18 Ocak 2015 05:50

Çağımız İslam’a yanıt verebilir mi?

Dergi bürosunda toplu infaz yapan katilleri ‘çok tahrik edildiler’ diye neredeyse mazur gösterip, bir yandan da alttan alta savunan, hatta kahramanlaştıran bir hat boyu dizilmiş siyasal İslam’la hangi metodu kullanarak konuşacağız?

Çağımız İslam’a yanıt verebilir mi?

Hakkı ÖZDAL

Server Tanilli Hocanın anısına saygıyla

Paris’te, yazı işleri toplantısındaki bir dergi ofisinin maskeli ve ağır silahlı iki katil tarafından basılıp, yazar ve çizerlerin bir ‘mahşer sorgusu’ ritüeli içinde, isim isim çağırılarak infaz edildiği katliamın dehşetini yeterince hissedebildik mi? Hem bu katliama hem de onun dolaylı ve dolaysız suç ortaklarına yönelik öfkemizi, bizi soğukkanlılıkla ‘bir çıkış yolu’ aramaya/bulmaya sevk etmek üzere canlı tutabiliyor muyuz? Bu soruların yanıtı, düşündürücü bir ‘hayır’ sanırım. Biz, Charlie Hebdo katliamının üzerinden henüz saatler geçmişken, mizah ve hicivle iştigal eden dergilerimizin, oradan sızan ve halen ‘sıcak’ olan kan işaret edilerek tehdit edildiğini gördük. Bunu, iktidar erkini doğrudan kullanan mekanizmanın uzak-yakın dişlileri de yaptı; küçük düşürücü bir şekilde, o erkin dişlerinin arasına sıkışmış ‘çıkarcık’lardan kemirmesine izin verilmiş, ikinci, üçüncü, dördüncü halka ‘mücahitler’ de… Birkaç gün sonra en yetkili ağızlardan o ‘ama’lı mazeret bildirileri gelmeye başladı. Bir ‘düşünme-öğrenme-anlama’ değil de ‘belleme’ süreci olan ‘dünya görüşü’ ve moral-duygusal yönelim anlamında ‘gönlü’ ofisi basanlardan yana olan zevat; dozu giderek artacak şekilde ölenleri ve onları savunmak adına öne sürülen en geniş ortak payda olan ‘ifade özgürlüğü’nü suçlamaya başladılar. Üstlerindeki yazılar okunmaz hale gelmiş paslı pirinç levhalar gibi klişeleriyle; boş inancın, dedikodunun, iftiranın bütün kuvvetlerini seferber ederek; katliamın yasının tutulmasını (dolayısıyla uyandırdığı tiksintinin daha net görülebilir, daha çok kişi tarafından anlaşılabilir olmasını) neredeyse yasaklamaya kalktılar. Tavan aralarındaki, halılarının altındaki ve -giderek daha net anlaşılıyor ki- uluslararası ‘kayıt’lardaki ‘evrak-ı metruke’nin yarattığı endişeyle ilk anda koşarak taziyesine gittikleri cinayeti; artık sadece, ‘hafifletici sebepler’ olarak sıraladıkları ‘tahrik’ edebiyatıyla anıyorlar. Tıpkı, gerçekte büyük bir ‘anlayışla’ karşıladıkları Madımak kırımını Aziz Nesin’e havale ederek yarı örtük bir ‘kıyam’ anlatısına çevirdikleri gibi… Böyle olunca, üzerinden sadece 10 gün geçmişken, Fatih Camii’nin önünde tehdit dolu bir ‘pornografi’yle katliamı yüceltebiliyorlar: “İfade hürriyetinizin sınırı yoksa bizim sınırsız eylem yapma hürriyetimize kendinizi hazırlayın”.

KUZU POSTUNDA KURT: İNANCA SAYGI
Dinci fanatizmin suç dosyasını bir ‘soyağacı’ sevecenliğiyle mazur görme/gösterme ve onun yarattığı dehşeti, içerideki huzursuzluklara bir gözdağı sopası olarak sallama kulvarı, olası tüm ‘çıkış’ yollarını kapatan bir labirente dönüşüyor. Fanatizmin yarattığı tedhişten kendisine ‘güç’ ve ‘caydırıcılık’ devşirmeye kalkan; Paris katliamcılarının katıksız bir ‘terörizme’ yol açan zihniyetini, ‘inanca saygı’ gibi bir kuzu postuna bürüyüp dolaşımda tutmaya gayret eden şemsiye İslamcı tutum, ‘yarın’ı konuşmamızı engelliyor/geciktiriyor. Beklentileri o ki, bu sınır ve değer tanımaz, kendisine ve başkasına ait her şeyi gözünü kırpmadan yok etmeye hazır canavarlık, sakinleştirilmiş, (her an yeniden uyanabilecek şekilde) uykuya yatırılmış olacak ve bu farazi ‘pat’ durumu, hâlâ güçlü ‘aktör’ oldukları yeni bir döneme geçişin anahtarı olacak!

‘İSTİKRAR’: SİVAS, ZİRVE YAYINEVİ, PARİS…
Charlie Hebdo katliamındaki gözü dönmüş mekanik, ‘bizim’ için bilinmedik değil. Yakın geçmişimizde bir Zirve Yayınevi katliamı ve ‘Hristiyan oldukları için’ boğazları kesilen gençlerin unutulmaz anısı var. Şimdi tüm dünyadaki İslamcıların kalkıştığı o sinsi “ama bizim kutsal değerlerimiz” yakınması da yeni değil… Sivas’tan hatırlıyoruz. Ve her ikisinden sonra da bir arpa boyu yol gidemediğimizi biliyoruz. ‘İnancına saygı istediği için’ ve ‘tahrik edildiği’ gerekçesiyle, bir oteli içindeki şair, yazar, müzisyen ve çocuklarla birlikte ateşe verip yanan insanlar karşısında haz dolu çığlıklar atanlarla, aynı gerekçeyle dağıtım kamyonlarının yolunu kesip, gazeteleri ‘tahrik odağı’ ilan edenler arasındaki mesafe bir adım bile değil. ‘Hakarete uğradıkları’ yalanıyla hedef haline getirdikleri Cumhuriyet gazetesine ve çalışanlarına zarar vermeyi başarsalar, iki satırlık üzüntü telgraflarının ardından, meali, “bunu yapan herkesin başına aynı şey gelecek” olan tahrik veznine dönecekler.

KARİKATÜRLERDE ‘HAKARET’ Mİ VAR?
Ne yapmış Cumhuriyet? İslam peygamberine ‘hakaret’ eden karikatürler basmış öyle mi? Nedir hakaret? Bir peygamberin, kendi adına işlenmiş acımasız bir katliam karşısında katillerin değil de kurbanların yanında, onların acısı için bir damla gözyaşı dökerken resmedilmesi mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘dindar’ yöneticileri bunu ‘hakaret’ mi kabul ediyorlar?
 Yoksa sorun, peygamberin şu ya da bu şekilde ‘resmedilmiş olması’ mı? Bunun hukukta bir karşılığı var mı? Ya da aslında olan şu mu: Dini bir duyarlılığı, adı bile konmamış bir mezhep yasağını (peygamberin resmedilebildiği İslam mezhepleri var) tüm topluma ölümcül bir tabu olarak dayatmak; bunu, o ‘duyarlılığın’ aslında tam da kökten reddettiği Batılı/liberal bir değerler sisteminin (inanca saygı vb.) kavram ve metotlarıyla ambalajlamak…

NASIL KONUŞACAĞIZ?
Dergi bürosunda toplu infaz yapan katilleri ‘tahrik edildiler’ diye neredeyse mazur gösterip, bir yandan da alttan alta savunan, hatta kahramanlaştıran bir hat boyu dizilmiş siyasal İslam’la hangi metodu kullanarak konuşacağız? Charlie Hebdo’nun, yaşadığı trajedinin ardından, kapağına ‘af’ ve ‘uzlaşma’ mesajları ile birlikte koyduğu figürü ‘anonim bir Müslüman’ olarak algılayabilecekken; o trajik katliama da meşruiyet sağlama ‘içgüdü’süyle meseleyi ‘tabu alanı’na sürükleyen, ‘akıllanmadılar’ pişkinliğine varan bir ‘ılımlılıkla’ nasıl konuşacağız?
Kendisi de bir tedhiş eylemine maruz kalan Server Tanilli, ilk baskısını meşum 90’lı yılların hemen başında yapan kitabına, o dönem için güncelliğini koruyan bir soruyu isim yapmıştı: “İslam çağımıza yanıt verebilir mi?” Bugün gelinen noktada, Tanilli Hoca’nın anlayışına sığınarak o soruyu ters yüz etmek gerekiyor galiba: “Çağımız İslam’a yanıt verebilir mi?”
Soğuk Savaş’tan arta kalan dünyayı, baygın bir kurbanı parçalayan sırtlanlar gibi, kan içinde bırakan uluslararası sistem ve onun yarattığı kanlı leşte yuvalanıp semiren dinci fanatizm… Akıl, bilim, kolektif insan eylemi ve her anlamda emek; toplumun modern düşünceyle ve uygarlığın ortak değerleriyle mümkün olan en yaygın ve verimli temasını sağlıyordu. Ama kapitalizm, bir ‘zafer’ şöleni uğruna bu mefhumları tecrit ederken; öncellerinin, ortaçağ ve ilkçağın saplantılarının, köleci ve feodal toplumun fikri-dini sapkınlıklarının ruhunu geri çağırdı. Zaferinin sefasını sürerken, artık devrimci organlarını çürüttüğüne inandığı yoksulların her türlü tarih öncesi sapkınlığa bulaşmasını teşvik etti. Bu ‘hoşgörülü tüccarlar’, Nazilerde de komünistleri geriletecek bir ‘sağlam irade’ görmüştü. Şimdi ‘yeşil kuşağı’ndan dökülmüş ‘ılımlı İslam’ projesinin cenazesine bakarken, onun el yakan sıcaklıktaki fraksiyonlarını, ‘çocukluğunun ve gençliğinin anılarıyla dolu’ kendi büyük kentlerinden uzak tutmanın, yoksullar ve göçmenler içinden temizlemenin nafile planlarını yapıyor.
Evet, artık soru ‘Çağımız İslam’a yanıt verebilir mi’ sorusu… Ve artık ne dinci fanatizmin geleceği sadece Müslümanları ne de Batı’daki ırkçı mayalanma sadece Batılıları ilgilendiriyor. ‘Çağımızın’ bu kışkırtılmış mutasyonlara bir yanıtı olabilecek mi? Emekçiler, göçmenler, işsizler, en alttakiler, toplumun büyük kalabalıkları, terk edildikleri ‘Batı çölleri’nden, bu bataklıklara girerek uzaklaşmak  istemeye devam edecekler mi? Yoksa insanlığın ortak değerleri ve uygarlık, bu barbarlıklara bir yanıt üretebilecek mi?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et