettiği gibi bir kayıtsızlık içinde olması mümkün değildir. Demek ki asıl sorun, cinayet işleyenlerin ve onları destekleyenlerin oyuna girmeleri değil, kendilerini harici bir tasavvura fırlatmaya çalışmalarıdır.

ÖLDÜRME EĞİLİMİNİN ‘DAVA’ İLE İLİŞKİSİ
Fikirler bazen ölümcüldür, öldürmeseler de. Canlılığı yok ettikleri, aşındırdıkları için. İnsan yaşamı üzerinde yaptıkları kutsamayla yüceltilen düşünce zinciri, her tür yıkımı teşvik eder çünkü. Hayatımızı feda etmemizi gerektiren ne varsa öldürmeye de izin verecektir. Kutsama ve yüceltme davranışı bir din haline gelmeden bile tehlikelidir üstelik. Milliyet, mezhep, ırk vb. ne varsa dolaylı olarak yaşamlarımızı hedef alırlar. Açıkça “öldür” demeseler bile hakim fikir etkinliklerini ölüm düşüncesi etrafında tanzim ederler. Yarın Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde yine hatırlayacağımız gibi. Yıllardır bu coğrafyada birbirimizi öldürürken yüceleştirilen ne varsa canlılığa karşı kurulmuş düşünsel örgütlenmelerdi. Doğayla ve yaşamla ilgili çelişkilerimizin en katı tezahürleriydi bu cinayetler. Hepsi de insanlarda verili olarak bulunan öldürme isteği nedeniyle değil, öldürme eylemine teşvik eden inanç kurumlarının devamlılıklarını sürdürmelerinden kaynaklandı. Önüne çıkan her şeyi değersizleştirerek, dünyaya dair ve bize mutluluk veren varlıkları dışlamamızı, boş vermemizi telkin ederek. 
Bazen kötü şeylerle bile olsa tanımlanmak ister insan. Yaşamak bile istemez. “Feda olmak” merkeze yerleştiğinde yaşamak bütün bu garip tatmin ihtimalini riske soktuğu için tehlikelidir. Dünya kötü ve adaletsiz diye düşünüp onu düzeltmek yerine tamamen ortadan kaldırmayı seçen bir fikir dünyasının ürünüdür bu. Yani işler pek de Zizek’in dediği gibi değildir. Sorun, öte-dünyanın, bayrağın, ırkın cazibesi ile dünyevileşme eğilimi arasında sıkışıp kalmak değildir. Asıl mesele kutsamaya giden yolun başındadır. 
Ama neyse ki, Tanrı onların zannettikleri yerde değil ve neyse ki buradalar ve hala canlılar. Neyse ki, tuhaf duygularını ve düşüncelerini taşıyan hücrelerin hepsi kullandıkları tuz, aminoasit ve reseptörlerle halen bu dünyanın içinde. Canlılık her şeyden önce gelir, hiç durmadan genleşir, kendine yer açar. Canlılık süreceği için olaylar sonunda iyi yöne doğru evrilecektir. Zira, yaşadığımız dünyanın tarihi canlılığın, önündeki engelleri aşmasının hikayesidir. 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et